Açıköğretim Ders Notları

Siyasi Tarih 2 Dersi 4. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Siyasi Tarih 2 Dersi 4. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Soğuk Savaşta Tırmanma (1950-1962)

Çevrelemenin Kurumsallaşması ve Uluslararası Bunalımlar

1950’li yıllarda Batı Bloku’nun bölgesel askeri ittifaklarını Güneydoğu Asya ve Orta Doğu’ya genişletmesiyle birlikte Doğu Bloku da kendi ittifakını kurmuş ve bu çevrelemeden kurtulmak için çalışmıştır, fakat zamanla bu iki blok dışında bağlantısızlar adı verilen yeni bir siyasi akım da oluşmuştur. Aynı zamanda bu dönem, iki süper gücün savaşın eşiğine getirdikleri silahlanma yarışına da sahne olmuştur. Soğuk Savaş döneminin ilk beş yılı Çin devrimine kadar sürmüş ve diğer on yılı Asya’daki çatışmalarla devam etmiştir.

Türkiye, 25 Temmuz 1950’de alınan Bakanlar Kurulu Kararı’yla Kore’ye 4500 kişilik bir birlik göndermiştir. Türkiye’nin topraklarından bu kadar uzaktaki bir bölgeye asker göndermesinin temel nedeni NATO’ya üyelik isteğidir. Kore de süregelen savaş Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) arasındaki ilişkilerin de gerilmesine yol açmıştır. ABD’nin Tayvan’a yaptığı yardım ÇHC cephesinde iç işlerine müdahale olarak algılanmış ve bu durum ABD ve ÇHC’yi karşı karşıya getirmiştir. ÇHC bu duruma misilleme olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile yakınlaşarak, komünist Vietminh’e destek olmuş ve bu durum ABD’de komünizmin yayılması olarak algılanmış ve yeni politikalar geliştirilmesini gerektirmiştir.

Bu durumun etkileriyle birlikte Vietnam’da da işler ABD açısından iyi gitmemeye başlamıştı. Doğu Asya’da süregelen bu gelişmeler ABD’nin Japonya’ya bakış açısını değiştirmiş ekonomik ve askeri açıdan yakınlaşmasını sağlamıştır. Bu yakınlaşma Japonya ile sınırlı kalmamış Filipinler, Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Kore, Tayvan, İngiltere ve Fransa’yla çeşitli anlaşmalar imzalayarak komünizmin yayılmasını engelleme amacıyla çevreleme faaliyetlerine devam etmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB çevresinde güvenlik koridoru oluşturmak amacıyla Türkiye, Pakistan, Irak, İngiltere, ABD ve İran arasında ikili askeri ve teknik anlaşmaların ışığında, Bağdat’ta imzalanan bir anlaşmayla Bağdat Paktı’nı oluşturmuştur. Buna karşın SSCB’de Mısır, Çekoslovakya ve Suriye ile anlaşmalar imzalayarak doğuya girmişti çünkü bölge ülkeleri SSCB’nin aksine ABD’yi daha büyük tehdit olarak görmüş ve böylece ABD’nin kurmuş olduğu Bağdat Paktı’nın kuruluş amacını gerçekleştirememesine yol açmıştır. Bu durumun sonucunda Orta Doğu’da Batı müdahalesinden çekinen bölge ülkeleri SSCB ile iş birliğine ya da bağımsızlığa yönelmiştir.

Orta Doğu’ da güç dengeleri, İsrail Devletinin kurulması ve sömürge yönetimlerinin bitip İngiltere ve Fransa’nın bölgeden ayrılmasıyla iyiden iyiye değişmişti. Bu değişim beraberinde silahlı çatışmaları da getirmişti, ilk çatışma da Mısır’da geçekleşti, Süveyş Kanalını kontrolü altına almak isteyen Mısır yönetimine karşı İngiltere, Fransa ve İsrail Kanalı işgal etti. Bu durumda İsrail, Mısır savaşına gidecek sonuçlar oluşturmuştu. Bu dönemde karşımıza çıkan kavramlardan “Arap Birliği” anlamına gelen PanArabizm, tüm Arap halklarını tek bir devlet çatısı altında birleştirme ülküsüdür.

Bu dönemde başka bir anlaşmazlıkta Kıbrıs’ ta yaşanmış ve Türkler ve Rumlardan oluşan halk İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesine başlamıştır. Ada’nın Yunanistan’a bağlanması anlamına gelen “enosis”i savunan Kıbrıslı Rumlarla, Ada’nın iki halk arasında “taksim”ini savunan Kıbrıslı Türkler; İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğü altında anlaşmaya vardılar. Bu gelişmelerin ışığında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde imzalanan Londra Antlaşmasıyla Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmiştir.

Bunun dışında Irak yönetiminin Kuveyt’ in bağımsızlığını kabul etmeyip kendi topraklarına katmak isteğinden sonra İngiltere’de Kuveyt’e asker çıkararak buna engel olmuştur. Bu gelişmeler Orta Doğuda siyasi haritayı değiştirmekle kalmamış diğer yandan bölgede yönetimler el değiştirirken blokların ağırlıkları da değişmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa dünyanın merkezi özelliğini yitirmişti, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla Avrupa’da siyasi dengeler ABD yönüne kaymıştı, bununla birlikte iç ve dış politika da SSCB ve komünizm düşmanlığı üzerine kurulmaya başlandı. Böylece dünya Moskova önderliğindeki Komünist Dünya ve ABD önderliğindeki Özgür Dünya olarak ikiye ayrılmıştı.

