Osmanlı´da İskan ve Göç Dersi 6. Ünite Özet
Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Osmanlı´da İskan ve Göç Dersi 6. Ünite Özet için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
Osmanlı Coğrafyasında Gerçekleşen Göçler (1750-1918)
Ev Göçü
Her dönemde Osmanlı coğrafyasında bir iç göçten bahsetmek mümkündür. Özellikle merkezi otoritenin bozulduğu dönemlerde iç göçler kitlesel bir boyut kazanmaktadır.
Kırsal göçün ana sebebini köylülerin kendi aralarında ve sipahiyle olan anlaşmazlıkları oluşturmaktaydı. Bir diğer sebep te toplum katmanları arasındaki hareketliliktir.
İç göçler daha ziyade bireysel ve grup göçleri şeklinde cereyan etmekteydi. Ama bazen kitlesel boyuta çıktığı da olmaktaydı. Doğal afetler, yangınlar, salgın hastalıklar, savaşlar vb. olaylar kitlesel iç göç dalgalarını gündeme getirmekteydi.
17. yüzyılda Celali hadiseleri sonrası kitlesel boyutta bir iç göç dalgası cereyan etti.18. yüzyılda güvenliği zedeleyen ve yeni göçlere zemin hazırlayan unsurların başında kapısız leventlerin eşkıyalık hareketleri gelir. 18. yüzyılda reayanın önemli bir kısmı köyünden kalkıp yine İstanbul veya civarındaki bir başka köye yerleşir. Gurbetçilerin memleketlerine gönderilmesine çalışılmıştır.
19. yüzyılda iç göçlerin kitlesel boyutta azaldığı buna karşılık bireysel ve grup bazında artarak devam ettiği söylenebilir. Bu dönemde Batılı sanayi kuruluşları Osmanlı liman kentlerinde acentelikler oluşturdular. Bu durum Anadolu’nun iç noktalarından liman kentlerine gelen gayrimüslimlerin daha kolay iş bulmasına vesile oldu. Müslümanlar ise daha ziyade kamu işyerlerinde istihdam edilmekteydiler.
Bir diğer iç göç ise kısa mesafeli olarak gerçekleştirilmekteydi. Köylerde işgücü fazlası erkek nüfus veya geçimini temin edemeyenler bağlı bulundukları sancak veya vilayet merkezi olan kentlere daimi veya mevsimlik olarak göç etmekteydiler.
Aşiret İskânı
Aşiretler Yayla ile kışlak arasındaki gidiş-gelişlerde yerleşik ahalinin malına ve canına zarar veriyorlardı. Aşiretlerin İskânı için ilk olarak nasihat ve ikna yöntemine başvuruldu. Bunda başarılı olunmadığı zaman askeri kuvvete başvuruluyordu. Ancak kesin ve kalıcı tedbir bütün aşiretlerin iskân edilmesinde bulunuyordu.
1840’dan itibaren konar-göçerler Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yerleştirilmeye çalışıldı. Amaç bir taraftan halkın refah ve güvenliğini arttırmak, diğer taraftan da Çukurova, Uzunyayla, Konya ve Dobruca gibi geniş ve verimli alanları şenlendirmekti.
1839- 1853 yılları arası 35- 40 bin kişi iskân edildi. 1865’de Fırka-i İslahiye teşkil olunarak Maraş ve Elbistan arasındaki aşiretlerin iskân edilmeleri sağlanmıştır. II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerinde de aşiret mensuplarını iskân faaliyetleri sürdürülmüştür.
Mora Göçmenleri
Rumlar Mora’da 1821’de isyan ettiler. İsyan 1824 yılına kadar gelişerek devam etti. Bağımsız Yunanistan devletinin kurulmasına, Türklerle Rumların birbirlerinden ayrılmalarına karar verdiler. Buna göre, Türkler Yunanistan’dan çıkartılacak ve malları Yunanlılar tarafından satın alınacaktı.
Yunanistan Attik ve Mora ile bu kara parçasının çevresindeki Eğriboz yarımadası, Kuzey Sporad ve Kiklad takımadalarından oluşan sahada kuruldu. Yunanistan’da 1821-1833 devresinde Türklerin bir kısmı katledilirken, sağ kalmayı başaranlar ocaklarını terk etmek zorunda kaldılar.
İsyan döneminde asiler, köy ve kasabaları teker teker basmaya başlayınca, ele geçirdikleri tüm kalelerde ve bölgelerde benzer faaliyetlerde bulundular. Türkler ya katledildiler ya da açlıktan telef oldular.
Katliamdan kurtulmayı başarabilenler başta Anadolu sahilleri olmak üzere daha güven duydukları yerlere göç ettiler. Kuşadası ve İzmir’e gelen Mora ve Atinalı göçmenler öncelikle Rumların terk ettiği meskenlere yerleştirildiler. Yiyecek ve giyecek ihtiyaçları karşılandı. Göçmenlerin bir bölümü gönüllü olarak Aydın ve Saruhan sancaklarına gitmeyi kabul etti. Morali göçmenlerden bir kısmının da Karaferiye, Varna, Filibe, Pazarcık, Yenişehir ve Edirne havalisine beşer onar hanelik gruplar hâlinde yerleştirilmesi yoluna gidildi. Morali göçmenlerden bazıları ise İstanbul’a gelmeyi tercih etmişlerdi.
1828-1829 Göçleri
1828-1829 Savaşı esnasında alkanlarda Rum ve Bulgar nüfus, Doğu Anadolu’da ise Ermeni tebaa Rus ordularını takiben Kırım ve Kafkasya’ya göçürüldüler. Ocakları işgal edilen veya işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalan Müslüman ahalinin bir kısmı en yakın dağlık veya ormanlık alana sığındı. Bazıları da işgal tehlikesi taşımadığını düşündükleri şehir ve kasabalara yöneldiler.
