Açıköğretim Ders Notları

Kbrn Savunma Ve Güvenlik Dersi 2. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Kbrn Savunma Ve Güvenlik Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Biyolojik Savunma Ve Güvenlik

Biyolojik Savaş Ajanlarının Tarihi Gelişimi ve Gelecekteki Önemi

Biyolojik silahlar; geniş bir alanda çok büyük çapta zayiata sebep olmaktadır, tespit edilmeleri zordur, üretilmeleri kolay ve ucuzdur, sebep olduğu hastalıkların tedavileri ise güç ve pahalıdır; bu özellikleri ile biyolojik silahlar benzersizdir. Ülkemiz; biyolojik silahların, stratejik, taktik ve terör amaçlı kullanımı riski altındadır. Biyolojik savaş ajanlarının ve biyolojik silahların üretimi; kimyasal, radyolojik ve nükleer silahlara kıyasla daha kolay ve ucuzdur.

İnsanlığın ilk çağlarında, ilkel kabileler tarafından düşmanlarını saf dışı bırakmak ve onlara üstünlük sağlamak maksadıyla, insan ve hayvan ölüleri, zehirli bitkiler ve zehirli hayvanlar kullanılmıştır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde mikroorganizmalar ve biyolojik toksinler hakkında daha fazla bilgiye sahip olunmuştur.

Biyolojik Savaş Ajanları (BSA), mikroorganizmalar (bakteri, virüs, vb.) ve biyolojik toksinlerden oluşmaktadır. Biyolojik kitle imha silahları olarak da adlandırılan biyolojik silahlar ise BSA’ların yayılması ve dağıtılmasında kullanılan çeşitli sistemlerdir. Mikroorganizmalar ve biyolojik toksinler, insan, hayvan, bitki ve çevre gibi doğal kaynaklardan kolaylıkla elde edilebilir ve BSA olarak kullanılabilir. Ayrıca laboratuvar şartlarında çeşitli uygulamalarla genetiği değiştirilerek zararlı hâle getirilmiş mikroorganizmalar da BSA olarak kullanılabilir.

Çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük ve tek hücreli canlılara “ mikroorganizma ” denilmektedir.

Mikroorganizmaların ve biyolojik toksinlerin kasıtlı kullanımı ile askerî birlikleri ve tesisleri hedef alan saldırılar “ biyolojik savaş ”, sivil halkı hedef alan saldırılar ise “ biyoterörizm ” olarak isimlendirilmektedir.

BSA’lar, az gelişmiş bir teknoloji, basit bir alt yapı ve düşük bir maliyet ile üretilip silah hâline getirilebilmektedirler. Biyolojik silahların bu özellikleri, fakir ülkeler ve teröristler için biyolojik silahları cazip hâle getirmektedir.

BS amacı ile üretilen, depolanan ve kullanılan mikroorganizmalara ve biyolojik toksinlere genel olarak Biyolojik Savaş Ajanı (BSA ) denilmektedir. SA’lar; insanlar, hayvanlar ve bitkilerde hastalık ve ölüm, malzemelerde ise hasar oluşturabilmektedir. Kişiden kişiye bulaşma özelliklerinden dolayı çok fazla sayıda kişiyi etkileyebilir. BSA’ların etkileri genel olarak solunum ve sindirim sistemine verdikleri zarar şeklinde görülmektedir. Ayrıca göz, deri veya başka bir organda hastalık oluşumu görülebilmektedir.

BSA’nın atılmasını, yayılmasını veya dağıtılmasını sağlayan düzeneğe/sisteme “ Biyolojik Silah ” denilmektedir. Bu kapsamda; bir ok ya da bir mızrak, uçlarına BSA bulaştırılarak kolayca biyolojik silaha dönüştürülebilir. Biyolojik silahlar etkilerini hemen göstermezler, etkilerin görünmesi için bir kuluçka (inkübasyon) süresi vardır. Kuluçka süresi kullanılan BSA’ye göre değişiklik göstermektedir. Örneğin Botulinum toksininden kaynaklanan zehirlenmeler çok kısa sürede ölümlere sebep olabilirken, HIV virüsünün sebep olduğu AIDS’in belirtileri bulaştıktan yıllar sonra ortaya çıkabilmektedir. Bu süre içerisinde BSA’lar kişiden kişiye bulaşabilir ve yayılım artabilir.

Çok büyük çaplı kayıp ve zayiata neden olan, herhangi bir mikroorganizma veya .biyolojik toksinden oluşan silaha “ Biyolojik Kitle İmha Silahı ” denilmektedir.

BSA olarak kullanılan mikroorganizmalar ve toksinlerin bilinenin aksine pek çok faydalı kullanım alanları da mevcuttur. Örneğin; ekmek, yoğurt, kefir, sirke, boza, peynir, sucuk, turşu gibi pek çok mayalanmış (fermente) gıdanın üretilmesinde mikroorganizmalardan yararlanılmaktadır. Biyolojik atık su arıtımında, alkol gibi çeşitli endüstriyel ürünlerin üretiminde, maden yataklarının ıslah edilmesinde mikroorganizmalardan yararlanılır. Ayrıca sağlık, eczacılık ve kozmetik alanlarında mikroorganizmalar ve toksinler kullanılmaktadırlar. Barış şartlarında günlük hayatımızda faydalı olan bu mikroorganizmaların ve toksinlerin birer öldürücü BSA’ya ve biyolojik silaha dönüştürülmesi oldukça kolaydır.

Mikroorganizma ve toksinlerin hem faydalı olarak kullanılması hem de potansiyel bir BSA olmasına en çarpıcı örneklerden biri BOTOX ’dur. Clostridium botulinum olarak isimlendirilen bakterinin üretmiş olduğu toksin, bilinen en kuvvetli zehir olarak değerlendirilir ve halk arasında BOTOX olarak bilinmektedir. Potansiyel biyolojik savaş ajanı olan mikroorganizmalar ve toksinlerin aynı zamanda tıbbi amaçlı olarak kullanılabilmeleri de mümkündür.

Biyolojik Savaşın Tarihi Gelişimi

Tarihte bilinen en eski BSA kullanımı M.Ö. 14. yy’a dayanmaktadır. Hititler tarafından bulaşıcı hastalığa yakalanmış insan ve hayvanların düşman bölgesine gönderilerek bugün Tularemi olarak bilinen hastalık ile salgın oluşturmak amaçlanmıştır. M.Ö. 6. yy’da Asurlular tarafından çavdarmahmuzu (rye ergot) kullanılarak düşmanlarının içme suları zehirli hâle getirilmiştir. Aynı dönemde Yunan general Solon tarafından ‘hellebore’ adlı bitki (müshil olarak kullanılan bir ot türü), kuşatma boyunca Kirra’nın su kaynaklarını zehirlemek amacıyla kullanılmıştır. Tarihte veba ve çiçek hastalığını da içeren birçok farklı hastalık etkeni BSA olarak kullanılmıştır.