Ellili yılların başlarında ABD çevreleme politikası çerçevesinde Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı’nı oluşturmuştu. Fakat bu birliktelikte başarılı bir anlaşma olamamıştı. Yine bu dönemde Federal Almanya üzerinde işgal baskısı da kalkmış, Doğu ve Batı Almanya arasında süre gelen sorunlar aynı zamanda Soğuk Savaş’ın iki tarafı içinde bir çatışma ortamı oluşturmuş ve Soğuk Savaş’ın simgesi olmuştu. Batı Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken İngiltere ve Fransa’nın da sömürgelerini kaybetmesiyle uluslararası sistemde yepyeni gelişmeler olmaya başlamıştı. Batı Avrupa’daki ekonomik bütünleşmenin ilk adımı Marshall Yardımı’nın eş güdümünü sağlamak için kurulan OEEC olmuştu. Bunu Mayıs 1951’de imzalanan antlaşmayla Fransa, FAC, İtalya ve Benelux ülkelerinin katıldığı Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu izledi. Fransa Dışişleri Bakanı Schumann’ın hazırladığı plan uyarınca söz konusu altı devlet kömür ve çelik üretimlerini uluslarüstü (supranasyonel) bir örgüt içerisinde bütünleştirdiler. Uluslarüstülük Bir örgüte üye olan devletlerin yetki ve egemenlik alanlarının bir bölümünü, kendi aralarında antlaşmalar yaparak, kurdukları örgütün organlarına devretmeleridir.

Bağlantısızlar ve Sömürgeden Kurtuluş (Dekolonizasyon)

İkinci Dünya Savaşı sonrasında sömürge yönetimleri bir bir son bulmaktaydı, bu sürece sömürgeden kurtuluş yani dekolonizasyon denmektedir. Bu süreçte birçok devlet bağımsızlığını ilan etmiştir. Çoğu Asya ve Afrika’da bulunan bu devletler Soğuk Savaş içindeki iki kamptan da uzak durmaya uzak durmayı tercih etmiştir. Bu devletlerden, başta Hindistan olmakla birlikte, Pakistan, Sri Lanka, Endonezya ve Burma, Bangdung’ta (Endonezya) bir toplantı düzenleyerek Soğuk Savaş’ın iki bloku dışında yeni bir güç oluşturma konusunda adımlar attılar. Yapılan bu konferansta, devletlerin ülke bütünlüğüne saygı, ekonomik ilişkilerde karşılıklı yarar ve barış içinde yaşama ilkeleri benimsendi. Bununla birlikte gündeme gelen önemli bir konu da sömürgeciliğin kınanmasıydı ve içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin de baskısıyla bu karar kabul edilmiştir. Belgrad’ta yapılan ikinci toplantıyla birlikte bağlantısızların iki bloka karşı politikaları iyiden iyiye güç kazanmaya başlamıştı.

1950’ler aynı zamanda Güney Amerika’daki gelişmelere sahne oldu. ABD bölgede komünist yapılanmayı engellemek amacıyla bölgedeki iç karışıklıklara ve darbelere destek vermiş, bu da Latin Amerika’daki ABD karşıtlığını körükleyerek bölgede protesto ve ayaklanmalara yol açmıştır. Bu ayaklanmaların en önemlisi Küba’da yaşanmıştır.

Fidel Castro liderliğinde gerçekleşen bu ayaklanmayla Batista yönetimi devrilmiş, Castro ve arkadaşları yönetime gelmiştir. Fakat bu ABD’nin hiç hoşuna gitmemiş ve bu yönetimi yıkmak adına girişimlerde bulunmuştur. Bu tutum da Castro hükümetinin SSCB ile yakınlaşmasına sebep olmuş, böylece Soğuk Savaş’ın zirvesini oluşturacak Küba Bunalımının temelleri de atılmıştır.

Sovyet Dış Politikası ve Doğu Bloku

İkinci Dünya Savaşı sonrası yıkıma uğrayan Sovyet Ekonomisi hızla yeniden yapılanmış ve eski düzeyini yakalamıştı.1953’te ekonominin gelişmesi çalışmalarının temelinde tarım reformu yatmaktaydı. 5 Mart 1953’te Stalin‘in ölümü ise SSCB’de iktidar sorununa yol açtı. SSCB‘de bu sorun kolektif yönetimle çözülmeye çalışılsa da, bu da görüş arılıklarına yol açmış ve sonunda yönetime ziraatçı geçmişe sahip Huruşov gelmişti. 1964’te sağlık nedenleriyle görevden ayrılan Huruşov SSCB’nin yaşarken görevden ayrılan ilk ve tek lideri olmuştur.

