Açıköğretim Ders Notları

Siyaset Sosyolojisi Dersi 5. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Siyaset Sosyolojisi Dersi 5. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Elitler Ve Siyaset

Elit Kavramı

Kökeni Latince “eligere” (seçmek) kelimesine dayanan elit kavramı, on yedinci yüzyılda üstün kalitedeki malları tanımlamakta kullanırken, bu kullanım zamanla üst düzey asker ya da liderler ve soylular gibi toplumsal grupları simgelemeye başlamıştır.

Her ne kadar on sekizinci yüzyılda Fransa’da yönetimin geleneksel elitler olarak tanımlanan aristokrasi ve ruhban sınıfının elinde değil, toplumun içinden çalışkanlıkları ve yetenekleriyle ön plana çıkan kesimin elinde olması gerektiği savunulsa da, on dokuzuncu yüzyılda geleneksel elitler, bir toplumu en iyi üst sınıfların yönetebileceğini iddia ederek elit kavramını üstlenmişlerdir.

Elit kavramının popüler hale gelmesine, klasik elitist düşünürler olarak değerlendirilen Vilfredo Pareto, Gaetano Mosca ve Robert Michels öncülük etmişlerdir. Genel olarak, Pareto’ya göre, elit kendi faaliyet alanlarında en üstün dereceye sahip insanların oluşturduğu sınıfken, Anthony Giddens ise, eliti toplumsal organizasyon ve kurumların en tepesinde bulunan ve formal olarak tanımlanmış karar verme pozisyonlarını işgal eden kişiler olarak tanımlamıştır.

Elitler üstünlüklerini koruyabilmek için din, bilgi, servet, soy gibi kriterlere başvurmuşlardır.

Elit Teorisinin Öncüleri

Elit kavramını ilk kullanan düşünürlerden biri olan Pareto, elitleri ekonomik güçlerin veya örgütsel yeteneklerin değil, tarih boyunca değişmez olduğuna inandığı insan niteliklerinin bir sonucu olarak görmektedir. Pareto elit olanlarla olmayanların ayrımını yeteneğe dayandırır ve yapılan işte en iyi dereceye sahip kişi elit sınıfından sayılır.

Pareto bu sınıflandırmada ahlaki değerleri elit sınıfa girebilmek için bir ölçüt olarak göz etmez. Bu davranış da O’nun Makyavelist olmakla nitelendirilmesine neden olmuştur.

Pareto’ya göre elitler yönetici ve yönetici olmayanlar olarak ikiye ayrılır. Yöneticiler ise kendi içinde siyasal iktidarı kullanan bir iç grup ve iktidar üzerinde etkili olan dış grup olarak ayrılırlar.

“Elitlerin Dolaşımı” kuramı, Pareto’nun elitler sınıfına girmek için gerekli olduğunu iddia ettiği yeteneğe dayalıdır. Bu yetenek başkasına aktarılamadığı için zamanla eski elitlerin yerini yeni elitler alır. Pareto’nun elitler dolaşımına ilişkin analizinde “türevler” ve “kalıntılar” kavramları ön plana çıkar. Türevler, toplumun siyasal, ekonomik, dinsel vb. sistemleriyle ilgili görüş ya da teorileri temsil ederken, kalıntılar bir insanın duygularını, sezgilerini doğrudan yansıtan değişmez ruhsal durumlarıdır. Kalıntılar kurnazlığı temsil eden tilkiler ve gücü, istikrarı temsil eden aslanlar olarak ikiye ayrılır. Pareto’ya göre ideal elit ikisinin karışımı olmalıdır.

Mosca elitleri yönetici sınıf olarak adlandırır. Yönetici sınıf azınlık, yönetilen ise çoğunluktur. Yönetici sınıf üst katman ve alt katman olarak ikiye ayrılır. Alt katman bilim adamları, mühendisler, aydınlardan oluşur ve toplumla bağlantı kurması için üst katmana yardım hatta yeni elitler sağlarlar. Mosca, tek bir kişinin halkı veya halkın kendi kendini iktidarı kullanarak yönetemeyeceğini, yönlendirilmeye muhtaç olduğunu ve toplumun bir azınlık tarafından yönetilmesinin kaçınılmaz olduğunu savunur. Dolayısıyla ona göre yönetenyönetilen ayrımı doğal olarak zorunluluk teşkil eder.