1828- 1829 Savaşı esnasında Doğu ve Kuzey Anadolu halkı işgal veya işgal tehlikesi üzerine göç yollarına düşebilmiştir. Uzak bölgelere gitmeyi göze alamayanlar ise yakındaki dağ köylerine, ormanlara, mağaralara sığındılar.
Cezayir ve Tunuslu Göçmenler
Fransa, 1830 yılında Cezayir’i işgal etti. İşgal sahasındaki Cezayirliler çekilerek Fransız kuvvetlerine karşı direndiler. Birçok yerleşim alanı tahrip edildi. Avrupa’dan Cezayir’e Hıristiyan göçünü teşvik edici kararları uygulamaya koydu. Fransız, İtalyan, İspanyol ve Maltalılardan oluşan bir koloni ortaya çıktı.
Yerli Müslümanlar ise baskılar yüzünden göç kararı aldılar.1830 öncesi ticaret veya sair sebeplerden dolayı Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu’da bulunan Cezayirlilerin bir kısmı ülkelerine dönerken bir kısmı Cezayir’i terk etti.
Fransa Cezayir’den sonra Tunus’u işgal etti. Benzer politikaları burada uyguladı. Mültecilerin büyük bir kısmı 1884’de memleketlerine döndü. Benzer tartışma ve uygulamalar Tunus halkı için de geçerli olmuştur. Tüccar veya göçmen sıfatıyla Türkiye’de yerleşen Cezayir ve Tunuslular 1918 tarihinden itibaren ülkelerine dönmeye başladılar.
Kırım Göçmenleri
Kırım Hanlığının Osmanlı himayesine girmesini müteakip Kırım’dan pek çok kişi Rumeli ve Anadolu’ya geldi. Kırım Bağımsızlık dönemini Rusya’nın müdahaleleri sonucu iç çatışmalarla geçirdi. Rusya, 1783 yılında Kırım’ı işgal ve ilhak etti. Halkı Osmanlı ülkesine sürdüler.
İlk dalga 1792-1793 yıllarında gerçekleşti. Bunu 18021803, 1812-1813 ve 1830’lu yıllardaki dalgalar takip etti. En büyük göç dalgası ise 1853-1856 Kırım Harbi’ni müteakip on yıl içinde oldu. Nogaylar 1859’da Osmanlı coğrafyasına yönelik büyük bir göç hareketini başlattılar. Söz konusu göçleri 1874, 1890 ve 1902 göç dalgaları takip etti. Kırım göçmenleri Anadolu ve Rumeli’ye geldiler ve iskân edildiler.
Kırım’dan Osmanlı coğrafyasına yönelik göçler Birinci Dünya Savaşı’na kadar ferdî boyutlarda devam etti. 1774- 1922 tarihler arasında yaklaşık 1.800.000 Kırım Türk’ü Osmanlı coğrafyasına göç etmiştir.
Kafkas Göçmenleri
Rusya kuzey Kafkasya’ya sokulmaya başlayınca Rus-Çerkez çatışması patlak verdi. Kuban bölgesindeki Müslümanlar genel bir kıyıma maruz kaldılar. Bu umumî kırımdan kurtulan Çerkez ve Nogaylar, Kuban nehrinin sol sahiline iltica ederken Nogayların bir kısmı da Ruslar tarafından Kırım Türklerinin terk ettiği topraklara tehcir edildi.
Rusya, bu projesini Güney Kafkasya’da biraz farklı uyguladı. Gürcistan’ı ele geçirdi ve Anadolu ile İran üzerine yapacağı seferlerde burayı bir üs olarak kullanmayı tasarladı. Böylece Dağıstan ve Çerkezistan arkadan kuşatılırken Iran ve Osmanlı Devleti’ne karşı da kuvvetli bir harekât üssü temin edildi.
1863-1864 yıllarından sonra Kafkasya’dan Anadolu’ya ve Rumeli’ye yönelik kitle göçleri yeniden başladı. Rusya, Çerkezleri vatanlarını terk etmeye zorladı. Kırım ve Kafkas toplulukları hür olmak, can, mal ve ırz güvenliklerini teminat altına alabilmek amacıyla göç kararı aldılar.
1877-1878 Savaşı’m müteakip göç yine kitlesel boyuta ulaştı ve 1877-1900 yılları arasında Doğu Anadolu ve Kafkasya’dan en az 300 bin kişi göç etti.
Göçmenler 1864 yılına kadar Karadeniz limanlarının yanı sıra daha ziyade İstanbul’a geliyorlardı. 1863 sonrası göçmen sayısı hızla artınca, göçmenler en kısa yoldan iskân mahalline sevk edilmek üzere Karadeniz limanlarına gönderildiler. Bununla birlikte, Akdeniz sahiline gidecek olanlar İstanbul’a çıkarılıyordu. Rumeli’de toplam 175 bin Kafkas göçmeni yerleştirildi.
Doksanüç Göçü
Doksanüç Savaşı başlayınca Türk askeri makamları daha iyi savunma yapabilmek adına Tuna’ya kadar çekildiler ve sivil halka da Tuna’nın güneyine çekilmeyi tavsiye ettiler. Osmanlı kuvvetlerinin başarılı olamaması sonucu 27 Haziran 1877’de Tuna’yı geçen Ruslar kısa sürede Balkanlara ulaştı. Balkanlardan bu süreçten sonra on binlerce Müslüman yaşamını kaybetti.
Savaş döneminde Türk nüfus fiumnu, Ruscuk, Silistre ve Rodoplar’da varlığını korudu. Zira bu sahaya Rus askeri girememişti. Savaş sonrası ocaklarına dönmesi beklenilen göçmenler mümkün mertebe Rumeli topraklarında yerleştirilmeye çalışıldı. Buralarda yerleştirilemeyenler zorunlu olarak Anadolu’daki vilayetlere sevk edildiler.
Berlin Antlaşması ile sözde Osmanlı Devleti’ne bağlı Bulgaristan Emareti kuruldu ve Türklere azınlık statüsü verildi. Bu nüfusu yok etmek için dünya kamuoyuna rağmen açıktan kitle imha siyasetini sürdüremeyen Bulgaristan, Türk toplumunu Türkiye’ye göçürmek suretiyle yok etmeyi plânladı.
