Sosyal Politika 1 Dersi 6. Ünite Özet
Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Sosyal Politika 1 Dersi 6. Ünite Özet için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
Yoksulluk Ve Yoksullukla Mücadelede Güncel Yaklaşım Ve Politikalar
Yoksulluk: Kavramsal Çerçeve
Literatürde yaygın olarak yer bulan yoksullukla ilgili temel kavramlar şu şekilde incelenmektedir.
- Mutlak Yoksulluk- Göreli Yoksulluk
- Gelir Yoksulluğu- İnsani Yoksulluk
- Objektif Yoksulluk- Sübjektif Yoksulluk
Mutlak yoksulluk kavramı asgari geçim düşüncesine dayanmaktadır ve kişilerin ya da hane halklarının asgari geçim düzeyinin altında olma durumunu ifade etmektedir. Gelir yoksulluğu, kişilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri ya da asgari bir yaşam standardında yaşayabilmeleri için ihtiyaç duydukları temel gereksinimlerini karşılayacak gelire sahip olmamaları durumu olarak tanımlanabilir. Objektif yoksulluk, alınması gereken günlük kalori miktarı ya da yapılan tüketim harcamaları gibi tespit edilebilir ve doğruluğu kanıtlanabilir bir standardın ya da standartlar setinin aşağısında kalma durumudur. Sübjektif yoksulluk kavramında ise gerekli ya da yeterli düzeyin altında olma konusunda kişilerin kendi değerlendirmelerine başvurulmaktadır.
Sosyal dışlanma bireylerin ya da çeşitli toplumsal kesimlerin tamamen ya da kısmen içinde bulundukları toplumla bütünleşememeleri olarak tanımlanabilir. Bu noktada sosyal dışlanmanın yoksulluğun çok daha kapsamlı bir resmi olduğu öne sürülmektedir. Yoksulluk ve sosyal dışlanma arasında bir neden sonuç ilişkisinin varlığı yadsınamaz. Yoksulluk, sosyal dışlanmanın en önemli nedenlerinden biri olmakla beraber tek nedeni değildir. Kişiler yoksul olmasalar da çeşitli nedenlerle sosyal dışlanmaya maruz kalabilmektedirler. Örneğin, engelliler, eski hükümlüler, etnik ya da ırksal temelde ayrımcılıkla karşı karşıya kalanlar, göçmenler bu kapsamda belirtilebilir. Belirtilmesi gereken bir diğer önemli husus da sosyal dışlanmanın yoksulluğa göre çok daha dinamik bir kavram olmasıdır. Yoksulluk daha ziyade yeterli gelir ve tüketim düzeyinden yoksun olma anlamında ekonomik yoksunluklara işaret ederken, sosyal dışlanma yoksunluğun kaynağındaki kurumsal mekanizmaları, ilişkileri ve davranışları da içeren dinamik bir sürece işaret etmektedir.
Yoksulluğun Ölçülmesi
Yoksulluğun ölçülmesi için temelde iki soruya cevap verilmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, yoksulluk sınırının altında gelire sahip olanların yoksul olarak kabul edileceği gelir düzeyini gösteren yoksulluk çizgisinin nasıl belirleneceğidir. İkincisi ise, yoksulluk sınırının altında gelire sahip olanların içinde bulundukları yoksulluğun derecesinin nasıl ölçüleceğidir. Yoksulluğun ölçülmesinde kullanılan başlıca yöntemler şunlardır:
- Kafa sayısı endeksi
- Yoksulluk açığı endeksi
- Sen endeksi
Yoksulluğun Başlıca Nedenleri
Kaynakların Yetersizliği ve Düşük Ekonomik Büyüme
Yoksulluk sorunu özellikle az gelişmiş ülkelerde ekonomik büyüme için gerekli sermaye, nitelikli işgücü ve doğal kaynakların yetersizliği ile yakından ilişkilidir. Söz konusu ülkelerin aynı zamanda nüfus artış oranları yüksek olan ülkeler olduğu dikkate alındığında, gerçekleştirilen sınırlı üretimin artan nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması noktasında yetersiz kalması kaçınılmazdır.
Gelir Dağılımı Eşitsizliği
Bir ekonomide belirli bir dönemde (genellikle bir yıl) üretilen gelirin çeşitli nüfus grupları arasındaki dağılımına ilişkin eşitsizlik düzeyini ifade etmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliğinin ölçülmesinde yaygın olarak kullanılan yöntem Gini Katsayısı’dır. 0 ile 1 arasında değişen katsayının 0’a yaklaşması gelir dağılımı eşitsizliğinin azaldığını, 1’e yaklaşması ise eşitsizlik düzeyinin arttığını göstermektedir.
İşgücü Piyasasından Kaynaklanan Nedenler
Kişilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için sürekli ve düzenli bir gelire sahip olmaları büyük önem taşımaktadır. Gelir elde edebilmenin en önemli yolu ise işgücü piyasasına dâhil olup iş aramak, cari istihdam koşullarında iş bulmak ve istihdam edilebilmektir. Dolayısıyla, işsizlik, istihdamın niteliği ve kayıt dışı istihdam, düşük ücretler, işgücü piyasalarının yapısı, kişilerin nitelik düzeyleri gibi işgücü piyasalarıyla ilişkili etmenler ve yoksulluk arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır.