Mosca, azınlığın çoğunluk üzerinde hakimiyet sağlayabilmesini örgütlenmeyle ilişkilendirir. Azınlık çoğunluğa göre daha çabuk örgütlenir ve buna sahip oldukları yetenek eklenince üstünlük sağlarlar. Mosca yönetici sınıf değişimini Pareto’nun tersine sadece psikolojik değil sosyolojik bakış açısından da değerlendirir.

Mosca’ya göre yönetici sınıfının en temel koşulu sosyal güçlere hakim olmak ve iyi kontrol edebilmektir. Eğer yönetici sınıf yeni çeşitli sebeplerden dolayı yeni oluşan sosyal güçleri kontrol etmekte sorunlar yaşarsa yerini başka yöneticilere bırakmak zoruna kalacaktır. Mosca’ya göre yönetici sınıfta kalmanın parametreleri sabit değildir. Sosyal öncelikleri değiştiği takdirde yönetici sınıf da yerini başkasına bırakır. Her koşulda oligarşi devam eder.

Michels, yaptığı siyasal incelemelerle “oligarşinin demir yasası” kavramını ortaya koymuştur. Elit kontrolüne yönelik bir eğilimi reddeden örgütlerde bile, oligarşinin ortaya çıktığını düşünmektedir. Demokrasinin bile aslında işleyişi ile fiili durumu arasında bir uyuşmazlığın olduğunu, kitlelerin tam anlamıyla kendi başlarına yönetemeyeceği, dolayısıyla örgütlenmiş bir azınlığa ihtiyaç duyulduğunu düşünmektedir. Aslında demokratik olduğunu savunan örgütlenmeler bile oligarşik yapının belirmesidir. Michels örgütlenmenin uzmanlaşma ve iş bölümü gerektirdiği için bu işi yetkin kimselerin yapabileceği ve böylece lider bir grubun ön plana çıkacağını düşünmektedir.

Michels, örgütlerin uzman niteliklerine sahip bu lider grup tarafından yönetilme durumuna oligarşinin demir yasası demektedir. Michels genel olarak çoğunluğun hükmedebileceği bir yönetim biçiminin olmadığını savunur. Çoğunluğun yönetiminin söz konusu olduğu demokrasi düşüncesinde bile önemli kararların az sayıda ama güçlü ve örgütlenmiş bir azınlığın aldığını belirtir. Michels’in bu görüşleri 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tartışılmaya başlanmış ve demokrasi teorilerin tartışılması gerektiği düşüncesini hissettirmeye başlamıştır.

Demokratik Elitizm

Elit teorisinin demokrasi kavramıyla ters düştüğüne inanılırken, ortaya iki teoriyi birleştiren fikirler çıkmaya başlamıştır. Öncülüğünü Joseph Schumpeter’in yaptığı demokratik elitizm anlayışı, demokrasi kavramının yeniden tanımlanmasına katkı sağlamıştır. Schumpeter demokrasiyi halk tarafından yönetilme değil, halk tarafından seçilen kişilerce yönetilme olarak tanımlar. Seçmenin elitleri kontrol etmesinin tek yolu, istemediği taktirde bir sonraki seçimde onlara oy vermemesidir.

Harold D. Laswell ise elit bir grubun seçim ve referandum gibi çeşitli yollarla yönetilenler karşısındaki hesap verme sorumluluğu sağlanmışsa, o toplumun demokratik olabileceğini düşünmektedir.

Robert Dahl, demokrasinin günümüzdeki işleyişini “poliarşi” (çokluk yönetimi) olarak tanımlar. Schumpeter’le Dahl karşılaştırıldığında Schumpeter’in sorunu, demokrasinin işleyişini anlamakken; Dahl, elitlerarası yarışmaya, toplumun bütünü içinde, çoğulcu bir yayılma ve destek aramakta, yani demokrasinin işleyişini anlamanın yanı sıra demokrasinin gelişmesini sağlamaya da odaklanmaktadır.