Bulgar idaresinin Bulgarları çoğunluk hale getirmek için izlediği bir diğer yol, komşu ülkelerin vatandaşı olan Bulgarları Bulgaristan’a göç etmeye teşvik etmekti.
Savaş esnasında Balkanlarda katliam, açlık ve hastalıktan 500 bin Türk öldü. Bu durumdan kurtulmayı başarabilen 1.200.000’i aşkın Türk göç etti. Anadolu’ya sevk edilen göçmenler iki yol takip ettiler. Birinci grup İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçerken diğer grup Varna, Ahyolu Bergosu, Tekirdağ, Dedeağaç ve Selanik gibi Rumeli sahilindeki liman ve iskelelerden Anadolu’ya hareket etti.
Doksanüç Harbi’nin bir diğer cephesi de Kafkaslar ve Doğu Anadolu topraklarıdır. Berlin Antlaşmasıyla Erzurum ve Trabzon vilâyetleri Ruslara verildi. Anadolu’ya yaklaşık olarak 120 bin göçmen geldi. 1890- 1891 yılında Kırım’dan yaklaşık 18-20 bin göçmen geldi.
Resmî istatistiklere göre 1877-1891 tarihleri arasında Sohum göçmenleri hariç 700 binden fazla göçmen Rumeli’den Anadolu’ya sevk edilirken Kuban, Kırım, Kafkasya, Batum, Sohum ve Kars civarından Anadolu’ya en az 300 bin göçmen geldi.
Boşnakların Göçü
Bosna-Hersek, 17. yüzyılın sonlarından itibaren Türk hâkimiyetinden çıkan topraklarda yaşayan Müslümanların sığınağı oldu. 1804 isyanı ve sonrasında Sırpların baskı ve zulmüne dayanamayan Müslüman ahalinin bir kısmı Kosova, Makedonya, Tuna ve Anadolu’ya iltica ederken bir kısmı da Bosna’ya sığındı.
Berlin Antlaşması ile Bosna-Hersek’in idaresi Avusturya’ya bırakıldı ve Avusturya işgale başladı. Bosna-Hersek Müslümanları 1878’den beri gördükleri baskı, zulüm, tecavüz ve düşmanlıktan bahisle İstanbul’a dilekçe gönderdiler. Ferdî olarak göç eden göçmenleri Osmanlı devleti kabul etti. 1882-1900 tarihleri arasında Bosna-Hersek’ten Türk hâkimiyetindeki topraklara 120 bini aşkın göçmen geldi.
Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı sonrası göç hareketi tekrar hız kazandı. Sadece 1910 yılı içinde 17 bin kişi Türkiye’ye göç etti. 1904-1914 tarihleri itibarıyla göçmen sayısı 33 bini buldu.
Boşnakların göç ettikleri yerlerin başında Yenipazar sancağı gelir. Rumeli topraklarında yerleştirilemeyenler deniz ve kara yolu ile İstanbul’a geliyordu. Anadolu’ya sevk edilen göçmenler, Eskişehir, Adapazarı, Biga, İzmit, Ankara ve Anadolu demiryolları güzergâhına yerleştirildi.
Girit Göçmenleri
1866 da Girit adasında geniş ölçekli bir isyan çıkaran ada Rumları geçici bir hükümet kurarak Yunanistan’a iltihak kararı aldı. 23 Ekim 1878’de Halepa Sözleşmesi imza edildi. 1888’de sözleşme şartlarına uyulmadığı iddiasıyla isyan eden Rumlar Müslüman halka karşı kaba kuvvete başvurdular. Bu ortamda adada kendileri için can ve mal güvenliğinin kalmadığına inanan Müslümanlar Anadolu’ya göç etmeye başladılar. 1899’da anayasanın ilanı Girit Müslümanlarının göçüne kitlesel bir boyut kazandırdı.
5 Ekim 1908’de Girit Meclisi adanın Yunanistan’a bağlandığını ilan etti. Sivil Müslümanların can güvenliğini temin etmemeleri adada yeni bir göç dalgasına sebebiyet verdi. Sonuç olarak Girit’ten Anadolu’ya Müslüman halkın göçü 1899’da anayasanın ilan edilmesinden itibaren hız kazandı. Göç önce köylerden kentlere, ikinci aşamada da kentlerden Anadolu’ya yönelik gerçekleşti.
Bütün bu gelişmelere rağmen adada kalmayı sürdüren Müslümanlar mübadele sözleşmesi sürecinde Türkiye’ye göç ettiler.
Trablusgarp ve Bingazi Göçmenleri
Sömürgecilik siyaseti izlemeye başlayan İtalya’nın göz diktiği yerlerden birisi de Trablusgarp ve Bingazi idi. 29 Eylül 1911 tarihinde işgale başladı. İşgalde başarısız olan İtalyanlar Bu başarısızlıklarını kamuoyundan saklamak ve Türkleri barışa zorlamak amacıyla Oniki adayı işgal ettiler.
İtalyanlar savaş esnasında ele geçirdikleri esir ve yerli halkın bir kısmını gruplar halinde idam ederken, bir kısmını da sürdüler. Trablusgarp ve Bingazi mültecileri, genellikle İtalyanlar tarafından Fiume ve Marsilya gibi şehirlere sevk ediliyorlardı. Trablusgarp mültecilerinin takip ettiği bir diğer yol, İskenderiye-Beyrut- İstanbul hattı idi. Trablusgarp ve Bingazi mültecilerinin toplam sayısı bilinmemekle beraber kitlesel boyut kazanmadığı söylenebilir.