1346’da Kaffa kuşatması sırasında Tatar ordusunda veba salgını patlak vermiştir. Karadeniz’in Kırım liman kenti olan Kaffa, Moğol Tatarlarınca üç yıl kuşatılıp alınamaması sonucunda ise, kendi içlerinde oluşan veba salgını sebebi ile ölen insanların cesetlerini ve vebalı pire taşıyan fareleri, mancınıklarla kaleye atarak Kaffa şehrine veba bulaştırmışlardır. 4 yıl içerisinde (1348–1352) 25–30 milyon insan biyolojik savaş neticesinde hayatını kaybetmiştir. 1422’de Prens Coribut, Bohemya’daki Hussite Savaşlarında ve Karlstejn kuşatmalarında, vebadan ölmüş askerlerin cesetlerini düşman hatlarına attırmıştır.

İspanyollar 1495 yılında Napoli’de Fransızlara lepralı (cüzzamlı) hasta kanı ile karıştırılmış şaraplar vermişlerdir. 1500’lü yıllarda İspanyol kâşif Pizarro tarafından, Orta ve Güney Amerika’da yerlilere çiçek virüsü ile kontamine edilmiş kıyafetler verilerek biyolojik savaş uygulanmıştır. 1763’te Kuzey Amerika’da İngiliz ve Fransız’lar arasında çıkan savaşta, Fransa tarafında yer alan Kızılderililere, Kuzey Amerika’daki İngiliz kuvvetlerinin komutanı olan Sir Jeffrey Amherst tarafından çiçek hastalarının yattığı hastaneden alınan kontamine battaniyeler ve mendiller dağıtılmıştır.

1618–1648 yıllarında Avrupa’da Katolikler ile Protestanlar arasındaki 30 yıl savaşlarında ortaya çıkan veba, tifüs, dizanteri, kızıl, tifo ve çiçek gibi salgın hastalıklar çok sayıda insanın ölümüne neden olmuş ve savaşların son bulmasında önemli etken olmuştur. Polonya ordusu 1650 yılında, kuduz köpek salyası içeren küreleri düşman birliklerine atmıştır. Kuzey Amerika’da yaşayan beyaz yerleşimciler ise 1800’lü yıllarda yerli halka çiçek ya da kızamık sebebiyle ölmüş kişilerin battaniyelerini dağıtmıştır. Almanlar, I. Dünya Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerin hayvanlarına hastalık bulaştırmış ve hayvan yemlerini kirletmişlerdir. Bu amaçla şarbon ve ruam kullanarak Romanya’dan Rusya’ya, ABD’den Fransa’ya ihraç edilecek koyunları hastalandırmışlardır.

Kimyasal ve biyolojik silahların kullanımı ilk kez 1925 yılında, 40 ülkenin Cenevre Protokolünü imzala ması ile yasaklanmıştır.

İngilizler 1942 yılında bomba şeklinde biyolojik silah sistemi geliştirerek, geliştirdikleri bombalara biyolojik savaş ajanı olarak şarbon bakterisini yüklemişlerdir. ABD başkanı Franklin Roosevelt’in önderliğinde 1942 yılında biyolojik savaş ajanlarının kullanımının araştırılması ve geliştirilmesine yönelik programlar başlatılmış ve Biyolojik Savaş Ajanı Komitesi kurulmuştur.

II. Dünya Savaşında BSA kullandığı tespit edilen tek ülke Japonya’dır. Japonya 1932 ve 1945 yılları arasında işgal ettiği Mançurya’da Dr. Shiro Ishii ve Dr. Kitasano Misaji komutasında biyolojik ve kimyasal silah çalışmalarını yürütmüşlerdir. Japon biyolojik silah geliştirme programının ana yürütücüsü olan 731 numaralı ünite, 150 bina ve 5 uydu kamptan oluşan yerleşkede 3000 bilim insanı ve teknisyenden oluşan kadro ile çalışmalarını yürütmüşlerdir. Bu çalışmalarda; şarbon, dizanteri, kolera, difteri, tetanos, menenjit ve kanamalı ateş etkenleri ile denemeler yapmışlardır. Bu deneyler sonucunda 10.000 mahkûmun hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.

Uygun bir çözücüde çözdürülmüş etken madde ile itici gazdan oluşan ve aletle çevreye püskürtüldüğü zaman küçük tanecikler hâlinde yayılan karışıma “Aerosol ” denilmektedir.

Müttefik kuvvetler tarafından I. Dünya Savaşı’nda ruam hastalık etkeni Doğu cephesinde Rus atları ve katırlarına yönelik olarak kullanmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında İtalya, Bulgaristan ve Yunanistan’da görülen “ Balkan Gribi ” ismini alan salgınların, BSA kullanımına bağlı Q Ateşi olduğu sonradan anlaşılmıştır. 14 Şubat 1970’te de biyolojik ve kimyasal olarak üretilen toksinler de bir bildiri ile yasaklanmıştır. BWC (Biological Weapons Convention- Biyolojik Silahlar Sözleşmesi) 1972’de imzaya açılmıştır.

22 Ocak 1975 tarihinde Biyolojik ve Toksin Savaş Ajanlarının üretimi, stoku ve geliştirilmesini yasaklayan Biyolojik Silahlar Sözleşmesi şu ana kadar 171 ülke tarafından imzalanmıştır. Ancak ilerleyen yıllarda bu sözleşmeye uyulmadığını gösteren örnekler bulunmaktadır. 1991 yılında ABD-Irak arasında çıkan Körfez Savaşında, Irak’ın şarbon, Botulinum toksini, aflatoksin ve risin gibi birçok BSA’ları roket ve sprey tanklarında silah hâlinde bulundurduğu saptanmıştır. 11 Eylül 2001 yılında Amerika’da Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırı sonrası, şarbon bakterisi içeren çok sayıda zarf gönderilmiştir. Son yıllarda ortaya çıkan AIDS, Deli Dana, Domuz Gribi, Kuş Gribi, Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), SARS ve Ebola gibi doğal olarak ortaya çıkan salgınlar, biyolojik savaş ihtimalini düşündürmektedir

Biyolojik Savaşla İle İlgili Son Gelişmeler

Fakirin atom bombası ” olarak bilinen biyolojik silahların potansiyel etkinliği, nükleer silahların etkinliği ile kıyaslanabilir düzeydedir.

Hastalık yapabilen her türlü organizma ya da madde “Patojen” olarak isimlendirilmektedir. Moleküler biyoteknolojinin ve gen mühendisliğinin çok hızlı gelişmesi ve elde edilen sonuçlar, hastalık yapıcı (patojen) mikroorganizmaların ve toksinlerin biyolojik savaş amacıyla kullanılmasını daha da kolay hâle getirmektedir. Tüm mikroorganizmalar patojen değildir. BS amacıyla çoğunlukla patojen mikroorganizmalar tercih edilmektedir.

BSA’ların Sınıflandırılması ve Genel Özellikleri

BSA’ları kaynaklarına ve önceliklerine göre olmak üzere iki farklı şekilde sınıflandırmak mümkündür. BSA’lar kaynaklarına göre:

  1. Bakteriler,
  2. Virüsler,
  3. Biyolojik Toksinler

olmak üzere başlıca üç gruba ayrılabilir. Bu sınıflandırmanın dışında yer alan riketsiyalar, klamidyalar ve mantarlar da BSA olarak kullanılabilmektedirler.