Giovanni Sartori ise, demokrasiyi “seçimli poliarşi” olarak tanımlarken, demokrasiyi liderliği yarışmalı bir yöntemle yenilenmesi olarak görmektedir. Bu teoride ön plana çıkan değer seçimdir. Demokratik elitizm, elit teorisinin iktidarın farklı gruplara açık olması, rekabet, seçim ve hesap verebilirlik gibi demokrasinin belirli değerleriyle bezenmesini ifade etmektedir.

Eleştirel Bir Yaklaşım: C.Wright Mills ve İktidar Eliti

Mills, toplumların bir azınlık grup tarafından idare edildiği gerçeğini göz önünde bulundurarak ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gözlemlerine dayanarak genel olarak iktidar elitini şöyle tanımlar: benzer yaşam tarzına ve dünya görüşüne sahip, aynı sosyal çevrelerde bulunan, aynı okullarda eğitim gören kişiler. Bu kişilerin alt sınıfı yönetebilmesinin sebebi homojen bir organizasyon olmaları değil, kurumlardaki komuta mevkilerini işgal etmiş olmalarıdır.

Mills iktidar elitlerinin hayatın her alanında beraber olarak birbiriyle kurduğu yakın ilişkilerin, onların tam bir birlik içinde olmasını sağlayarak çoğunluğu yönetmesine olanak verdiğini düşünmektedir.

Mills’e göre iktidar elitleri toplumda önemli mevkileri ele geçirenlerdir. Siyasi liderler, şirketlerin üst düzey yöneticileri ve üst düzey askeri yöneticilerden oluşan iktidar eliti gruplarından biri günün gereklerine göre yönetimde daha baskın rol oynar. Mills’e göre günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nde askeri grup baskın iken, Domhoff’a göre büyük şirketlerin sahipleri ve üst düzey yöneticileri baskın durumdadır. Mills’in görüşlerini ülkemizin yönetim durumu bağlamında değerlendirdiğimizde aslında Türkiye’deki iktidar eliti kavramını irdelemek için Mills’in yaklaşımının ele alınmasının faydalı olabileceği görülmektedir.

Türkiye’de İktidar Eliti İçinde Bürokrasinin Konumu

Türkiye’de siyasi, bürokratik ve ekonomik alandan gelen üst düzey yetkililerden oluşan iktidar eliti, genel olarak Mills’in iktidar elitini betimlerken dile getirdiği özelliklere sahip bir grup olarak karşımıza çıkmaktadır. Mills’in bir grubun üstünlüğü tezi Türkiye için değerlendirildiğinde Türkiye’deki baskın grup bürokratik elitlerdir.

Bürokrasinin teknik bilgi ve uzmanlık üzerindeki kontrolü, ona kamu politikasını belirleme veya etkileme konusunda çok önemli bir imkan sunmaktadır. Siyasetçiler uzmanlığa sahip olmadıkları için bürokratik elitler verilen kararlar aşamasında ön plana çıkar. Bürokratların bir politikanın amaç ve içeriğine yönelik kişisel ve örgütsel tercihleri ve tutumları, o politikanın uygulanması üzerinde önemli etkilere sahiptir.

Tanzimat döneminden itibaren modernleşmenin yönlendirici gücü olarak kabul gören bürokrasi, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren büyük bir statü ve prestij elde ederek, Türkiye’de her zaman için siyasal yaşamın belirgin aktörlerinden biri olmuştur. Türkiye’de bürokrasi temelde siyasetçiler tarafından yapılan kamu politikasını uygulayan değil, kendisi politika yapmaya soyunan bir kurum olarak belirmiştir.