Yine bu dönemde yapılan Komünist Partisi (SBKP) 20. Olağan Kongresi’nde iç politika açısından önemli kararlar alınmıştı. Bu kararların en büyük etkisi de Stalin’den arındırma sürecinin resmen başlamasıydı. Ancak Stalin’e tavır almak rejim eleştirisi yapmak anlamına gelmekteydi. Kongre’de ayrıca “sosyalizme farklı yollardan gidilebileceği ilkesi” benimsendi. Bu ilke Bağlantısızlar’a yönelikti ve SSCB’nin Üçüncü Dünya’yla daha sıkı iş birliği yapabilmesinin de önünü açtı. Soğuk Savaş yıllarında daha ziyade Batılı yazarlar, ABD liderliğindeki Batı Bloku’nu “Birinci Dünya”, SSCB önderliğindeki Doğu Bloku’nu “İkinci Dünya” ve bu ikisine de dâhil olmayan Bağlantısız ülkeleri de “Üçüncü Dünya” olarak nitelendirmişlerdir. Bu tabir aynı zamanda, sömürgeden kurtulmuş az gelişmiş ülkeler için de kullanılmaktaydı. Kongrede tartışılan konulardan biri de bakanlar kurulu tarafından kabul edilen ABD’yi yakala ve geç politikası olmuştur. Bu politika çerçevesinde, ilk ürün 1950’lerde Kazakistan’ın kuzeyinde üretime açılan topraklarda yetiştirilmiştir. Ekonomi alanındaki yeniden yapılanma girişimlerinin tümü ‘’perestroykanın’’ başlaması anlamına gelmekteydi. 17-31 Ekim 1961 tarihinde toplanan SBKP 22. Kongresinde ise ‘’1970’te ABD’yi geçme’’, 1980’de de komünizme geçme kararı alınmıştı, fakat bu kararlar hiç gerçekleşememişti.

20. Kongre ve sonrasındaki gelişmeler SSCB dış politikasında da oldukça etkili olmuştur. Bu etkilerin başında farklı sosyoekonomik sistemlerin varlığına dayanan ‘’barış içinde bir arada yaşama’’ düşüncesinin SSCB dış politikasına yön vermeye başlaması gelir. Bu da Stalin’ in “SSCB’nin yanında olmayan karşısındadır” diye özetlenebilecek İki Kamp Teorisi’nin de reddedilmesi demektir. Stalin’den sonra SSCB dış politikasını özellikle kapitalist ülkeler açısından gözden geçirdi. İlk olarak 26 Temmuz 1953’te Kore’de ateşkes imzalayarak başlanmış ve daha sonra ABD, İngiltere, Fransa’yla Avusturya ve Almanya arasındaki sorunları gözden geçirme teklifinde bulunmuştur. Ocak- Şubat 1955’te yapılan toplantıda Almanya’nın durumu gündeme geldi ve ayrıca tarafsızlık ve askerden arındırılmışlık temeline dayanan “Bağımsız ve Demokratik Avusturya’nın kurulması” için devlet anlaşması yapıldı. Daha sonraları da Federal Almanya ile diplomatik ilişkiler kuruldu. Bu gelişmelerle birlikte Finlandiya, Norveç ve İngiltere ile ilişkiler iyileştirilmeye ve görüşmeler yapılmaya başlanmıştır. SSCB, Berlin ve Küba bunalımlarına rağmen Batı ile barış içinde yaşama politikasını sürdürmüştür.

20 Kongre’de ayrıca “Sosyalizme farklı yollardan gidilebileceği ilkesi benimsendi. SSCB, bu ilke çerçevesinde Bağlantısızlara yöneldi. Böylece bağımsızlığını yeni kazanmış Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkiler kuruldu. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı kazanılan zaferin ve SSCB’nin sömürgeci bir politika izlememesi Üçüncü Dünya ülkeleri ile yakınlaşmasını sağlamıştır. SSCB Orta Doğu politikasını da bu bağlamda şekillendirmiş ve batının çevreleme girişimlerini engellemek amacıyla bölge ülkeleriyle sıcak ilişkiler içine girmiştir. Bunu yaparken de ABD ile yarış içine girerek Batı emperyalizmine karşı bölge ülkelerine ekonomik ve askeri alanda yardımda bulunmuştu. Bölgede kurulmaya çalışılan askeri bağlaşmalara karşı Arap ülkeleriyle birlikte mücadele etti. Bağımsız devletlerle ilişkilerde SSCB hem bu devletlere ekonomik yardımlarda bulunup, krediler açıyor hem de bunu karşısında kendi ideolojilerini benimsetmeye çalışıyordu.

11 Mayıs 1955’te Avrupa’nın 8 sosyalist devleti, Arnavutluk, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Romanya, Çekoslovakya ve SSCB Varşova’da buluşarak dostluk, işbirliği ve karşılıklı yardım antlaşmasını imzaladılar. Böylece Doğu Bloku ülkelerini bir araya toplayan “Varşova Paktı” kurulmuş oldu.

Fakat işler hiçte istendiği gibi gitmedi ve 50’li yılların ortalarında Varşova Paktı üyeleri arasında görüş ayrılıkları ve sıkıntılar oluşmaya başladı. Bu sürecin sonunda düşmana karşı kurulan Varşova Paktı kendi üyelerine karşı işlev gören bir birliktelik oldu. Haziran ayında yayımlanan ortak bildiride “sosyalizme giden farklı yollar olduğunu” kabul eden SSCB, Aralık ayında “Titoizm” propagandasının önüne geçmeye çalışıyordu. Nisan 1958’de kabul edilen yeni parti programının ardından ise Yugoslavya’yı “revizyonist” ilan etti ve komünist dünya içerisindeki “Truva atı” biçiminde niteledi. Kökenini Truva Savaşı sırasında, Yunanlıların Truva kentini ele geçirmek için Truvalılara hediye ettiği tahta attan alan bu tabir, uluslararası ilişkilerde bir ülkeyi, örgütü ya da birimi denetim altına almak için oraya dışarıdan yerleştirilen unsurlar için kullanılır.