Bakterilerin Özellikleri ; Çıplak gözle görülemeyen tek hücreli canlılardır, genel olarak çapları 0.5-1 µm ve boyları 1-5 µm arasındadır, çekirdek, stoplazma ve hücre membranları vardır, basit bölünme ile ürer, doğada her yerde bulunabilir, antibiyotikler ile tedavi edilir, gıda, sağlık, eczacılık ve kozmetik sektörlerinde faydalı kullanım alanları vardır.

BSA olarak kullanılabilecek başlıca bakteriler ve sebep oldukları hastalıklar aşağıda listelenmiştir.

  1. Bacillus anthracis (Anthraks-Şarbon),
  2. Brucella türleri (Brucellosis-Bruselloz),
  3. Yersinia pestis (Veba),
  4. Vibrio cholerae (Kolera),
  5. Francisella tularensis (Tularemi).

Virüslerin Özellikleri; Bakterilerden çok daha küçüktür, yaşamak için canlı hücrelere ihtiyaç duyar. İçine girdikleri hücrenin kaynaklarını kullanır, genetik maddelerini çoğalttıktan sonra içinde bulundukları hücreleri parçalayarak ayrılır ve canlı yeni bir hücreye geçer. Antibiyotiklerle tedavi edilemez , antiviral ilaçlar ile tedavi mümkündür ancak bu ilaçlar oldukça az çeşitlidir ve kullanım alanları sınırlıdır, esas koruma aşı ile sağlanır ancak pek çoğuna karşı aşı henüz geliştirilememiştir.

BSA olarak kullanılabilecek başlıca virüsler ve sebep oldukları hastalıklar aşağıda listelenmiştir.

  1. Variola major (Çiçek hastalığı),
  2. Arenavirüsler (Ebola, Marburg),
  3. HIV (AIDS),
  4. Poliovirus (Çocuk felci),
  5. İnfluenza virüsleri (Grip).

Biyolojik Toksinlerin Özellikleri; Biyolojik toksinler; düşük dozlarda bile öldürücü olabilmektedirler, doğal koşullara dayanıklıdırlar, kolay üretilirler, taşınmaları ve yayılmaları kolaydır. Bu sebepler ile biyolojik toksinler, önemli ve kullanılma potansiyeli yüksek BSA’lardır. İnsanoğlu tarafından tarih boyunca, hayvanlardan, bitkilerden ve mikroorganizmalardan elde edilen toksinler savaşlarda ve özellikle terör saldırılarında suikast amacıyla kullanılmıştır. Toksinler canlı değildir.

Biyolojik toksinler kaynaklarına göre ; mikroorganizma kaynaklı toksinler, hayvan kaynaklı toksinler ve bitki kaynaklı toksinler olmak üzere başlıca üçe ayrılır:

Mikroorganizma kaynaklı toksinler : Mikroorganizmaların doğal olarak ürettikleri zehirlerdir.

BS açısından önemli olan mikroorganizma kaynaklı başlıca toksinler;

  1. Clostridium botulinum toksini (bilinen en kuvvetli zehirdir),
  2. Clostridium perfringens enterotoksini (dizanteri),
  3. Clostridium tetani toksini (tetanoz),
  4. Staphylococcal enterotoksin B (SEB) (dizanteri),
  5. Shigella toksini (dizanteri),
  6. Vibrio cholera toksini (kolera).

Hayvan kaynaklı toksinler: Hayvanların doğal olarak ürettikleri zehirlerdir. BS açısından önemli olan hayvan kaynaklı başlıca toksinler;

  1. Kobratoksin (Kobra yılan zehiri),
  2. Erabutoksin (Deniz yılanı zehiri),
  3. Batrakotoksin (Kurbağa zehiri).

Bitki kaynaklı toksinler : Bitkilerin doğal olarak ürettikleri zehirlerdir. BS açısından önemli olan bitki kaynaklı başlıca toksinler;

  1. Aflatoksin (Aspergillus flavus),
  2. Risin (Ricinus communis),
  3. Anatoksin A (Deniz yosunu Anasistis türleri)

Biyolojik Toksinler etki mekanizmalarına göre ; nörotoksinler (sinir sistemini etkileyen toksinler) ve sitotoksinler (hücreleri etkileyen toksinler) olmak üzere ikiye ayrılırlar

BSA’ların Önceliklerine Göre Sınıflandırılması

Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tarafından, kullanılma potansiyeli olan BSA’lar 3 bölümde (A, B, C) sınıflandırılmıştır.

A grubu, birinci en öncelikli BSA’lardır. Ortak özellikleri; Ülke güvenliği açısından yüksek risk oluşturur, kolayca yayılabilir veya kişiden kişiye kolayca bulaşabilir, yüksek ölüm oranları ile sonuçlanır, halk sağlığına büyük etki potansiyeline sahiptir. Kamusal panik ve sosyal bozulmaya neden olabilir, halk sağlığı için özel hazırlıklar gerektirir.

B grubu ikinci en öncelikli BSA’lardır. Ortak özellikleri; Yayılmaları orta derecede kolaydır, orta derecede bulaşıcıdırlar, düşük ölüm oranları ile sonuçlanır, özel geliştirilmiş tanı kapasitesi ve gelişmiş hastalık gözetimi gerektirirler.

C grubu üçüncü en öncelikli BSA’lardır. Ortak özellikleri; çeşitli değişimlere uğratılarak gelecekte kitlesel ölümlere sebep olabilecek önemi artan BSA’lardır. Üretilmeleri ve yaygınlaştırılmaları kolaydır, yüksek ölüm oranlarına ve yüksek hızda ölümlere sahip olabilirler, halk sağlığına büyük etki potansiyeline sahiptirler.

A,B,C grubu BSA’lar etken isimleri ve hastalık ismi/belirtiler çizelgeleri S:48-49’da incelenebilir.

Biyolojik Savaş Ajanlarının Genel Özellikleri

BSA’ların üretim maliyetleri düşüktür . Bazı BSA’lar bulaşıcıdır . Örneğin veba, çiçek, kuduz gibi hastalıkların etkenleri canlılar arasında bulaşarak salgın oluşturabilir.

Mikroorganizmaların vücuda girdikten sonra, hastalık meydana getirinceye kadar geçen zamana “ kuluçka süres i” denilmektedir. BSA’lar beş duyu ile hissedilemezler .

Saldırı amacı ile kullanılan BSA’nın meteorolojik şartların da etkisiyle kullanan taraf için tehlike oluşturmasına retroaktivit e tehlikesi denilmektedir.

BSA’ların retroaktivite tehlikesi vardır . BSA’lar %60-80 nem oranı olan ortamlarda canlılıklarını devam ettirip etkili olmaktadırlar.