Türkiye’de bürokrasinin siyasal sistemde bir güç merkezi olması ve siyasal roller üstlenmesinin arka planında yatan temel neden, Türk bürokrasisinin kurumsallaşma sürecinde, “özsel ussallıktan” “araçsal/biçimsel ussallığa” geçememesidir. Türkiye’nin modernleşme süreci, bürokrasinin rolü bakımından kendisinden beklenen sonuçları üretmemiştir. Söz konusu süreçte, siyaset ve bürokrasinin rollerinin ayrımlaşmasını ve tanımlanmasını ifade eden dikey işlevsel farklılaşmanın tam anlamıyla gerçekleştirilememesi nedeniyle, bürokrat siyasal kararlara da müdahil olma yetkisi elde etmiş ve bir elit gruba dönüşmüştür.

Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan itibaren, küreselleşme ve Avrupa Birliği’ne uyum sağlama gibi girilen hızlı değişim sürecinde, Türkiye’de demokratikleşme veya kamu yönetiminde yeniden yapılanma başlığı altındaki reform girişimleri, elitler arasındaki yeni bir denge arayışı ve bürokrasinin üstünlüğüne son verme veya gücünü kırma olarak değerlendirilebilir.

Gerçekleştirilen reformlar, Türkiye’deki demokratik ilke ve standartların yükseltilmesi çerçevesinde özsel ussallıktan araçsal ussallığa yönelmiş bir bürokrasiyi inşa etmeyi açıklamaktadır.

Türkiye’de karar alma süreçlerine halkın katılımını, yönetimde şeffaflığı ve hesap verebilirliği, yetki devrini ve hukukun üstünlüğünü vurgulayan birçok yasanın kabul edilmesi, kurumsal düzenlemenin yapılması ve uygulamanın başlatılması, Türkiye’de bürokrasinin, vatandaşa hizmet için var olan bir mekanizma olarak araçsal bir değere sahip olmasını ve karar alma ve politika oluşturma sürecindeki rolünün teknik uzmanlığa indirgenmesini sağlamaya yönelik girişimler olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’de son yıllarda gerçekleştirilen reformlara bakıldığında, devlet-piyasa veya devlet-birey ayrımları çerçevesinde, piyasa, birey ve seçilmişler lehine yapılan tercihler, Türkiye’deki elit gruplar arasındaki güç dengesini de etkileyecek niteliktedir.

Elit Kavramı

Kökeni Latince “eligere” (seçmek) kelimesine dayanan elit kavramı, on yedinci yüzyılda üstün kalitedeki malları tanımlamakta kullanırken, bu kullanım zamanla üst düzey asker ya da liderler ve soylular gibi toplumsal grupları simgelemeye başlamıştır.

Her ne kadar on sekizinci yüzyılda Fransa’da yönetimin geleneksel elitler olarak tanımlanan aristokrasi ve ruhban sınıfının elinde değil, toplumun içinden çalışkanlıkları ve yetenekleriyle ön plana çıkan kesimin elinde olması gerektiği savunulsa da, on dokuzuncu yüzyılda geleneksel elitler, bir toplumu en iyi üst sınıfların yönetebileceğini iddia ederek elit kavramını üstlenmişlerdir.

Elit kavramının popüler hale gelmesine, klasik elitist düşünürler olarak değerlendirilen Vilfredo Pareto, Gaetano Mosca ve Robert Michels öncülük etmişlerdir. Genel olarak, Pareto’ya göre, elit kendi faaliyet alanlarında en üstün dereceye sahip insanların oluşturduğu sınıfken, Anthony Giddens ise, eliti toplumsal organizasyon ve kurumların en tepesinde bulunan ve formal olarak tanımlanmış karar verme pozisyonlarını işgal eden kişiler olarak tanımlamıştır.

Elitler üstünlüklerini koruyabilmek için din, bilgi, servet, soy gibi kriterlere başvurmuşlardır.

Elit Teorisinin Öncüleri

Elit kavramını ilk kullanan düşünürlerden biri olan Pareto, elitleri ekonomik güçlerin veya örgütsel yeteneklerin değil, tarih boyunca değişmez olduğuna inandığı insan niteliklerinin bir sonucu olarak görmektedir. Pareto elit olanlarla olmayanların ayrımını yeteneğe dayandırır ve yapılan işte en iyi dereceye sahip kişi elit sınıfından sayılır.