Çin-Sovyet anlaşmazlığı ise daha uzun bir sürece yayıldı, ilk başlarda 1950’de imzalanan ittifak ve SSCB’nin Mao yönetimine ekonomik ve askeri yardımı izledi. SSCB ve ÇHC arasında ilk sorunların başlangıcı her ne kadar 20. Kongre gibi görünse de SSCB’nin tek adam yönetimlerine karşı politikası ÇHC yönetiminde bir tehdit olarak algılanmıştı. Ayrıca SSCB komünist akımın liderliğini kaptırmamak amacıyla çeşitli çalışmalara girişti ve bu çalışmalarda ÇHC ile aralarının iyiden iyiye açılmasına neden oldu. Çünkü SSCB komünist bloğun liderliğini kaybetmiş ve ÇHC bu konuda önemli aşamalar kaydetmişti.

SSCB – ÇHC ayrılığının temelinde ideolojik farklılıklar yatmaktadır. SSCB bir sanayi toplumu iken, ÇHC’de hala köylülük hakimdi. Bu da dünya üzerindeki sosyalistleri ikiye böldü. Bağımsızlıkları yeni kazanmış ülkelerin çoğu hala köylü topluluklar olduğu için ÇHC’nin yolundan gitmeye başladılar.

Silahlanma Yarışı

Soğuk Savaş aynı zamanda bir teknoloji yarışıydı. Yarış daha çok silahlanma teknolojisi üzerinden yapıldı. ABD ilk hidrojen bombasını 1 Kasım 1952’de denedi. 1953’te göreve gelen Başkan Eisenhower ulusal güvenlik konseyinin 162 sayılı çıkacak bir savaşta nükleer silahların kullanılabileceği kararını kabul etti. ABD kitlesel karşıtlık adını verdiği bu stratejiyi NATO stratejisi olarak kabul ettirdi. Böylece NATO üyesi devletlere herhangi bir saldırı durumunda buna nükleer silahlarla karşılık verilebileceği prensibi benimsenmiş oldu.

SSCB ise 4 Ekim 1957’de fırlattığı Sputnik adlı uydu ile kıtalar arası füze fırlatabilme yeteneği kazandığını da ispatlamış oldu. Bu da ABD topraklarını hedef haline getirmiş oldu. ABD’ de buna cevap olarak SSCB sınırına (İngiltere, İtalya ve Türkiye) orta menzilli füzeler yerleştirdi.

Teknoloji yarışını ayrıca bilgi toplama yarışı da takip etti ABD bu konuda gizli operasyonlarda kullanılmak üzere büyük bir bütçe ayırdı ve çok sayıda CIA personeli görevlendirdi. Ayrıca ABD ilk casus uçağı U-2’yi Moskova ve Leningrad üzerinde fotoğraflar çekmek üzere yolladı. SSCB’de buna yanıt olarak bir ABD casus uçağını düşürerek uçağın pilotunu canlı ele geçirdi.

Küba bunalımı iki süper güç arasındaki en önemli olaydı. 1 Ocak 1959’da Batista yönetimine son veren Küba devrimi SSCB’nin katkısı olmadan gerçekleşti fakat ABD yanı başında sosyalist bir devlet kurulmasını istememekteydi, bu nedenle Castro yönetimini devirmek amacıyla “Domuzlar Körfezi” çıkarmasını yaptı fakat bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Yeni Küba yönetimini ilk günden tanıyan SSCB’de Küba’ya füze üsleri kurmaya başladı. ABD deniz kuvvetleri de buna yanıt olarak Küba’yı kuşattı, SSCB ise bu durumun Küba’nın toprak bütünlüğüne zarar verdiği ve ABD’nin nükleer savaş yönünde adımlar attığını açıklayarak, eğer savaş başlarsa SSCB’nin de en şiddetli yanıtı vereceğini bildirdi.

Gerilim son aşamadayken SSCB ve ABD hükümetleri arasında yapılan temaslar ve SSCB’nin Küba’daki Füze rampalarını sökeceğini bildirmesi gerilimi çatışmaya varmadan durdurmuş oldu.

Bunalımın asıl nedeni ise ABD açısından bakıldığında Küba’nın, Sovyet yayılmacılığının kendi kıtasındaki diğer ülkelere kötü örnek oluşturmasıydı. SSCB içinse devrimin ayakta kalması ve nükleer dengesinin kabul edilmesiydi. SSCB için öncelikli amaç Küba’nın güvenliğini sağlamak; ikinci olarak da kendi sınırlarındaki füzeleri kaldırtmak Küba’ya yerleştirdiği füzeler aracılığıyla, ABD’nin nükleer vuruş gücü dengesini bozup, batıyla pazarlık gücünü arttırmaktı.

Küba Bunalımının ardından taraflar bir yandan nükleer silahlarını hareketli hale getirirken daha iyi saklamaya çabaladılar, öte yandan Moskova ve Washington arasında bir telefon hattı kurarak bu tür bunalımlarda doğrudan görüşme imkânına kavuştular. Bu da Soğuk Savaş’ta tırmanmanın zirvesinin aynı zamanda “yumuşama” döneminin başlangıcı olmasını sağladı.