Balkan Savaşları ve Göç
Balkan devletleri 30 Eylül 1912’de seferberlik ilan ettiler. Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ 17-18 Ekim 1912’de Osmanlı devletine savaş açtılar. Ardından Müslüman sivil halkı yok etme politikasını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlere giriştiler. Kırsal alandaki Müslümanlar çözümü şehirlere sığınmakta buldu. Bazı şehirlerin Müslüman ileri gelenleri ise tedhiş ve katliamdan kurtulmanın çaresini direnmeden teslim olmakta buldular.
Savaş esnasında Üsküp şehrinin Müslüman halkı çareyi teslim olmakta bulmuştu. Sırplar Üsküp’ten sonra Manastır’ı işgal ettiler. Kurtulan yaklaşık 15 bin kişi Manastır’a sığınmıştı. İşgal sonrası göçmenler başta Selanik olmak üzere en yakın liman ve iskelelere ulaşmaya çalışıyorlardı.
İşgal sahasındaki ahalinin sığındığı kentlerden birisi de Selanik’ti. 9 Kasım 1912’de şehirdeki göçmen sayısı 50 bini bulmuştu. İkinci Balkan Savaşı esnasında Selanik kentine 135 bin Müslüman göçmen geldi.
Müslüman halkın kitlesel olarak sığınmaya çalıştığı şehirlerden birisi de Edirne’ydi. Kuşatma anında şehirdeki mülteci sayısı yaklaşık 20 bin civarındaydı. Edirne 26 Mart 1913’de düştü. Baskı ve uygulamalar üzerine savaş sonrası göçler devam etti.
Birinci Balkan Savaşı esnasında Bulgarlar Edirne- Çatalca hattına kadar gelince, yöre halkı İstanbul ve Anadolu’ya çekildi. Bir kısmı da Gelibolu’ya gitti. İstanbul’a gelen göçmen sayısı 100 bini bulmaktaydı. Ayrıca 20 bin göçmen de yola çıkmıştı. Türklerle birlikte birçok Rum aile de Gelibolu ve Çanakkale’ye göç eder.
Balkan devletleri coğrafyasında ikamet eden ve o devletlerin vatandaşı olan Müslümanlar da göç kervanına katılır. Balkan mültecilerinin toplam sayısı 413.922’dir.
Şark Mültecileri
Rusya Mayıs 1915- Nisan 1916 tarihleri arasında Van, Bitlis, Muş, Erzurum, Gümüşhane, Erzincan ve Trabzon’u işgal etti. Bu esnada bir milyonu aşkın Müslüman katledildi. Katliamdan kurtulmayı başarabilenler ırz, namus ve can güvenliğini sağlamak amacıyla iç bölgelere iltica ettiler.
Sarıkamış hezimeti üzerine Artvin, Borçka ve Acara ahalisinin büyük bir kısmı memleketlerini terk edip Trabzon’a sığınmıştı. Erzurum’un düşmesi de Trabzon ahalisinin göç hareketini hızlandırdı.
Rusların Harşit deresine kadar ilerlemeleri üzerine Giresun ve Ordu işgal tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine yöredeki mülteciler ve yerli ahali yeni bir felâketle karşılaşmamak düşüncesiyle deniz veya kara yoluyla Samsun’a kadar çekilmeyi tercih ettiler. Samsun ve havalisinde Aralık 1916 tarihine kadar 85 bini aşkın mülteci birikti. Salgın hastalık, kıtlık, izdiham ve benzeri sorunlardan kurtulabilmek amacıyla mültecilerden bazıları çözümü Sinop, İnebolu, İzmit, Amasya ve Çorum gibi yerleşmelere gitmekte buldular. Böylece yeni bir göç dalgası başladı.
Karadeniz sahilinde söz konusu nüfus hareketleri meydana gelirken Ermeni baskı ve zulmünü gören ve duyan Ağrı, Pasinler ve Erzurum’un Müslüman ahalisinin bir kısmı Erzincan ve Bayburt üzerinden Sivas’a sığındı. Aralık 1916 tarihine kadar Sivas’a gelen mülteci sayısı 300 bini bulmuştu.
Van, Bitlis ve Muş havalisinden hareket eden mülteciler ise Ergani veya Silvan yoluyla Diyarbakır’a geliyorlardı. Elazığ, Diyarbakır ve Urfa hattında biriken mülteci sayısı 200 bini buldu. Diyarbakır’daki izdihamı hafifletmek amacıyla mültecilerin bir kısmı Siverek üzerinden Urfa havalisine, diğer kısmı da Mardin-Resülayn havalisine sevk edildi. Halep ve Musul’a da mülteci sevk ve iskân edildi.
Erzincan Mütarekesi’ni (18 Aralık 1917) müteakip Ruslar işgal ettikleri yerlerden çekilince Mülteciler, bir an önce ocaklarına kavuşma telaşına kapıldılar. Geri dönmek durumunda olan Türk, Rum ve Ermenilerin sayısı yaklaşık 900 bini bulmaktaydı. Bu arada, mültecilerin bir kısmı geçici olarak yerleştikleri yerlerden ayrılmak istemiyordu.
Batı Anadolu Göçmenleri
15 Mayıs 1919’dan itibaren Batı Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgali yeni bir mülteci sorununu gündeme getirdi. Türkler Yunanların uyguladığı yok etme ve göçe zorlama siyaseti karşısında ilk tepkisi kaçmak oldu. Yunanların zulmüne dayanamayan Türk köylüsü kaçıp göçmeye başladı. Göç eden Türk köylüsünün ilk hedefi kendini güvende hissedeceği en yakın Türk köyüne sığınmaktı.
Yunan kuvvetlerinin söz konusu politikası ve uygulamaları sonucu 60 bini Ay’dın ve havalisinden, 40 bini Bergama, Menemen ve Manisa civarından olmak üzere yaklaşık 100 bin kişi yerini yurdunu terk ederek mülteci konumuna düştü.
Yunan işgal sahasında yaklaşık 640 bin Müslüman ölmüş, kabaca 860 bin Türk savaşı canlı atlatabilmişti. İsmet Paşa’nın Lozan’da sunduğu rapora göre, Yunan işgaline düşen bölgede 1.500.000 Anadolu Türk’ü ya göçmüş veya ölmüştü.