BSA’ların hastalık oluşturmasına etki eden faktörler:

BSA’nın cinsi, BSA’nın vücuda giriş yolu, vücuda giren BSA miktarı, vücudun direnci, genetik farklılıktır. Kuvvetli yağışlar BSA’ların etkisini azaltmaktadır.

Biyolojik ve kimyasal savaş ajanlarının karşılaştırılması S:51, Çizelge 2.5’de incelenebilir.

BSA’ların Vücuda Giriş Yolları ve Yayılma Yöntemleri

BSA’ların hastalık oluşturabilmesi için insan vücuduna girmesi gerekmektedir. BSA’lar insan vücuduna; solunum, sindirim, deri, üreme organları ve göz konjonktivaları yolu olmak üzere 5 ana yolla girer.

BSA’ların insan vücuduna girişinde en önemli ve en tehlikeli giriş yolu; Solunum yoludur . Örneğin; şarbon bakterisi insan vücuduna deri yolu yerine, solunum yolu ile girmesi sonucunda hastalık ve ölüm ihtimali artmaktadır. BSA’lar ile kirletilmiş gıda ve suların tüketilmesi sonucu, BSA’lar ağız yoluyla sindirim sistemine alınırlar. Mantar, klamidya, bel soğukluğu, frengi gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar; cinsel temas dışında havuzlar, saunalar, tuvaletler gibi ortak kullanım alanlarından bulaşarak da hastalığa sebep olabilir.

BSA’lar, vücuda girişteki önceliklerine uyumlu olarak, Aerosol Yayılma Yöntemi, Sabotaj Yayılma Yöntemi ve Vektörler ile Yayılma Yöntemi olmak üzere üç ana yöntem ile yayılmaktadırlar.

  • Aerosol yayılma yöntemi solunum yolu ile,
  • Sabotaj yayılma yöntemi sindirim yolu ile,
  • Vektörler ile yayılma yöntemi deri yolu ile vücuda girmektedir.

Aerosol yolla yayılan BSA’lar vücuda solunum yolu ile girdiklerinden dolayı en etkili yayılma yöntemidir. Aerosol, sıvı ve katı olabilen çok küçük parçalara ayrılabilen bir gaz ortamında tutulan partiküllerden meydana gelir. Aerosol; toz, sis ve duman şeklinde görülebilir. Bu yöntemde BSA’lar püskürtülerek solunan havaya karıştırılır.

Sabotaj yayılma yönteminde gıdaların ve suların BSA ile kirletilerek, hedefe doğrudan doğruya gizlice uygulandığı yöntemdir. BSA’lar vücuda sindirim yolu ile girer.

Vektörler ile Yayılma Yöntemi BSA’ların arthropod vektörler (eklembacaklı taşıyıcılar) ile yayıldığı yöntemdir. BSA’lar bu yayılma yönteminde vücuda deri yolu ile girmektedir. Vektörler, “biyolojik vektörler” ve “mekanik vektörler” olmak üzere iki gruba ayrılır.

Mekanik Vektörler ; Mikroorganizmaların hayatları ile ilgili olmayan, mikroorganizmaları sadece taşıyan vektörlere mekanik vektörler denilmektedir. Örnek olarak karasinek tifo, kolera ve dizanteri gibi hastalık etkenlerini vücutlarında taşıyarak insanlara bulaştırır.

Biyolojik Vektörler: Mikroorganizmaların vektörün vücudunda gelişme evresi geçirdiği ve çoğaldığı vektörlere biyolojik vektörler denilmektedir. Örnek olarak sıtma hastalığının etkeni sivrisineklerin vücudunda bir çoğalma ve gelişme evresi geçirdikten sonra insanlara bulaşır. Halk sağlığı açısından önemli olan başlıca vektörler ve bulaştırdıkları hastalıklar: Karasinek: Tifo, kolera, dizanteri, Sivrisinek: Sıtma, ensefalit, Bit: Tifüs, Pire: Veba, Kene: KKKA (Kırım Kongo Kanamalı Ateşi), Çeçe sineği: Afrika uyku hastalığı.

Biyolojik Savaşa Karşı Savunma

Biyolojik savaşa karşı savunma; öncelikle BSA kullanılmasını önleme veya önlenemiyorsa meydana gelecek saldırıda/taarruzda BSA’ların personel üzerindeki etkilerini en aza indirme veya yok etme ögelerini içerir. Bunun için öncelikle saldırıda/taarruzda BSA kullanılıp kullanılmadığı tanımlanmalıdır.

BSA saldırısı ihtimalini akla getiren belirtiler ; Düşman uçaklarından püskürtmeler yapıldığının görülmesi, normal dışı sis ve duman görülmesi, aerosol bulutunun görülmesi, sararmış, solmuş, kurumuş, hasta görünüşlü bitkilerin varlığı, kısa süre içinde çok fazla sayıda insan ve hayvanın hastalanması veya ölmesi. Sebebi tespit edilemeyen insan ve hayvan ölümleri, normalden az sesli patlayan mermi veya bombalar görülmesi, mermi veya bombaların patlaması neticesinde tahrip oluşmaması, daha önce rastlanmayan değişik tipte ufak bombalara rastlanması, bir uçağın geçişi sonrası, evvelce rastlanmayan haşaratın görülmesi, bir bölgede daha önce görülmeyen hastalıkların aynı anda çok sayıda görülmesi. Hastalıkların doğal olarak görüldükleri mevsimlerin dışında mevsimlerde görülmesi, hastalıkların doğal olarak görüldükleri yaş gruplarının dışında yaş gruplarında görülmesidir.

Biyolojik savaşa karşı savunmada aktif ve pasif savunma tedbirl eri bulunmaktadır. Aktif savunma tedbirleri; “Düşman BSA tesislerini imha etmek ” ve “ Düşman biyolojik silah sistemlerinin durdurulması ”ndan oluşmaktadır. Pasif savunmanın amacı; biyolojik saldırı sonucu ortaya çıkan zararı azaltmak veya en az düzeyde tutmaktır. Alınacak tedbirler, doğal olarak ortaya çıkan hastalıklar ile mücadelede başarılı oldukları görülen halk sağlığı uygulamalarıdır. Pasif savunma tedbirleri; saldırıdan önce, saldırı esnasında ve saldırı sonrasında alınacak tedbirler olmak üzere üç safhaya ayrılır.

Saldırı öncesinde standart temizlik uygulamaları ve atık kontrolü ile yeterli mikrobiyolojik kontrol sağlanabilir. Aşı planları tehdit kapsamında gözden geçirilmeli, planlanan aşılar zamanında yapılmalıdır.

Saldırı Sırasında , koruyucu maske takılır, elbiseler iliklenmeli, vücudun açık olan yerleri kapatılmalıdır.

Saldırı Sonrasında , kirlenmiş personelin üzerindeki potansiyel olarak kirlenmiş olan giysiler, koruyucu giysi giymiş personel tarafından en kısa sürede çıkartılmalıdır. Cilt temizliği % 0.5’lik sodyum hipoklorit (1/10 seyreltilmiş çamaşır suyu) çözeltisi ile yapılmalıdır. Biyolojik saldırıya maruz kaldığı belirlenen kazazedeler öncelikle karantinaya alınmalıdır.