Çevrelemenin Kurumsallaşması ve Uluslararası Bunalımlar

1950’li yıllarda Batı Bloku’nun bölgesel askeri ittifaklarını Güneydoğu Asya ve Orta Doğu’ya genişletmesiyle birlikte Doğu Bloku da kendi ittifakını kurmuş ve bu çevrelemeden kurtulmak için çalışmıştır, fakat zamanla bu iki blok dışında bağlantısızlar adı verilen yeni bir siyasi akım da oluşmuştur. Aynı zamanda bu dönem, iki süper gücün savaşın eşiğine getirdikleri silahlanma yarışına da sahne olmuştur. Soğuk Savaş döneminin ilk beş yılı Çin devrimine kadar sürmüş ve diğer on yılı Asya’daki çatışmalarla devam etmiştir.

Türkiye, 25 Temmuz 1950’de alınan Bakanlar Kurulu Kararı’yla Kore’ye 4500 kişilik bir birlik göndermiştir. Türkiye’nin topraklarından bu kadar uzaktaki bir bölgeye asker göndermesinin temel nedeni NATO’ya üyelik isteğidir. Kore de süregelen savaş Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) arasındaki ilişkilerin de gerilmesine yol açmıştır. ABD’nin Tayvan’a yaptığı yardım ÇHC cephesinde iç işlerine müdahale olarak algılanmış ve bu durum ABD ve ÇHC’yi karşı karşıya getirmiştir. ÇHC bu duruma misilleme olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile yakınlaşarak, komünist Vietminh’e destek olmuş ve bu durum ABD’de komünizmin yayılması olarak algılanmış ve yeni politikalar geliştirilmesini gerektirmiştir.

Bu durumun etkileriyle birlikte Vietnam’da da işler ABD açısından iyi gitmemeye başlamıştı. Doğu Asya’da süregelen bu gelişmeler ABD’nin Japonya’ya bakış açısını değiştirmiş ekonomik ve askeri açıdan yakınlaşmasını sağlamıştır. Bu yakınlaşma Japonya ile sınırlı kalmamış Filipinler, Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Kore, Tayvan, İngiltere ve Fransa’yla çeşitli anlaşmalar imzalayarak komünizmin yayılmasını engelleme amacıyla çevreleme faaliyetlerine devam etmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB çevresinde güvenlik koridoru oluşturmak amacıyla Türkiye, Pakistan, Irak, İngiltere, ABD ve İran arasında ikili askeri ve teknik anlaşmaların ışığında, Bağdat’ta imzalanan bir anlaşmayla Bağdat Paktı’nı oluşturmuştur. Buna karşın SSCB’de Mısır, Çekoslovakya ve Suriye ile anlaşmalar imzalayarak doğuya girmişti çünkü bölge ülkeleri SSCB’nin aksine ABD’yi daha büyük tehdit olarak görmüş ve böylece ABD’nin kurmuş olduğu Bağdat Paktı’nın kuruluş amacını gerçekleştirememesine yol açmıştır. Bu durumun sonucunda Orta Doğu’da Batı müdahalesinden çekinen bölge ülkeleri SSCB ile iş birliğine ya da bağımsızlığa yönelmiştir.

Orta Doğu’ da güç dengeleri, İsrail Devletinin kurulması ve sömürge yönetimlerinin bitip İngiltere ve Fransa’nın bölgeden ayrılmasıyla iyiden iyiye değişmişti. Bu değişim beraberinde silahlı çatışmaları da getirmişti, ilk çatışma da Mısır’da geçekleşti, Süveyş Kanalını kontrolü altına almak isteyen Mısır yönetimine karşı İngiltere, Fransa ve İsrail Kanalı işgal etti. Bu durumda İsrail, Mısır savaşına gidecek sonuçlar oluşturmuştu. Bu dönemde karşımıza çıkan kavramlardan “Arap Birliği” anlamına gelen PanArabizm, tüm Arap halklarını tek bir devlet çatısı altında birleştirme ülküsüdür.

Bu dönemde başka bir anlaşmazlıkta Kıbrıs’ ta yaşanmış ve Türkler ve Rumlardan oluşan halk İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesine başlamıştır. Ada’nın Yunanistan’a bağlanması anlamına gelen “enosis”i savunan Kıbrıslı Rumlarla, Ada’nın iki halk arasında “taksim”ini savunan Kıbrıslı Türkler; İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğü altında anlaşmaya vardılar. Bu gelişmelerin ışığında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde imzalanan Londra Antlaşmasıyla Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmiştir.

Bunun dışında Irak yönetiminin Kuveyt’ in bağımsızlığını kabul etmeyip kendi topraklarına katmak isteğinden sonra İngiltere’de Kuveyt’e asker çıkararak buna engel olmuştur. Bu gelişmeler Orta Doğuda siyasi haritayı değiştirmekle kalmamış diğer yandan bölgede yönetimler el değiştirirken blokların ağırlıkları da değişmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa dünyanın merkezi özelliğini yitirmişti, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla Avrupa’da siyasi dengeler ABD yönüne kaymıştı, bununla birlikte iç ve dış politika da SSCB ve komünizm düşmanlığı üzerine kurulmaya başlandı. Böylece dünya Moskova önderliğindeki Komünist Dünya ve ABD önderliğindeki Özgür Dünya olarak ikiye ayrılmıştı.