Pareto bu sınıflandırmada ahlaki değerleri elit sınıfa girebilmek için bir ölçüt olarak göz etmez. Bu davranış da O’nun Makyavelist olmakla nitelendirilmesine neden olmuştur.

Pareto’ya göre elitler yönetici ve yönetici olmayanlar olarak ikiye ayrılır. Yöneticiler ise kendi içinde siyasal iktidarı kullanan bir iç grup ve iktidar üzerinde etkili olan dış grup olarak ayrılırlar.

“Elitlerin Dolaşımı” kuramı, Pareto’nun elitler sınıfına girmek için gerekli olduğunu iddia ettiği yeteneğe dayalıdır. Bu yetenek başkasına aktarılamadığı için zamanla eski elitlerin yerini yeni elitler alır. Pareto’nun elitler dolaşımına ilişkin analizinde “türevler” ve “kalıntılar” kavramları ön plana çıkar. Türevler, toplumun siyasal, ekonomik, dinsel vb. sistemleriyle ilgili görüş ya da teorileri temsil ederken, kalıntılar bir insanın duygularını, sezgilerini doğrudan yansıtan değişmez ruhsal durumlarıdır. Kalıntılar kurnazlığı temsil eden tilkiler ve gücü, istikrarı temsil eden aslanlar olarak ikiye ayrılır. Pareto’ya göre ideal elit ikisinin karışımı olmalıdır.

Mosca elitleri yönetici sınıf olarak adlandırır. Yönetici sınıf azınlık, yönetilen ise çoğunluktur. Yönetici sınıf üst katman ve alt katman olarak ikiye ayrılır. Alt katman bilim adamları, mühendisler, aydınlardan oluşur ve toplumla bağlantı kurması için üst katmana yardım hatta yeni elitler sağlarlar. Mosca, tek bir kişinin halkı veya halkın kendi kendini iktidarı kullanarak yönetemeyeceğini, yönlendirilmeye muhtaç olduğunu ve toplumun bir azınlık tarafından yönetilmesinin kaçınılmaz olduğunu savunur. Dolayısıyla ona göre yönetenyönetilen ayrımı doğal olarak zorunluluk teşkil eder.

Mosca, azınlığın çoğunluk üzerinde hakimiyet sağlayabilmesini örgütlenmeyle ilişkilendirir. Azınlık çoğunluğa göre daha çabuk örgütlenir ve buna sahip oldukları yetenek eklenince üstünlük sağlarlar. Mosca yönetici sınıf değişimini Pareto’nun tersine sadece psikolojik değil sosyolojik bakış açısından da değerlendirir.

Mosca’ya göre yönetici sınıfının en temel koşulu sosyal güçlere hakim olmak ve iyi kontrol edebilmektir. Eğer yönetici sınıf yeni çeşitli sebeplerden dolayı yeni oluşan sosyal güçleri kontrol etmekte sorunlar yaşarsa yerini başka yöneticilere bırakmak zoruna kalacaktır. Mosca’ya göre yönetici sınıfta kalmanın parametreleri sabit değildir. Sosyal öncelikleri değiştiği takdirde yönetici sınıf da yerini başkasına bırakır. Her koşulda oligarşi devam eder.

Michels, yaptığı siyasal incelemelerle “oligarşinin demir yasası” kavramını ortaya koymuştur. Elit kontrolüne yönelik bir eğilimi reddeden örgütlerde bile, oligarşinin ortaya çıktığını düşünmektedir. Demokrasinin bile aslında işleyişi ile fiili durumu arasında bir uyuşmazlığın olduğunu, kitlelerin tam anlamıyla kendi başlarına yönetemeyeceği, dolayısıyla örgütlenmiş bir azınlığa ihtiyaç duyulduğunu düşünmektedir. Aslında demokratik olduğunu savunan örgütlenmeler bile oligarşik yapının belirmesidir. Michels örgütlenmenin uzmanlaşma ve iş bölümü gerektirdiği için bu işi yetkin kimselerin yapabileceği ve böylece lider bir grubun ön plana çıkacağını düşünmektedir.