Biyolojik Savaş Ajanlarının Tarihi Gelişimi ve Gelecekteki Önemi

Biyolojik silahlar; geniş bir alanda çok büyük çapta zayiata sebep olmaktadır, tespit edilmeleri zordur, üretilmeleri kolay ve ucuzdur, sebep olduğu hastalıkların tedavileri ise güç ve pahalıdır; bu özellikleri ile biyolojik silahlar benzersizdir. Ülkemiz; biyolojik silahların, stratejik, taktik ve terör amaçlı kullanımı riski altındadır. Biyolojik savaş ajanlarının ve biyolojik silahların üretimi; kimyasal, radyolojik ve nükleer silahlara kıyasla daha kolay ve ucuzdur.

İnsanlığın ilk çağlarında, ilkel kabileler tarafından düşmanlarını saf dışı bırakmak ve onlara üstünlük sağlamak maksadıyla, insan ve hayvan ölüleri, zehirli bitkiler ve zehirli hayvanlar kullanılmıştır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde mikroorganizmalar ve biyolojik toksinler hakkında daha fazla bilgiye sahip olunmuştur.

Biyolojik Savaş Ajanları (BSA), mikroorganizmalar (bakteri, virüs, vb.) ve biyolojik toksinlerden oluşmaktadır. Biyolojik kitle imha silahları olarak da adlandırılan biyolojik silahlar ise BSA’ların yayılması ve dağıtılmasında kullanılan çeşitli sistemlerdir. Mikroorganizmalar ve biyolojik toksinler, insan, hayvan, bitki ve çevre gibi doğal kaynaklardan kolaylıkla elde edilebilir ve BSA olarak kullanılabilir. Ayrıca laboratuvar şartlarında çeşitli uygulamalarla genetiği değiştirilerek zararlı hâle getirilmiş mikroorganizmalar da BSA olarak kullanılabilir.

Çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük ve tek hücreli canlılara “ mikroorganizma ” denilmektedir.

Mikroorganizmaların ve biyolojik toksinlerin kasıtlı kullanımı ile askerî birlikleri ve tesisleri hedef alan saldırılar “ biyolojik savaş ”, sivil halkı hedef alan saldırılar ise “ biyoterörizm ” olarak isimlendirilmektedir.

BSA’lar, az gelişmiş bir teknoloji, basit bir alt yapı ve düşük bir maliyet ile üretilip silah hâline getirilebilmektedirler. Biyolojik silahların bu özellikleri, fakir ülkeler ve teröristler için biyolojik silahları cazip hâle getirmektedir.

BS amacı ile üretilen, depolanan ve kullanılan mikroorganizmalara ve biyolojik toksinlere genel olarak Biyolojik Savaş Ajanı (BSA ) denilmektedir. SA’lar; insanlar, hayvanlar ve bitkilerde hastalık ve ölüm, malzemelerde ise hasar oluşturabilmektedir. Kişiden kişiye bulaşma özelliklerinden dolayı çok fazla sayıda kişiyi etkileyebilir. BSA’ların etkileri genel olarak solunum ve sindirim sistemine verdikleri zarar şeklinde görülmektedir. Ayrıca göz, deri veya başka bir organda hastalık oluşumu görülebilmektedir.

BSA’nın atılmasını, yayılmasını veya dağıtılmasını sağlayan düzeneğe/sisteme “ Biyolojik Silah ” denilmektedir. Bu kapsamda; bir ok ya da bir mızrak, uçlarına BSA bulaştırılarak kolayca biyolojik silaha dönüştürülebilir. Biyolojik silahlar etkilerini hemen göstermezler, etkilerin görünmesi için bir kuluçka (inkübasyon) süresi vardır. Kuluçka süresi kullanılan BSA’ye göre değişiklik göstermektedir. Örneğin Botulinum toksininden kaynaklanan zehirlenmeler çok kısa sürede ölümlere sebep olabilirken, HIV virüsünün sebep olduğu AIDS’in belirtileri bulaştıktan yıllar sonra ortaya çıkabilmektedir. Bu süre içerisinde BSA’lar kişiden kişiye bulaşabilir ve yayılım artabilir.

Çok büyük çaplı kayıp ve zayiata neden olan, herhangi bir mikroorganizma veya .biyolojik toksinden oluşan silaha “ Biyolojik Kitle İmha Silahı ” denilmektedir.

BSA olarak kullanılan mikroorganizmalar ve toksinlerin bilinenin aksine pek çok faydalı kullanım alanları da mevcuttur. Örneğin; ekmek, yoğurt, kefir, sirke, boza, peynir, sucuk, turşu gibi pek çok mayalanmış (fermente) gıdanın üretilmesinde mikroorganizmalardan yararlanılmaktadır. Biyolojik atık su arıtımında, alkol gibi çeşitli endüstriyel ürünlerin üretiminde, maden yataklarının ıslah edilmesinde mikroorganizmalardan yararlanılır. Ayrıca sağlık, eczacılık ve kozmetik alanlarında mikroorganizmalar ve toksinler kullanılmaktadırlar. Barış şartlarında günlük hayatımızda faydalı olan bu mikroorganizmaların ve toksinlerin birer öldürücü BSA’ya ve biyolojik silaha dönüştürülmesi oldukça kolaydır.

Mikroorganizma ve toksinlerin hem faydalı olarak kullanılması hem de potansiyel bir BSA olmasına en çarpıcı örneklerden biri BOTOX ’dur. Clostridium botulinum olarak isimlendirilen bakterinin üretmiş olduğu toksin, bilinen en kuvvetli zehir olarak değerlendirilir ve halk arasında BOTOX olarak bilinmektedir. Potansiyel biyolojik savaş ajanı olan mikroorganizmalar ve toksinlerin aynı zamanda tıbbi amaçlı olarak kullanılabilmeleri de mümkündür.

Biyolojik Savaşın Tarihi Gelişimi

Tarihte bilinen en eski BSA kullanımı M.Ö. 14. yy’a dayanmaktadır. Hititler tarafından bulaşıcı hastalığa yakalanmış insan ve hayvanların düşman bölgesine gönderilerek bugün Tularemi olarak bilinen hastalık ile salgın oluşturmak amaçlanmıştır. M.Ö. 6. yy’da Asurlular tarafından çavdarmahmuzu (rye ergot) kullanılarak düşmanlarının içme suları zehirli hâle getirilmiştir. Aynı dönemde Yunan general Solon tarafından ‘hellebore’ adlı bitki (müshil olarak kullanılan bir ot türü), kuşatma boyunca Kirra’nın su kaynaklarını zehirlemek amacıyla kullanılmıştır. Tarihte veba ve çiçek hastalığını da içeren birçok farklı hastalık etkeni BSA olarak kullanılmıştır.