Ellili yılların başlarında ABD çevreleme politikası çerçevesinde Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı’nı oluşturmuştu. Fakat bu birliktelikte başarılı bir anlaşma olamamıştı. Yine bu dönemde Federal Almanya üzerinde işgal baskısı da kalkmış, Doğu ve Batı Almanya arasında süre gelen sorunlar aynı zamanda Soğuk Savaş’ın iki tarafı içinde bir çatışma ortamı oluşturmuş ve Soğuk Savaş’ın simgesi olmuştu. Batı Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken İngiltere ve Fransa’nın da sömürgelerini kaybetmesiyle uluslararası sistemde yepyeni gelişmeler olmaya başlamıştı. Batı Avrupa’daki ekonomik bütünleşmenin ilk adımı Marshall Yardımı’nın eş güdümünü sağlamak için kurulan OEEC olmuştu. Bunu Mayıs 1951’de imzalanan antlaşmayla Fransa, FAC, İtalya ve Benelux ülkelerinin katıldığı Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu izledi. Fransa Dışişleri Bakanı Schumann’ın hazırladığı plan uyarınca söz konusu altı devlet kömür ve çelik üretimlerini uluslarüstü (supranasyonel) bir örgüt içerisinde bütünleştirdiler. Uluslarüstülük Bir örgüte üye olan devletlerin yetki ve egemenlik alanlarının bir bölümünü, kendi aralarında antlaşmalar yaparak, kurdukları örgütün organlarına devretmeleridir.

Bağlantısızlar ve Sömürgeden Kurtuluş (Dekolonizasyon)

İkinci Dünya Savaşı sonrasında sömürge yönetimleri bir bir son bulmaktaydı, bu sürece sömürgeden kurtuluş yani dekolonizasyon denmektedir. Bu süreçte birçok devlet bağımsızlığını ilan etmiştir. Çoğu Asya ve Afrika’da bulunan bu devletler Soğuk Savaş içindeki iki kamptan da uzak durmaya uzak durmayı tercih etmiştir. Bu devletlerden, başta Hindistan olmakla birlikte, Pakistan, Sri Lanka, Endonezya ve Burma, Bangdung’ta (Endonezya) bir toplantı düzenleyerek Soğuk Savaş’ın iki bloku dışında yeni bir güç oluşturma konusunda adımlar attılar. Yapılan bu konferansta, devletlerin ülke bütünlüğüne saygı, ekonomik ilişkilerde karşılıklı yarar ve barış içinde yaşama ilkeleri benimsendi. Bununla birlikte gündeme gelen önemli bir konu da sömürgeciliğin kınanmasıydı ve içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin de baskısıyla bu karar kabul edilmiştir. Belgrad’ta yapılan ikinci toplantıyla birlikte bağlantısızların iki bloka karşı politikaları iyiden iyiye güç kazanmaya başlamıştı.

1950’ler aynı zamanda Güney Amerika’daki gelişmelere sahne oldu. ABD bölgede komünist yapılanmayı engellemek amacıyla bölgedeki iç karışıklıklara ve darbelere destek vermiş, bu da Latin Amerika’daki ABD karşıtlığını körükleyerek bölgede protesto ve ayaklanmalara yol açmıştır. Bu ayaklanmaların en önemlisi Küba’da yaşanmıştır.

Fidel Castro liderliğinde gerçekleşen bu ayaklanmayla Batista yönetimi devrilmiş, Castro ve arkadaşları yönetime gelmiştir. Fakat bu ABD’nin hiç hoşuna gitmemiş ve bu yönetimi yıkmak adına girişimlerde bulunmuştur. Bu tutum da Castro hükümetinin SSCB ile yakınlaşmasına sebep olmuş, böylece Soğuk Savaş’ın zirvesini oluşturacak Küba Bunalımının temelleri de atılmıştır.

Sovyet Dış Politikası ve Doğu Bloku

İkinci Dünya Savaşı sonrası yıkıma uğrayan Sovyet Ekonomisi hızla yeniden yapılanmış ve eski düzeyini yakalamıştı.1953’te ekonominin gelişmesi çalışmalarının temelinde tarım reformu yatmaktaydı. 5 Mart 1953’te Stalin‘in ölümü ise SSCB’de iktidar sorununa yol açtı. SSCB‘de bu sorun kolektif yönetimle çözülmeye çalışılsa da, bu da görüş arılıklarına yol açmış ve sonunda yönetime ziraatçı geçmişe sahip Huruşov gelmişti. 1964’te sağlık nedenleriyle görevden ayrılan Huruşov SSCB’nin yaşarken görevden ayrılan ilk ve tek lideri olmuştur.