Ev Göçü
Her dönemde Osmanlı coğrafyasında bir iç göçten bahsetmek mümkündür. Özellikle merkezi otoritenin bozulduğu dönemlerde iç göçler kitlesel bir boyut kazanmaktadır.
Kırsal göçün ana sebebini köylülerin kendi aralarında ve sipahiyle olan anlaşmazlıkları oluşturmaktaydı. Bir diğer sebep te toplum katmanları arasındaki hareketliliktir.
İç göçler daha ziyade bireysel ve grup göçleri şeklinde cereyan etmekteydi. Ama bazen kitlesel boyuta çıktığı da olmaktaydı. Doğal afetler, yangınlar, salgın hastalıklar, savaşlar vb. olaylar kitlesel iç göç dalgalarını gündeme getirmekteydi.
17. yüzyılda Celali hadiseleri sonrası kitlesel boyutta bir iç göç dalgası cereyan etti.18. yüzyılda güvenliği zedeleyen ve yeni göçlere zemin hazırlayan unsurların başında kapısız leventlerin eşkıyalık hareketleri gelir. 18. yüzyılda reayanın önemli bir kısmı köyünden kalkıp yine İstanbul veya civarındaki bir başka köye yerleşir. Gurbetçilerin memleketlerine gönderilmesine çalışılmıştır.
19. yüzyılda iç göçlerin kitlesel boyutta azaldığı buna karşılık bireysel ve grup bazında artarak devam ettiği söylenebilir. Bu dönemde Batılı sanayi kuruluşları Osmanlı liman kentlerinde acentelikler oluşturdular. Bu durum Anadolu’nun iç noktalarından liman kentlerine gelen gayrimüslimlerin daha kolay iş bulmasına vesile oldu. Müslümanlar ise daha ziyade kamu işyerlerinde istihdam edilmekteydiler.
Bir diğer iç göç ise kısa mesafeli olarak gerçekleştirilmekteydi. Köylerde işgücü fazlası erkek nüfus veya geçimini temin edemeyenler bağlı bulundukları sancak veya vilayet merkezi olan kentlere daimi veya mevsimlik olarak göç etmekteydiler.
Aşiret İskânı
Aşiretler Yayla ile kışlak arasındaki gidiş-gelişlerde yerleşik ahalinin malına ve canına zarar veriyorlardı. Aşiretlerin İskânı için ilk olarak nasihat ve ikna yöntemine başvuruldu. Bunda başarılı olunmadığı zaman askeri kuvvete başvuruluyordu. Ancak kesin ve kalıcı tedbir bütün aşiretlerin iskân edilmesinde bulunuyordu.
1840’dan itibaren konar-göçerler Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yerleştirilmeye çalışıldı. Amaç bir taraftan halkın refah ve güvenliğini arttırmak, diğer taraftan da Çukurova, Uzunyayla, Konya ve Dobruca gibi geniş ve verimli alanları şenlendirmekti.
1839- 1853 yılları arası 35- 40 bin kişi iskân edildi. 1865’de Fırka-i İslahiye teşkil olunarak Maraş ve Elbistan arasındaki aşiretlerin iskân edilmeleri sağlanmıştır. II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerinde de aşiret mensuplarını iskân faaliyetleri sürdürülmüştür.
Mora Göçmenleri
Rumlar Mora’da 1821’de isyan ettiler. İsyan 1824 yılına kadar gelişerek devam etti. Bağımsız Yunanistan devletinin kurulmasına, Türklerle Rumların birbirlerinden ayrılmalarına karar verdiler. Buna göre, Türkler Yunanistan’dan çıkartılacak ve malları Yunanlılar tarafından satın alınacaktı.
Yunanistan Attik ve Mora ile bu kara parçasının çevresindeki Eğriboz yarımadası, Kuzey Sporad ve Kiklad takımadalarından oluşan sahada kuruldu. Yunanistan’da 1821-1833 devresinde Türklerin bir kısmı katledilirken, sağ kalmayı başaranlar ocaklarını terk etmek zorunda kaldılar.
İsyan döneminde asiler, köy ve kasabaları teker teker basmaya başlayınca, ele geçirdikleri tüm kalelerde ve bölgelerde benzer faaliyetlerde bulundular. Türkler ya katledildiler ya da açlıktan telef oldular.
Katliamdan kurtulmayı başarabilenler başta Anadolu sahilleri olmak üzere daha güven duydukları yerlere göç ettiler. Kuşadası ve İzmir’e gelen Mora ve Atinalı göçmenler öncelikle Rumların terk ettiği meskenlere yerleştirildiler. Yiyecek ve giyecek ihtiyaçları karşılandı. Göçmenlerin bir bölümü gönüllü olarak Aydın ve Saruhan sancaklarına gitmeyi kabul etti. Morali göçmenlerden bir kısmının da Karaferiye, Varna, Filibe, Pazarcık, Yenişehir ve Edirne havalisine beşer onar hanelik gruplar hâlinde yerleştirilmesi yoluna gidildi. Morali göçmenlerden bazıları ise İstanbul’a gelmeyi tercih etmişlerdi.
1828-1829 Göçleri
1828-1829 Savaşı esnasında alkanlarda Rum ve Bulgar nüfus, Doğu Anadolu’da ise Ermeni tebaa Rus ordularını takiben Kırım ve Kafkasya’ya göçürüldüler. Ocakları işgal edilen veya işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalan Müslüman ahalinin bir kısmı en yakın dağlık veya ormanlık alana sığındı. Bazıları da işgal tehlikesi taşımadığını düşündükleri şehir ve kasabalara yöneldiler.
1828- 1829 Savaşı esnasında Doğu ve Kuzey Anadolu halkı işgal veya işgal tehlikesi üzerine göç yollarına düşebilmiştir. Uzak bölgelere gitmeyi göze alamayanlar ise yakındaki dağ köylerine, ormanlara, mağaralara sığındılar.