1346’da Kaffa kuşatması sırasında Tatar ordusunda veba salgını patlak vermiştir. Karadeniz’in Kırım liman kenti olan Kaffa, Moğol Tatarlarınca üç yıl kuşatılıp alınamaması sonucunda ise, kendi içlerinde oluşan veba salgını sebebi ile ölen insanların cesetlerini ve vebalı pire taşıyan fareleri, mancınıklarla kaleye atarak Kaffa şehrine veba bulaştırmışlardır. 4 yıl içerisinde (1348–1352) 25–30 milyon insan biyolojik savaş neticesinde hayatını kaybetmiştir. 1422’de Prens Coribut, Bohemya’daki Hussite Savaşlarında ve Karlstejn kuşatmalarında, vebadan ölmüş askerlerin cesetlerini düşman hatlarına attırmıştır.

İspanyollar 1495 yılında Napoli’de Fransızlara lepralı (cüzzamlı) hasta kanı ile karıştırılmış şaraplar vermişlerdir. 1500’lü yıllarda İspanyol kâşif Pizarro tarafından, Orta ve Güney Amerika’da yerlilere çiçek virüsü ile kontamine edilmiş kıyafetler verilerek biyolojik savaş uygulanmıştır. 1763’te Kuzey Amerika’da İngiliz ve Fransız’lar arasında çıkan savaşta, Fransa tarafında yer alan Kızılderililere, Kuzey Amerika’daki İngiliz kuvvetlerinin komutanı olan Sir Jeffrey Amherst tarafından çiçek hastalarının yattığı hastaneden alınan kontamine battaniyeler ve mendiller dağıtılmıştır.

1618–1648 yıllarında Avrupa’da Katolikler ile Protestanlar arasındaki 30 yıl savaşlarında ortaya çıkan veba, tifüs, dizanteri, kızıl, tifo ve çiçek gibi salgın hastalıklar çok sayıda insanın ölümüne neden olmuş ve savaşların son bulmasında önemli etken olmuştur. Polonya ordusu 1650 yılında, kuduz köpek salyası içeren küreleri düşman birliklerine atmıştır. Kuzey Amerika’da yaşayan beyaz yerleşimciler ise 1800’lü yıllarda yerli halka çiçek ya da kızamık sebebiyle ölmüş kişilerin battaniyelerini dağıtmıştır. Almanlar, I. Dünya Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerin hayvanlarına hastalık bulaştırmış ve hayvan yemlerini kirletmişlerdir. Bu amaçla şarbon ve ruam kullanarak Romanya’dan Rusya’ya, ABD’den Fransa’ya ihraç edilecek koyunları hastalandırmışlardır.

Kimyasal ve biyolojik silahların kullanımı ilk kez 1925 yılında, 40 ülkenin Cenevre Protokolünü imzala ması ile yasaklanmıştır.

İngilizler 1942 yılında bomba şeklinde biyolojik silah sistemi geliştirerek, geliştirdikleri bombalara biyolojik savaş ajanı olarak şarbon bakterisini yüklemişlerdir. ABD başkanı Franklin Roosevelt’in önderliğinde 1942 yılında biyolojik savaş ajanlarının kullanımının araştırılması ve geliştirilmesine yönelik programlar başlatılmış ve Biyolojik Savaş Ajanı Komitesi kurulmuştur.

II. Dünya Savaşında BSA kullandığı tespit edilen tek ülke Japonya’dır. Japonya 1932 ve 1945 yılları arasında işgal ettiği Mançurya’da Dr. Shiro Ishii ve Dr. Kitasano Misaji komutasında biyolojik ve kimyasal silah çalışmalarını yürütmüşlerdir. Japon biyolojik silah geliştirme programının ana yürütücüsü olan 731 numaralı ünite, 150 bina ve 5 uydu kamptan oluşan yerleşkede 3000 bilim insanı ve teknisyenden oluşan kadro ile çalışmalarını yürütmüşlerdir. Bu çalışmalarda; şarbon, dizanteri, kolera, difteri, tetanos, menenjit ve kanamalı ateş etkenleri ile denemeler yapmışlardır. Bu deneyler sonucunda 10.000 mahkûmun hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.

Uygun bir çözücüde çözdürülmüş etken madde ile itici gazdan oluşan ve aletle çevreye püskürtüldüğü zaman küçük tanecikler hâlinde yayılan karışıma “Aerosol ” denilmektedir.

Müttefik kuvvetler tarafından I. Dünya Savaşı’nda ruam hastalık etkeni Doğu cephesinde Rus atları ve katırlarına yönelik olarak kullanmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında İtalya, Bulgaristan ve Yunanistan’da görülen “ Balkan Gribi ” ismini alan salgınların, BSA kullanımına bağlı Q Ateşi olduğu sonradan anlaşılmıştır. 14 Şubat 1970’te de biyolojik ve kimyasal olarak üretilen toksinler de bir bildiri ile yasaklanmıştır. BWC (Biological Weapons Convention- Biyolojik Silahlar Sözleşmesi) 1972’de imzaya açılmıştır.

22 Ocak 1975 tarihinde Biyolojik ve Toksin Savaş Ajanlarının üretimi, stoku ve geliştirilmesini yasaklayan Biyolojik Silahlar Sözleşmesi şu ana kadar 171 ülke tarafından imzalanmıştır. Ancak ilerleyen yıllarda bu sözleşmeye uyulmadığını gösteren örnekler bulunmaktadır. 1991 yılında ABD-Irak arasında çıkan Körfez Savaşında, Irak’ın şarbon, Botulinum toksini, aflatoksin ve risin gibi birçok BSA’ları roket ve sprey tanklarında silah hâlinde bulundurduğu saptanmıştır. 11 Eylül 2001 yılında Amerika’da Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırı sonrası, şarbon bakterisi içeren çok sayıda zarf gönderilmiştir. Son yıllarda ortaya çıkan AIDS, Deli Dana, Domuz Gribi, Kuş Gribi, Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), SARS ve Ebola gibi doğal olarak ortaya çıkan salgınlar, biyolojik savaş ihtimalini düşündürmektedir

Biyolojik Savaşla İle İlgili Son Gelişmeler

Fakirin atom bombası ” olarak bilinen biyolojik silahların potansiyel etkinliği, nükleer silahların etkinliği ile kıyaslanabilir düzeydedir.

Hastalık yapabilen her türlü organizma ya da madde “Patojen” olarak isimlendirilmektedir. Moleküler biyoteknolojinin ve gen mühendisliğinin çok hızlı gelişmesi ve elde edilen sonuçlar, hastalık yapıcı (patojen) mikroorganizmaların ve toksinlerin biyolojik savaş amacıyla kullanılmasını daha da kolay hâle getirmektedir. Tüm mikroorganizmalar patojen değildir. BS amacıyla çoğunlukla patojen mikroorganizmalar tercih edilmektedir.

BSA’ların Sınıflandırılması ve Genel Özellikleri

BSA’ları kaynaklarına ve önceliklerine göre olmak üzere iki farklı şekilde sınıflandırmak mümkündür. BSA’lar kaynaklarına göre:

  1. Bakteriler,
  2. Virüsler,
  3. Biyolojik Toksinler

olmak üzere başlıca üç gruba ayrılabilir. Bu sınıflandırmanın dışında yer alan riketsiyalar, klamidyalar ve mantarlar da BSA olarak kullanılabilmektedirler.