Michels, örgütlerin uzman niteliklerine sahip bu lider grup tarafından yönetilme durumuna oligarşinin demir yasası demektedir. Michels genel olarak çoğunluğun hükmedebileceği bir yönetim biçiminin olmadığını savunur. Çoğunluğun yönetiminin söz konusu olduğu demokrasi düşüncesinde bile önemli kararların az sayıda ama güçlü ve örgütlenmiş bir azınlığın aldığını belirtir. Michels’in bu görüşleri 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tartışılmaya başlanmış ve demokrasi teorilerin tartışılması gerektiği düşüncesini hissettirmeye başlamıştır.

Demokratik Elitizm

Elit teorisinin demokrasi kavramıyla ters düştüğüne inanılırken, ortaya iki teoriyi birleştiren fikirler çıkmaya başlamıştır. Öncülüğünü Joseph Schumpeter’in yaptığı demokratik elitizm anlayışı, demokrasi kavramının yeniden tanımlanmasına katkı sağlamıştır. Schumpeter demokrasiyi halk tarafından yönetilme değil, halk tarafından seçilen kişilerce yönetilme olarak tanımlar. Seçmenin elitleri kontrol etmesinin tek yolu, istemediği taktirde bir sonraki seçimde onlara oy vermemesidir.

Harold D. Laswell ise elit bir grubun seçim ve referandum gibi çeşitli yollarla yönetilenler karşısındaki hesap verme sorumluluğu sağlanmışsa, o toplumun demokratik olabileceğini düşünmektedir.

Robert Dahl, demokrasinin günümüzdeki işleyişini “poliarşi” (çokluk yönetimi) olarak tanımlar. Schumpeter’le Dahl karşılaştırıldığında Schumpeter’in sorunu, demokrasinin işleyişini anlamakken; Dahl, elitlerarası yarışmaya, toplumun bütünü içinde, çoğulcu bir yayılma ve destek aramakta, yani demokrasinin işleyişini anlamanın yanı sıra demokrasinin gelişmesini sağlamaya da odaklanmaktadır.

Giovanni Sartori ise, demokrasiyi “seçimli poliarşi” olarak tanımlarken, demokrasiyi liderliği yarışmalı bir yöntemle yenilenmesi olarak görmektedir. Bu teoride ön plana çıkan değer seçimdir. Demokratik elitizm, elit teorisinin iktidarın farklı gruplara açık olması, rekabet, seçim ve hesap verebilirlik gibi demokrasinin belirli değerleriyle bezenmesini ifade etmektedir.

Eleştirel Bir Yaklaşım: C.Wright Mills ve İktidar Eliti

Mills, toplumların bir azınlık grup tarafından idare edildiği gerçeğini göz önünde bulundurarak ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gözlemlerine dayanarak genel olarak iktidar elitini şöyle tanımlar: benzer yaşam tarzına ve dünya görüşüne sahip, aynı sosyal çevrelerde bulunan, aynı okullarda eğitim gören kişiler. Bu kişilerin alt sınıfı yönetebilmesinin sebebi homojen bir organizasyon olmaları değil, kurumlardaki komuta mevkilerini işgal etmiş olmalarıdır.

Mills iktidar elitlerinin hayatın her alanında beraber olarak birbiriyle kurduğu yakın ilişkilerin, onların tam bir birlik içinde olmasını sağlayarak çoğunluğu yönetmesine olanak verdiğini düşünmektedir.

Mills’e göre iktidar elitleri toplumda önemli mevkileri ele geçirenlerdir. Siyasi liderler, şirketlerin üst düzey yöneticileri ve üst düzey askeri yöneticilerden oluşan iktidar eliti gruplarından biri günün gereklerine göre yönetimde daha baskın rol oynar. Mills’e göre günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nde askeri grup baskın iken, Domhoff’a göre büyük şirketlerin sahipleri ve üst düzey yöneticileri baskın durumdadır. Mills’in görüşlerini ülkemizin yönetim durumu bağlamında değerlendirdiğimizde aslında Türkiye’deki iktidar eliti kavramını irdelemek için Mills’in yaklaşımının ele alınmasının faydalı olabileceği görülmektedir.