Cezayir ve Tunuslu Göçmenler
Fransa, 1830 yılında Cezayir’i işgal etti. İşgal sahasındaki Cezayirliler çekilerek Fransız kuvvetlerine karşı direndiler. Birçok yerleşim alanı tahrip edildi. Avrupa’dan Cezayir’e Hıristiyan göçünü teşvik edici kararları uygulamaya koydu. Fransız, İtalyan, İspanyol ve Maltalılardan oluşan bir koloni ortaya çıktı.
Yerli Müslümanlar ise baskılar yüzünden göç kararı aldılar.1830 öncesi ticaret veya sair sebeplerden dolayı Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu’da bulunan Cezayirlilerin bir kısmı ülkelerine dönerken bir kısmı Cezayir’i terk etti.
Fransa Cezayir’den sonra Tunus’u işgal etti. Benzer politikaları burada uyguladı. Mültecilerin büyük bir kısmı 1884’de memleketlerine döndü. Benzer tartışma ve uygulamalar Tunus halkı için de geçerli olmuştur. Tüccar veya göçmen sıfatıyla Türkiye’de yerleşen Cezayir ve Tunuslular 1918 tarihinden itibaren ülkelerine dönmeye başladılar.
Kırım Göçmenleri
Kırım Hanlığının Osmanlı himayesine girmesini müteakip Kırım’dan pek çok kişi Rumeli ve Anadolu’ya geldi. Kırım Bağımsızlık dönemini Rusya’nın müdahaleleri sonucu iç çatışmalarla geçirdi. Rusya, 1783 yılında Kırım’ı işgal ve ilhak etti. Halkı Osmanlı ülkesine sürdüler.
İlk dalga 1792-1793 yıllarında gerçekleşti. Bunu 18021803, 1812-1813 ve 1830’lu yıllardaki dalgalar takip etti. En büyük göç dalgası ise 1853-1856 Kırım Harbi’ni müteakip on yıl içinde oldu. Nogaylar 1859’da Osmanlı coğrafyasına yönelik büyük bir göç hareketini başlattılar. Söz konusu göçleri 1874, 1890 ve 1902 göç dalgaları takip etti. Kırım göçmenleri Anadolu ve Rumeli’ye geldiler ve iskân edildiler.
Kırım’dan Osmanlı coğrafyasına yönelik göçler Birinci Dünya Savaşı’na kadar ferdî boyutlarda devam etti. 1774- 1922 tarihler arasında yaklaşık 1.800.000 Kırım Türk’ü Osmanlı coğrafyasına göç etmiştir.
Kafkas Göçmenleri
Rusya kuzey Kafkasya’ya sokulmaya başlayınca Rus-Çerkez çatışması patlak verdi. Kuban bölgesindeki Müslümanlar genel bir kıyıma maruz kaldılar. Bu umumî kırımdan kurtulan Çerkez ve Nogaylar, Kuban nehrinin sol sahiline iltica ederken Nogayların bir kısmı da Ruslar tarafından Kırım Türklerinin terk ettiği topraklara tehcir edildi.
Rusya, bu projesini Güney Kafkasya’da biraz farklı uyguladı. Gürcistan’ı ele geçirdi ve Anadolu ile İran üzerine yapacağı seferlerde burayı bir üs olarak kullanmayı tasarladı. Böylece Dağıstan ve Çerkezistan arkadan kuşatılırken Iran ve Osmanlı Devleti’ne karşı da kuvvetli bir harekât üssü temin edildi.
1863-1864 yıllarından sonra Kafkasya’dan Anadolu’ya ve Rumeli’ye yönelik kitle göçleri yeniden başladı. Rusya, Çerkezleri vatanlarını terk etmeye zorladı. Kırım ve Kafkas toplulukları hür olmak, can, mal ve ırz güvenliklerini teminat altına alabilmek amacıyla göç kararı aldılar.
1877-1878 Savaşı’m müteakip göç yine kitlesel boyuta ulaştı ve 1877-1900 yılları arasında Doğu Anadolu ve Kafkasya’dan en az 300 bin kişi göç etti.
Göçmenler 1864 yılına kadar Karadeniz limanlarının yanı sıra daha ziyade İstanbul’a geliyorlardı. 1863 sonrası göçmen sayısı hızla artınca, göçmenler en kısa yoldan iskân mahalline sevk edilmek üzere Karadeniz limanlarına gönderildiler. Bununla birlikte, Akdeniz sahiline gidecek olanlar İstanbul’a çıkarılıyordu. Rumeli’de toplam 175 bin Kafkas göçmeni yerleştirildi.
Doksanüç Göçü
Doksanüç Savaşı başlayınca Türk askeri makamları daha iyi savunma yapabilmek adına Tuna’ya kadar çekildiler ve sivil halka da Tuna’nın güneyine çekilmeyi tavsiye ettiler. Osmanlı kuvvetlerinin başarılı olamaması sonucu 27 Haziran 1877’de Tuna’yı geçen Ruslar kısa sürede Balkanlara ulaştı. Balkanlardan bu süreçten sonra on binlerce Müslüman yaşamını kaybetti.
Savaş döneminde Türk nüfus fiumnu, Ruscuk, Silistre ve Rodoplar’da varlığını korudu. Zira bu sahaya Rus askeri girememişti. Savaş sonrası ocaklarına dönmesi beklenilen göçmenler mümkün mertebe Rumeli topraklarında yerleştirilmeye çalışıldı. Buralarda yerleştirilemeyenler zorunlu olarak Anadolu’daki vilayetlere sevk edildiler.
Berlin Antlaşması ile sözde Osmanlı Devleti’ne bağlı Bulgaristan Emareti kuruldu ve Türklere azınlık statüsü verildi. Bu nüfusu yok etmek için dünya kamuoyuna rağmen açıktan kitle imha siyasetini sürdüremeyen Bulgaristan, Türk toplumunu Türkiye’ye göçürmek suretiyle yok etmeyi plânladı.