Yine bu dönemde yapılan Komünist Partisi (SBKP) 20. Olağan Kongresi’nde iç politika açısından önemli kararlar alınmıştı. Bu kararların en büyük etkisi de Stalin’den arındırma sürecinin resmen başlamasıydı. Ancak Stalin’e tavır almak rejim eleştirisi yapmak anlamına gelmekteydi. Kongre’de ayrıca “sosyalizme farklı yollardan gidilebileceği ilkesi” benimsendi. Bu ilke Bağlantısızlar’a yönelikti ve SSCB’nin Üçüncü Dünya’yla daha sıkı iş birliği yapabilmesinin de önünü açtı. Soğuk Savaş yıllarında daha ziyade Batılı yazarlar, ABD liderliğindeki Batı Bloku’nu “Birinci Dünya”, SSCB önderliğindeki Doğu Bloku’nu “İkinci Dünya” ve bu ikisine de dâhil olmayan Bağlantısız ülkeleri de “Üçüncü Dünya” olarak nitelendirmişlerdir. Bu tabir aynı zamanda, sömürgeden kurtulmuş az gelişmiş ülkeler için de kullanılmaktaydı. Kongrede tartışılan konulardan biri de bakanlar kurulu tarafından kabul edilen ABD’yi yakala ve geç politikası olmuştur. Bu politika çerçevesinde, ilk ürün 1950’lerde Kazakistan’ın kuzeyinde üretime açılan topraklarda yetiştirilmiştir. Ekonomi alanındaki yeniden yapılanma girişimlerinin tümü ‘’perestroykanın’’ başlaması anlamına gelmekteydi. 17-31 Ekim 1961 tarihinde toplanan SBKP 22. Kongresinde ise ‘’1970’te ABD’yi geçme’’, 1980’de de komünizme geçme kararı alınmıştı, fakat bu kararlar hiç gerçekleşememişti.

20. Kongre ve sonrasındaki gelişmeler SSCB dış politikasında da oldukça etkili olmuştur. Bu etkilerin başında farklı sosyoekonomik sistemlerin varlığına dayanan ‘’barış içinde bir arada yaşama’’ düşüncesinin SSCB dış politikasına yön vermeye başlaması gelir. Bu da Stalin’ in “SSCB’nin yanında olmayan karşısındadır” diye özetlenebilecek İki Kamp Teorisi’nin de reddedilmesi demektir. Stalin’den sonra SSCB dış politikasını özellikle kapitalist ülkeler açısından gözden geçirdi. İlk olarak 26 Temmuz 1953’te Kore’de ateşkes imzalayarak başlanmış ve daha sonra ABD, İngiltere, Fransa’yla Avusturya ve Almanya arasındaki sorunları gözden geçirme teklifinde bulunmuştur. Ocak- Şubat 1955’te yapılan toplantıda Almanya’nın durumu gündeme geldi ve ayrıca tarafsızlık ve askerden arındırılmışlık temeline dayanan “Bağımsız ve Demokratik Avusturya’nın kurulması” için devlet anlaşması yapıldı. Daha sonraları da Federal Almanya ile diplomatik ilişkiler kuruldu. Bu gelişmelerle birlikte Finlandiya, Norveç ve İngiltere ile ilişkiler iyileştirilmeye ve görüşmeler yapılmaya başlanmıştır. SSCB, Berlin ve Küba bunalımlarına rağmen Batı ile barış içinde yaşama politikasını sürdürmüştür.

20 Kongre’de ayrıca “Sosyalizme farklı yollardan gidilebileceği ilkesi benimsendi. SSCB, bu ilke çerçevesinde Bağlantısızlara yöneldi. Böylece bağımsızlığını yeni kazanmış Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkiler kuruldu. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı kazanılan zaferin ve SSCB’nin sömürgeci bir politika izlememesi Üçüncü Dünya ülkeleri ile yakınlaşmasını sağlamıştır. SSCB Orta Doğu politikasını da bu bağlamda şekillendirmiş ve batının çevreleme girişimlerini engellemek amacıyla bölge ülkeleriyle sıcak ilişkiler içine girmiştir. Bunu yaparken de ABD ile yarış içine girerek Batı emperyalizmine karşı bölge ülkelerine ekonomik ve askeri alanda yardımda bulunmuştu. Bölgede kurulmaya çalışılan askeri bağlaşmalara karşı Arap ülkeleriyle birlikte mücadele etti. Bağımsız devletlerle ilişkilerde SSCB hem bu devletlere ekonomik yardımlarda bulunup, krediler açıyor hem de bunu karşısında kendi ideolojilerini benimsetmeye çalışıyordu.

11 Mayıs 1955’te Avrupa’nın 8 sosyalist devleti, Arnavutluk, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Romanya, Çekoslovakya ve SSCB Varşova’da buluşarak dostluk, işbirliği ve karşılıklı yardım antlaşmasını imzaladılar. Böylece Doğu Bloku ülkelerini bir araya toplayan “Varşova Paktı” kurulmuş oldu.

Fakat işler hiçte istendiği gibi gitmedi ve 50’li yılların ortalarında Varşova Paktı üyeleri arasında görüş ayrılıkları ve sıkıntılar oluşmaya başladı. Bu sürecin sonunda düşmana karşı kurulan Varşova Paktı kendi üyelerine karşı işlev gören bir birliktelik oldu. Haziran ayında yayımlanan ortak bildiride “sosyalizme giden farklı yollar olduğunu” kabul eden SSCB, Aralık ayında “Titoizm” propagandasının önüne geçmeye çalışıyordu. Nisan 1958’de kabul edilen yeni parti programının ardından ise Yugoslavya’yı “revizyonist” ilan etti ve komünist dünya içerisindeki “Truva atı” biçiminde niteledi. Kökenini Truva Savaşı sırasında, Yunanlıların Truva kentini ele geçirmek için Truvalılara hediye ettiği tahta attan alan bu tabir, uluslararası ilişkilerde bir ülkeyi, örgütü ya da birimi denetim altına almak için oraya dışarıdan yerleştirilen unsurlar için kullanılır.