Bakterilerin Özellikleri ; Çıplak gözle görülemeyen tek hücreli canlılardır, genel olarak çapları 0.5-1 µm ve boyları 1-5 µm arasındadır, çekirdek, stoplazma ve hücre membranları vardır, basit bölünme ile ürer, doğada her yerde bulunabilir, antibiyotikler ile tedavi edilir, gıda, sağlık, eczacılık ve kozmetik sektörlerinde faydalı kullanım alanları vardır.

BSA olarak kullanılabilecek başlıca bakteriler ve sebep oldukları hastalıklar aşağıda listelenmiştir.

  1. Bacillus anthracis (Anthraks-Şarbon),
  2. Brucella türleri (Brucellosis-Bruselloz),
  3. Yersinia pestis (Veba),
  4. Vibrio cholerae (Kolera),
  5. Francisella tularensis (Tularemi).

Virüslerin Özellikleri; Bakterilerden çok daha küçüktür, yaşamak için canlı hücrelere ihtiyaç duyar. İçine girdikleri hücrenin kaynaklarını kullanır, genetik maddelerini çoğalttıktan sonra içinde bulundukları hücreleri parçalayarak ayrılır ve canlı yeni bir hücreye geçer. Antibiyotiklerle tedavi edilemez , antiviral ilaçlar ile tedavi mümkündür ancak bu ilaçlar oldukça az çeşitlidir ve kullanım alanları sınırlıdır, esas koruma aşı ile sağlanır ancak pek çoğuna karşı aşı henüz geliştirilememiştir.

BSA olarak kullanılabilecek başlıca virüsler ve sebep oldukları hastalıklar aşağıda listelenmiştir.

  1. Variola major (Çiçek hastalığı),
  2. Arenavirüsler (Ebola, Marburg),
  3. HIV (AIDS),
  4. Poliovirus (Çocuk felci),
  5. İnfluenza virüsleri (Grip).

Biyolojik Toksinlerin Özellikleri; Biyolojik toksinler; düşük dozlarda bile öldürücü olabilmektedirler, doğal koşullara dayanıklıdırlar, kolay üretilirler, taşınmaları ve yayılmaları kolaydır. Bu sebepler ile biyolojik toksinler, önemli ve kullanılma potansiyeli yüksek BSA’lardır. İnsanoğlu tarafından tarih boyunca, hayvanlardan, bitkilerden ve mikroorganizmalardan elde edilen toksinler savaşlarda ve özellikle terör saldırılarında suikast amacıyla kullanılmıştır. Toksinler canlı değildir.

Biyolojik toksinler kaynaklarına göre ; mikroorganizma kaynaklı toksinler, hayvan kaynaklı toksinler ve bitki kaynaklı toksinler olmak üzere başlıca üçe ayrılır:

Mikroorganizma kaynaklı toksinler : Mikroorganizmaların doğal olarak ürettikleri zehirlerdir.

BS açısından önemli olan mikroorganizma kaynaklı başlıca toksinler;

  1. Clostridium botulinum toksini (bilinen en kuvvetli zehirdir),
  2. Clostridium perfringens enterotoksini (dizanteri),
  3. Clostridium tetani toksini (tetanoz),
  4. Staphylococcal enterotoksin B (SEB) (dizanteri),
  5. Shigella toksini (dizanteri),
  6. Vibrio cholera toksini (kolera).

Hayvan kaynaklı toksinler: Hayvanların doğal olarak ürettikleri zehirlerdir. BS açısından önemli olan hayvan kaynaklı başlıca toksinler;

  1. Kobratoksin (Kobra yılan zehiri),
  2. Erabutoksin (Deniz yılanı zehiri),
  3. Batrakotoksin (Kurbağa zehiri).

Bitki kaynaklı toksinler : Bitkilerin doğal olarak ürettikleri zehirlerdir. BS açısından önemli olan bitki kaynaklı başlıca toksinler;

  1. Aflatoksin (Aspergillus flavus),
  2. Risin (Ricinus communis),
  3. Anatoksin A (Deniz yosunu Anasistis türleri)

Biyolojik Toksinler etki mekanizmalarına göre ; nörotoksinler (sinir sistemini etkileyen toksinler) ve sitotoksinler (hücreleri etkileyen toksinler) olmak üzere ikiye ayrılırlar

BSA’ların Önceliklerine Göre Sınıflandırılması

Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tarafından, kullanılma potansiyeli olan BSA’lar 3 bölümde (A, B, C) sınıflandırılmıştır.

A grubu, birinci en öncelikli BSA’lardır. Ortak özellikleri; Ülke güvenliği açısından yüksek risk oluşturur, kolayca yayılabilir veya kişiden kişiye kolayca bulaşabilir, yüksek ölüm oranları ile sonuçlanır, halk sağlığına büyük etki potansiyeline sahiptir. Kamusal panik ve sosyal bozulmaya neden olabilir, halk sağlığı için özel hazırlıklar gerektirir.

B grubu ikinci en öncelikli BSA’lardır. Ortak özellikleri; Yayılmaları orta derecede kolaydır, orta derecede bulaşıcıdırlar, düşük ölüm oranları ile sonuçlanır, özel geliştirilmiş tanı kapasitesi ve gelişmiş hastalık gözetimi gerektirirler.

C grubu üçüncü en öncelikli BSA’lardır. Ortak özellikleri; çeşitli değişimlere uğratılarak gelecekte kitlesel ölümlere sebep olabilecek önemi artan BSA’lardır. Üretilmeleri ve yaygınlaştırılmaları kolaydır, yüksek ölüm oranlarına ve yüksek hızda ölümlere sahip olabilirler, halk sağlığına büyük etki potansiyeline sahiptirler.

A,B,C grubu BSA’lar etken isimleri ve hastalık ismi/belirtiler çizelgeleri S:48-49’da incelenebilir.

Biyolojik Savaş Ajanlarının Genel Özellikleri

BSA’ların üretim maliyetleri düşüktür . Bazı BSA’lar bulaşıcıdır . Örneğin veba, çiçek, kuduz gibi hastalıkların etkenleri canlılar arasında bulaşarak salgın oluşturabilir.

Mikroorganizmaların vücuda girdikten sonra, hastalık meydana getirinceye kadar geçen zamana “ kuluçka süres i” denilmektedir. BSA’lar beş duyu ile hissedilemezler .

Saldırı amacı ile kullanılan BSA’nın meteorolojik şartların da etkisiyle kullanan taraf için tehlike oluşturmasına retroaktivit e tehlikesi denilmektedir.

BSA’ların retroaktivite tehlikesi vardır . BSA’lar %60-80 nem oranı olan ortamlarda canlılıklarını devam ettirip etkili olmaktadırlar.

BSA’ların hastalık oluşturmasına etki eden faktörler:

BSA’nın cinsi, BSA’nın vücuda giriş yolu, vücuda giren BSA miktarı, vücudun direnci, genetik farklılıktır. Kuvvetli yağışlar BSA’ların etkisini azaltmaktadır.