Bulgar idaresinin Bulgarları çoğunluk hale getirmek için izlediği bir diğer yol, komşu ülkelerin vatandaşı olan Bulgarları Bulgaristan’a göç etmeye teşvik etmekti.
Savaş esnasında Balkanlarda katliam, açlık ve hastalıktan 500 bin Türk öldü. Bu durumdan kurtulmayı başarabilen 1.200.000’i aşkın Türk göç etti. Anadolu’ya sevk edilen göçmenler iki yol takip ettiler. Birinci grup İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçerken diğer grup Varna, Ahyolu Bergosu, Tekirdağ, Dedeağaç ve Selanik gibi Rumeli sahilindeki liman ve iskelelerden Anadolu’ya hareket etti.
Doksanüç Harbi’nin bir diğer cephesi de Kafkaslar ve Doğu Anadolu topraklarıdır. Berlin Antlaşmasıyla Erzurum ve Trabzon vilâyetleri Ruslara verildi. Anadolu’ya yaklaşık olarak 120 bin göçmen geldi. 1890- 1891 yılında Kırım’dan yaklaşık 18-20 bin göçmen geldi.
Resmî istatistiklere göre 1877-1891 tarihleri arasında Sohum göçmenleri hariç 700 binden fazla göçmen Rumeli’den Anadolu’ya sevk edilirken Kuban, Kırım, Kafkasya, Batum, Sohum ve Kars civarından Anadolu’ya en az 300 bin göçmen geldi.
Boşnakların Göçü
Bosna-Hersek, 17. yüzyılın sonlarından itibaren Türk hâkimiyetinden çıkan topraklarda yaşayan Müslümanların sığınağı oldu. 1804 isyanı ve sonrasında Sırpların baskı ve zulmüne dayanamayan Müslüman ahalinin bir kısmı Kosova, Makedonya, Tuna ve Anadolu’ya iltica ederken bir kısmı da Bosna’ya sığındı.
Berlin Antlaşması ile Bosna-Hersek’in idaresi Avusturya’ya bırakıldı ve Avusturya işgale başladı. Bosna-Hersek Müslümanları 1878’den beri gördükleri baskı, zulüm, tecavüz ve düşmanlıktan bahisle İstanbul’a dilekçe gönderdiler. Ferdî olarak göç eden göçmenleri Osmanlı devleti kabul etti. 1882-1900 tarihleri arasında Bosna-Hersek’ten Türk hâkimiyetindeki topraklara 120 bini aşkın göçmen geldi.
Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı sonrası göç hareketi tekrar hız kazandı. Sadece 1910 yılı içinde 17 bin kişi Türkiye’ye göç etti. 1904-1914 tarihleri itibarıyla göçmen sayısı 33 bini buldu.
Boşnakların göç ettikleri yerlerin başında Yenipazar sancağı gelir. Rumeli topraklarında yerleştirilemeyenler deniz ve kara yolu ile İstanbul’a geliyordu. Anadolu’ya sevk edilen göçmenler, Eskişehir, Adapazarı, Biga, İzmit, Ankara ve Anadolu demiryolları güzergâhına yerleştirildi.
Girit Göçmenleri
1866 da Girit adasında geniş ölçekli bir isyan çıkaran ada Rumları geçici bir hükümet kurarak Yunanistan’a iltihak kararı aldı. 23 Ekim 1878’de Halepa Sözleşmesi imza edildi. 1888’de sözleşme şartlarına uyulmadığı iddiasıyla isyan eden Rumlar Müslüman halka karşı kaba kuvvete başvurdular. Bu ortamda adada kendileri için can ve mal güvenliğinin kalmadığına inanan Müslümanlar Anadolu’ya göç etmeye başladılar. 1899’da anayasanın ilanı Girit Müslümanlarının göçüne kitlesel bir boyut kazandırdı.
5 Ekim 1908’de Girit Meclisi adanın Yunanistan’a bağlandığını ilan etti. Sivil Müslümanların can güvenliğini temin etmemeleri adada yeni bir göç dalgasına sebebiyet verdi. Sonuç olarak Girit’ten Anadolu’ya Müslüman halkın göçü 1899’da anayasanın ilan edilmesinden itibaren hız kazandı. Göç önce köylerden kentlere, ikinci aşamada da kentlerden Anadolu’ya yönelik gerçekleşti.
Bütün bu gelişmelere rağmen adada kalmayı sürdüren Müslümanlar mübadele sözleşmesi sürecinde Türkiye’ye göç ettiler.
Trablusgarp ve Bingazi Göçmenleri
Sömürgecilik siyaseti izlemeye başlayan İtalya’nın göz diktiği yerlerden birisi de Trablusgarp ve Bingazi idi. 29 Eylül 1911 tarihinde işgale başladı. İşgalde başarısız olan İtalyanlar Bu başarısızlıklarını kamuoyundan saklamak ve Türkleri barışa zorlamak amacıyla Oniki adayı işgal ettiler.
İtalyanlar savaş esnasında ele geçirdikleri esir ve yerli halkın bir kısmını gruplar halinde idam ederken, bir kısmını da sürdüler. Trablusgarp ve Bingazi mültecileri, genellikle İtalyanlar tarafından Fiume ve Marsilya gibi şehirlere sevk ediliyorlardı. Trablusgarp mültecilerinin takip ettiği bir diğer yol, İskenderiye-Beyrut- İstanbul hattı idi. Trablusgarp ve Bingazi mültecilerinin toplam sayısı bilinmemekle beraber kitlesel boyut kazanmadığı söylenebilir.
Balkan Savaşları ve Göç
Balkan devletleri 30 Eylül 1912’de seferberlik ilan ettiler. Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ 17-18 Ekim 1912’de Osmanlı devletine savaş açtılar. Ardından Müslüman sivil halkı yok etme politikasını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlere giriştiler. Kırsal alandaki Müslümanlar çözümü şehirlere sığınmakta buldu. Bazı şehirlerin Müslüman ileri gelenleri ise tedhiş ve katliamdan kurtulmanın çaresini direnmeden teslim olmakta buldular.