Çin-Sovyet anlaşmazlığı ise daha uzun bir sürece yayıldı, ilk başlarda 1950’de imzalanan ittifak ve SSCB’nin Mao yönetimine ekonomik ve askeri yardımı izledi. SSCB ve ÇHC arasında ilk sorunların başlangıcı her ne kadar 20. Kongre gibi görünse de SSCB’nin tek adam yönetimlerine karşı politikası ÇHC yönetiminde bir tehdit olarak algılanmıştı. Ayrıca SSCB komünist akımın liderliğini kaptırmamak amacıyla çeşitli çalışmalara girişti ve bu çalışmalarda ÇHC ile aralarının iyiden iyiye açılmasına neden oldu. Çünkü SSCB komünist bloğun liderliğini kaybetmiş ve ÇHC bu konuda önemli aşamalar kaydetmişti.

SSCB – ÇHC ayrılığının temelinde ideolojik farklılıklar yatmaktadır. SSCB bir sanayi toplumu iken, ÇHC’de hala köylülük hakimdi. Bu da dünya üzerindeki sosyalistleri ikiye böldü. Bağımsızlıkları yeni kazanmış ülkelerin çoğu hala köylü topluluklar olduğu için ÇHC’nin yolundan gitmeye başladılar.

Silahlanma Yarışı

Soğuk Savaş aynı zamanda bir teknoloji yarışıydı. Yarış daha çok silahlanma teknolojisi üzerinden yapıldı. ABD ilk hidrojen bombasını 1 Kasım 1952’de denedi. 1953’te göreve gelen Başkan Eisenhower ulusal güvenlik konseyinin 162 sayılı çıkacak bir savaşta nükleer silahların kullanılabileceği kararını kabul etti. ABD kitlesel karşıtlık adını verdiği bu stratejiyi NATO stratejisi olarak kabul ettirdi. Böylece NATO üyesi devletlere herhangi bir saldırı durumunda buna nükleer silahlarla karşılık verilebileceği prensibi benimsenmiş oldu.

SSCB ise 4 Ekim 1957’de fırlattığı Sputnik adlı uydu ile kıtalar arası füze fırlatabilme yeteneği kazandığını da ispatlamış oldu. Bu da ABD topraklarını hedef haline getirmiş oldu. ABD’ de buna cevap olarak SSCB sınırına (İngiltere, İtalya ve Türkiye) orta menzilli füzeler yerleştirdi.

Teknoloji yarışını ayrıca bilgi toplama yarışı da takip etti ABD bu konuda gizli operasyonlarda kullanılmak üzere büyük bir bütçe ayırdı ve çok sayıda CIA personeli görevlendirdi. Ayrıca ABD ilk casus uçağı U-2’yi Moskova ve Leningrad üzerinde fotoğraflar çekmek üzere yolladı. SSCB’de buna yanıt olarak bir ABD casus uçağını düşürerek uçağın pilotunu canlı ele geçirdi.

Küba bunalımı iki süper güç arasındaki en önemli olaydı. 1 Ocak 1959’da Batista yönetimine son veren Küba devrimi SSCB’nin katkısı olmadan gerçekleşti fakat ABD yanı başında sosyalist bir devlet kurulmasını istememekteydi, bu nedenle Castro yönetimini devirmek amacıyla “Domuzlar Körfezi” çıkarmasını yaptı fakat bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Yeni Küba yönetimini ilk günden tanıyan SSCB’de Küba’ya füze üsleri kurmaya başladı. ABD deniz kuvvetleri de buna yanıt olarak Küba’yı kuşattı, SSCB ise bu durumun Küba’nın toprak bütünlüğüne zarar verdiği ve ABD’nin nükleer savaş yönünde adımlar attığını açıklayarak, eğer savaş başlarsa SSCB’nin de en şiddetli yanıtı vereceğini bildirdi.

Gerilim son aşamadayken SSCB ve ABD hükümetleri arasında yapılan temaslar ve SSCB’nin Küba’daki Füze rampalarını sökeceğini bildirmesi gerilimi çatışmaya varmadan durdurmuş oldu.

Bunalımın asıl nedeni ise ABD açısından bakıldığında Küba’nın, Sovyet yayılmacılığının kendi kıtasındaki diğer ülkelere kötü örnek oluşturmasıydı. SSCB içinse devrimin ayakta kalması ve nükleer dengesinin kabul edilmesiydi. SSCB için öncelikli amaç Küba’nın güvenliğini sağlamak; ikinci olarak da kendi sınırlarındaki füzeleri kaldırtmak Küba’ya yerleştirdiği füzeler aracılığıyla, ABD’nin nükleer vuruş gücü dengesini bozup, batıyla pazarlık gücünü arttırmaktı.

Küba Bunalımının ardından taraflar bir yandan nükleer silahlarını hareketli hale getirirken daha iyi saklamaya çabaladılar, öte yandan Moskova ve Washington arasında bir telefon hattı kurarak bu tür bunalımlarda doğrudan görüşme imkânına kavuştular. Bu da Soğuk Savaş’ta tırmanmanın zirvesinin aynı zamanda “yumuşama” döneminin başlangıcı olmasını sağladı.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.