Biyolojik ve kimyasal savaş ajanlarının karşılaştırılması S:51, Çizelge 2.5’de incelenebilir.

BSA’ların Vücuda Giriş Yolları ve Yayılma Yöntemleri

BSA’ların hastalık oluşturabilmesi için insan vücuduna girmesi gerekmektedir. BSA’lar insan vücuduna; solunum, sindirim, deri, üreme organları ve göz konjonktivaları yolu olmak üzere 5 ana yolla girer.

BSA’ların insan vücuduna girişinde en önemli ve en tehlikeli giriş yolu; Solunum yoludur . Örneğin; şarbon bakterisi insan vücuduna deri yolu yerine, solunum yolu ile girmesi sonucunda hastalık ve ölüm ihtimali artmaktadır. BSA’lar ile kirletilmiş gıda ve suların tüketilmesi sonucu, BSA’lar ağız yoluyla sindirim sistemine alınırlar. Mantar, klamidya, bel soğukluğu, frengi gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar; cinsel temas dışında havuzlar, saunalar, tuvaletler gibi ortak kullanım alanlarından bulaşarak da hastalığa sebep olabilir.

BSA’lar, vücuda girişteki önceliklerine uyumlu olarak, Aerosol Yayılma Yöntemi, Sabotaj Yayılma Yöntemi ve Vektörler ile Yayılma Yöntemi olmak üzere üç ana yöntem ile yayılmaktadırlar.

  • Aerosol yayılma yöntemi solunum yolu ile,
  • Sabotaj yayılma yöntemi sindirim yolu ile,
  • Vektörler ile yayılma yöntemi deri yolu ile vücuda girmektedir.

Aerosol yolla yayılan BSA’lar vücuda solunum yolu ile girdiklerinden dolayı en etkili yayılma yöntemidir. Aerosol, sıvı ve katı olabilen çok küçük parçalara ayrılabilen bir gaz ortamında tutulan partiküllerden meydana gelir. Aerosol; toz, sis ve duman şeklinde görülebilir. Bu yöntemde BSA’lar püskürtülerek solunan havaya karıştırılır.

Sabotaj yayılma yönteminde gıdaların ve suların BSA ile kirletilerek, hedefe doğrudan doğruya gizlice uygulandığı yöntemdir. BSA’lar vücuda sindirim yolu ile girer.

Vektörler ile Yayılma Yöntemi BSA’ların arthropod vektörler (eklembacaklı taşıyıcılar) ile yayıldığı yöntemdir. BSA’lar bu yayılma yönteminde vücuda deri yolu ile girmektedir. Vektörler, “biyolojik vektörler” ve “mekanik vektörler” olmak üzere iki gruba ayrılır.

Mekanik Vektörler ; Mikroorganizmaların hayatları ile ilgili olmayan, mikroorganizmaları sadece taşıyan vektörlere mekanik vektörler denilmektedir. Örnek olarak karasinek tifo, kolera ve dizanteri gibi hastalık etkenlerini vücutlarında taşıyarak insanlara bulaştırır.

Biyolojik Vektörler: Mikroorganizmaların vektörün vücudunda gelişme evresi geçirdiği ve çoğaldığı vektörlere biyolojik vektörler denilmektedir. Örnek olarak sıtma hastalığının etkeni sivrisineklerin vücudunda bir çoğalma ve gelişme evresi geçirdikten sonra insanlara bulaşır. Halk sağlığı açısından önemli olan başlıca vektörler ve bulaştırdıkları hastalıklar: Karasinek: Tifo, kolera, dizanteri, Sivrisinek: Sıtma, ensefalit, Bit: Tifüs, Pire: Veba, Kene: KKKA (Kırım Kongo Kanamalı Ateşi), Çeçe sineği: Afrika uyku hastalığı.

Biyolojik Savaşa Karşı Savunma

Biyolojik savaşa karşı savunma; öncelikle BSA kullanılmasını önleme veya önlenemiyorsa meydana gelecek saldırıda/taarruzda BSA’ların personel üzerindeki etkilerini en aza indirme veya yok etme ögelerini içerir. Bunun için öncelikle saldırıda/taarruzda BSA kullanılıp kullanılmadığı tanımlanmalıdır.

BSA saldırısı ihtimalini akla getiren belirtiler ; Düşman uçaklarından püskürtmeler yapıldığının görülmesi, normal dışı sis ve duman görülmesi, aerosol bulutunun görülmesi, sararmış, solmuş, kurumuş, hasta görünüşlü bitkilerin varlığı, kısa süre içinde çok fazla sayıda insan ve hayvanın hastalanması veya ölmesi. Sebebi tespit edilemeyen insan ve hayvan ölümleri, normalden az sesli patlayan mermi veya bombalar görülmesi, mermi veya bombaların patlaması neticesinde tahrip oluşmaması, daha önce rastlanmayan değişik tipte ufak bombalara rastlanması, bir uçağın geçişi sonrası, evvelce rastlanmayan haşaratın görülmesi, bir bölgede daha önce görülmeyen hastalıkların aynı anda çok sayıda görülmesi. Hastalıkların doğal olarak görüldükleri mevsimlerin dışında mevsimlerde görülmesi, hastalıkların doğal olarak görüldükleri yaş gruplarının dışında yaş gruplarında görülmesidir.

Biyolojik savaşa karşı savunmada aktif ve pasif savunma tedbirl eri bulunmaktadır. Aktif savunma tedbirleri; “Düşman BSA tesislerini imha etmek ” ve “ Düşman biyolojik silah sistemlerinin durdurulması ”ndan oluşmaktadır. Pasif savunmanın amacı; biyolojik saldırı sonucu ortaya çıkan zararı azaltmak veya en az düzeyde tutmaktır. Alınacak tedbirler, doğal olarak ortaya çıkan hastalıklar ile mücadelede başarılı oldukları görülen halk sağlığı uygulamalarıdır. Pasif savunma tedbirleri; saldırıdan önce, saldırı esnasında ve saldırı sonrasında alınacak tedbirler olmak üzere üç safhaya ayrılır.

Saldırı öncesinde standart temizlik uygulamaları ve atık kontrolü ile yeterli mikrobiyolojik kontrol sağlanabilir. Aşı planları tehdit kapsamında gözden geçirilmeli, planlanan aşılar zamanında yapılmalıdır.

Saldırı Sırasında , koruyucu maske takılır, elbiseler iliklenmeli, vücudun açık olan yerleri kapatılmalıdır.

Saldırı Sonrasında , kirlenmiş personelin üzerindeki potansiyel olarak kirlenmiş olan giysiler, koruyucu giysi giymiş personel tarafından en kısa sürede çıkartılmalıdır. Cilt temizliği % 0.5’lik sodyum hipoklorit (1/10 seyreltilmiş çamaşır suyu) çözeltisi ile yapılmalıdır. Biyolojik saldırıya maruz kaldığı belirlenen kazazedeler öncelikle karantinaya alınmalıdır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.