Savaş esnasında Üsküp şehrinin Müslüman halkı çareyi teslim olmakta bulmuştu. Sırplar Üsküp’ten sonra Manastır’ı işgal ettiler. Kurtulan yaklaşık 15 bin kişi Manastır’a sığınmıştı. İşgal sonrası göçmenler başta Selanik olmak üzere en yakın liman ve iskelelere ulaşmaya çalışıyorlardı.
İşgal sahasındaki ahalinin sığındığı kentlerden birisi de Selanik’ti. 9 Kasım 1912’de şehirdeki göçmen sayısı 50 bini bulmuştu. İkinci Balkan Savaşı esnasında Selanik kentine 135 bin Müslüman göçmen geldi.
Müslüman halkın kitlesel olarak sığınmaya çalıştığı şehirlerden birisi de Edirne’ydi. Kuşatma anında şehirdeki mülteci sayısı yaklaşık 20 bin civarındaydı. Edirne 26 Mart 1913’de düştü. Baskı ve uygulamalar üzerine savaş sonrası göçler devam etti.
Birinci Balkan Savaşı esnasında Bulgarlar Edirne- Çatalca hattına kadar gelince, yöre halkı İstanbul ve Anadolu’ya çekildi. Bir kısmı da Gelibolu’ya gitti. İstanbul’a gelen göçmen sayısı 100 bini bulmaktaydı. Ayrıca 20 bin göçmen de yola çıkmıştı. Türklerle birlikte birçok Rum aile de Gelibolu ve Çanakkale’ye göç eder.
Balkan devletleri coğrafyasında ikamet eden ve o devletlerin vatandaşı olan Müslümanlar da göç kervanına katılır. Balkan mültecilerinin toplam sayısı 413.922’dir.
Şark Mültecileri
Rusya Mayıs 1915- Nisan 1916 tarihleri arasında Van, Bitlis, Muş, Erzurum, Gümüşhane, Erzincan ve Trabzon’u işgal etti. Bu esnada bir milyonu aşkın Müslüman katledildi. Katliamdan kurtulmayı başarabilenler ırz, namus ve can güvenliğini sağlamak amacıyla iç bölgelere iltica ettiler.
Sarıkamış hezimeti üzerine Artvin, Borçka ve Acara ahalisinin büyük bir kısmı memleketlerini terk edip Trabzon’a sığınmıştı. Erzurum’un düşmesi de Trabzon ahalisinin göç hareketini hızlandırdı.
Rusların Harşit deresine kadar ilerlemeleri üzerine Giresun ve Ordu işgal tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine yöredeki mülteciler ve yerli ahali yeni bir felâketle karşılaşmamak düşüncesiyle deniz veya kara yoluyla Samsun’a kadar çekilmeyi tercih ettiler. Samsun ve havalisinde Aralık 1916 tarihine kadar 85 bini aşkın mülteci birikti. Salgın hastalık, kıtlık, izdiham ve benzeri sorunlardan kurtulabilmek amacıyla mültecilerden bazıları çözümü Sinop, İnebolu, İzmit, Amasya ve Çorum gibi yerleşmelere gitmekte buldular. Böylece yeni bir göç dalgası başladı.
Karadeniz sahilinde söz konusu nüfus hareketleri meydana gelirken Ermeni baskı ve zulmünü gören ve duyan Ağrı, Pasinler ve Erzurum’un Müslüman ahalisinin bir kısmı Erzincan ve Bayburt üzerinden Sivas’a sığındı. Aralık 1916 tarihine kadar Sivas’a gelen mülteci sayısı 300 bini bulmuştu.
Van, Bitlis ve Muş havalisinden hareket eden mülteciler ise Ergani veya Silvan yoluyla Diyarbakır’a geliyorlardı. Elazığ, Diyarbakır ve Urfa hattında biriken mülteci sayısı 200 bini buldu. Diyarbakır’daki izdihamı hafifletmek amacıyla mültecilerin bir kısmı Siverek üzerinden Urfa havalisine, diğer kısmı da Mardin-Resülayn havalisine sevk edildi. Halep ve Musul’a da mülteci sevk ve iskân edildi.
Erzincan Mütarekesi’ni (18 Aralık 1917) müteakip Ruslar işgal ettikleri yerlerden çekilince Mülteciler, bir an önce ocaklarına kavuşma telaşına kapıldılar. Geri dönmek durumunda olan Türk, Rum ve Ermenilerin sayısı yaklaşık 900 bini bulmaktaydı. Bu arada, mültecilerin bir kısmı geçici olarak yerleştikleri yerlerden ayrılmak istemiyordu.
Batı Anadolu Göçmenleri
15 Mayıs 1919’dan itibaren Batı Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgali yeni bir mülteci sorununu gündeme getirdi. Türkler Yunanların uyguladığı yok etme ve göçe zorlama siyaseti karşısında ilk tepkisi kaçmak oldu. Yunanların zulmüne dayanamayan Türk köylüsü kaçıp göçmeye başladı. Göç eden Türk köylüsünün ilk hedefi kendini güvende hissedeceği en yakın Türk köyüne sığınmaktı.
Yunan kuvvetlerinin söz konusu politikası ve uygulamaları sonucu 60 bini Ay’dın ve havalisinden, 40 bini Bergama, Menemen ve Manisa civarından olmak üzere yaklaşık 100 bin kişi yerini yurdunu terk ederek mülteci konumuna düştü.
Yunan işgal sahasında yaklaşık 640 bin Müslüman ölmüş, kabaca 860 bin Türk savaşı canlı atlatabilmişti. İsmet Paşa’nın Lozan’da sunduğu rapora göre, Yunan işgaline düşen bölgede 1.500.000 Anadolu Türk’ü ya göçmüş veya ölmüştü.