Türkiye’de İktidar Eliti İçinde Bürokrasinin Konumu

Türkiye’de siyasi, bürokratik ve ekonomik alandan gelen üst düzey yetkililerden oluşan iktidar eliti, genel olarak Mills’in iktidar elitini betimlerken dile getirdiği özelliklere sahip bir grup olarak karşımıza çıkmaktadır. Mills’in bir grubun üstünlüğü tezi Türkiye için değerlendirildiğinde Türkiye’deki baskın grup bürokratik elitlerdir.

Bürokrasinin teknik bilgi ve uzmanlık üzerindeki kontrolü, ona kamu politikasını belirleme veya etkileme konusunda çok önemli bir imkan sunmaktadır. Siyasetçiler uzmanlığa sahip olmadıkları için bürokratik elitler verilen kararlar aşamasında ön plana çıkar. Bürokratların bir politikanın amaç ve içeriğine yönelik kişisel ve örgütsel tercihleri ve tutumları, o politikanın uygulanması üzerinde önemli etkilere sahiptir.

Tanzimat döneminden itibaren modernleşmenin yönlendirici gücü olarak kabul gören bürokrasi, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren büyük bir statü ve prestij elde ederek, Türkiye’de her zaman için siyasal yaşamın belirgin aktörlerinden biri olmuştur. Türkiye’de bürokrasi temelde siyasetçiler tarafından yapılan kamu politikasını uygulayan değil, kendisi politika yapmaya soyunan bir kurum olarak belirmiştir.

Türkiye’de bürokrasinin siyasal sistemde bir güç merkezi olması ve siyasal roller üstlenmesinin arka planında yatan temel neden, Türk bürokrasisinin kurumsallaşma sürecinde, “özsel ussallıktan” “araçsal/biçimsel ussallığa” geçememesidir. Türkiye’nin modernleşme süreci, bürokrasinin rolü bakımından kendisinden beklenen sonuçları üretmemiştir. Söz konusu süreçte, siyaset ve bürokrasinin rollerinin ayrımlaşmasını ve tanımlanmasını ifade eden dikey işlevsel farklılaşmanın tam anlamıyla gerçekleştirilememesi nedeniyle, bürokrat siyasal kararlara da müdahil olma yetkisi elde etmiş ve bir elit gruba dönüşmüştür.

Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan itibaren, küreselleşme ve Avrupa Birliği’ne uyum sağlama gibi girilen hızlı değişim sürecinde, Türkiye’de demokratikleşme veya kamu yönetiminde yeniden yapılanma başlığı altındaki reform girişimleri, elitler arasındaki yeni bir denge arayışı ve bürokrasinin üstünlüğüne son verme veya gücünü kırma olarak değerlendirilebilir.

Gerçekleştirilen reformlar, Türkiye’deki demokratik ilke ve standartların yükseltilmesi çerçevesinde özsel ussallıktan araçsal ussallığa yönelmiş bir bürokrasiyi inşa etmeyi açıklamaktadır.

Türkiye’de karar alma süreçlerine halkın katılımını, yönetimde şeffaflığı ve hesap verebilirliği, yetki devrini ve hukukun üstünlüğünü vurgulayan birçok yasanın kabul edilmesi, kurumsal düzenlemenin yapılması ve uygulamanın başlatılması, Türkiye’de bürokrasinin, vatandaşa hizmet için var olan bir mekanizma olarak araçsal bir değere sahip olmasını ve karar alma ve politika oluşturma sürecindeki rolünün teknik uzmanlığa indirgenmesini sağlamaya yönelik girişimler olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’de son yıllarda gerçekleştirilen reformlara bakıldığında, devlet-piyasa veya devlet-birey ayrımları çerçevesinde, piyasa, birey ve seçilmişler lehine yapılan tercihler, Türkiye’deki elit gruplar arasındaki güç dengesini de etkileyecek niteliktedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.