Demografik Faktörler (Nüfus baskısı, Aile Yapısındaki değişim, Göç)
Nüfus baskısı, aile yapısındaki değişimler ve göç gibi demografik etmenler de yoksulluğun önemli nedenleri arasında yer almaktadır.
Küreselleşme ve Neoliberal yapısal Uyum Politikalarının Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler Üzerindeki Etkileri
Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte, ülkeler dünya ekonomisiyle giderek daha fazla bütünleşmektedir. Bu bütünleşmede, mal ve hizmetlerin yanı sıra teknolojiler, finansal akımlar, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, emek, bilgi ve kültürel akımlar öne çıkmaktadır. Küreselleşme süreci, ticaretin ve yatırımın önündeki engellerin kaldırılmasını da beraberinde getirmektedir. Bu yöndeki eğilim, uluslararası sınırları aşma yeteneğine sahip olan kesimler lehine gelir dağılımını değiştirmektedir. Sermaye sahipleri, yüksek vasıflı işçiler ve kaynaklarını talebin en çok olduğu yerde arz etme olanağına sahip olan kesimler bu gelişme sonucunda refahını artırırken, işgücünün ulusal sınırlar ötesinde ikame edilebilir hale gelmesiyle vasıfsız veya düşük vasıflı işçiler refah kaybı ile karşı karşıya kalmaktadır.
Diğer Nedenler
Yoksulluğun nedenleri arasında yukarıda genel hatlarıyla incelenen, ülkelerin daha ziyade makroekonomik ve sosyal yapılarıyla ilişkili nedenler dışında, depremler ve iklim değişikliklerine bağlı olarak gerçekleşen kuraklık, su baskınları gibi doğal afetlerden ve savaşlardan da söz edilebilir. Çoğu zaman kontrol edilemeyen, ortaya çıktığında can kayıplarına ve maddi kayıplara neden olan söz konusu gelişmeler, kişileri aniden yoksulluk içine düşürebilmektedir.
Refah Rejimleri ve Yoksulluk
Refah devleti, vatandaşlarının iyilik halinin sağlanmasını kendine görev edinen ya da ekonomik ve siyasal hakların yanında sosyal hakları da inşa etmek suretiyle, birey ve toplum için iyilik halini hedef olarak gözeten devlet şeklinde tanımlanabilir. Refah rejimleri kavramı da refah devletine geniş bakış açısıyla bakan yaklaşımın ürünüdür. Esping-Andersen refah rejimini, refahın devlet, piyasa ve aile arasında karşılıklı bağımlılık içinde birlikte üretilme ve dağıtılma biçimi olarak tanımlamaktadır. EspingAndersen, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde 18 Batı ülkesini inceleyerek üç farklı refah rejimi tanımlamaktadır. Bunlar, liberal refah rejimi, muhafazakâr-korporatist refah rejimi ve sosyal demokrat refah rejimidir. Esping-Andersen’in üçlü refah rejimi sınıflamasına getirilen eleştiriler sonucunda ortaya çıkan ve literatürde yaygın biçimde kabul gören dördüncü bir refah rejimi ise Güney Avrupa veya Akdeniz refah rejimi olarak adlandırılmaktadır. Sosyal refah alanında kamu ve kamu dışındaki kuruluşların birlikte varlık göstermesi ve refah kaynaklarının zaman zaman klientalist uygulamalar çerçevesinde dağıtılması, Güney Avrupa refah rejimi türünün diğer özellikleri olarak belirtilebilir.
Metalafltırmama: Bireylerin ya da ailelerin sosyal anlamda kabul edilebilir bir yaşam standardını (refah düzeyini) piyasaya katılımdan bağımsız olarak sürdürebilme düzeyidir.
Klientalizm: Politika uygulayıcılarının kamu kaynaklarını, toplumun bütününü gözetmek yerine, belirli toplumsal kesimlerin ya da kendilerine oy veren veya oy verme potansiyeli bulunan seçmen kitlelerinin kayırılması doğrultusunda kullanmalarını ifade etmektedir.
Dünyada ve Türkiye’de Yoksulluğun Genel Görünümü
Yoksul ülkelere göre, daha fazla satın alma gücü anlamına gelmektedir. Dünya Bankası 1990 yılından bu yana, dünyanın en yoksul ülkelerinde yoksulluğun ne anlama geldiğine bağlı olarak aşırı yoksulluğun ölçülmesinde ortak bir standart uygulamayı amaçlamaktadır. Farklı ülkelerde yaşayan insanların refahı, para birimlerinin satın alma gücündeki farklılıkların düzeltilmesi yoluyla, ortak bir ölçekle belirlenebilmektedir. 1990- 2015 dönemi için günlük 1,90 $’ın altında yaşamını sürdüren insanlar ağırlıklı olarak Alt-Sahra Afrika ve Güney Asya ülkelerinde bulunmaktadır. Aşırı yoksulların oranının en düşük olduğu bölge ise Avrupa ve Orta Asya bölgesidir.
1990’lı yıllardan itibaren yoksulluk sorununa yönelen ilgi artışında, dünyadaki gelir dağılımının az gelişmiş ülkeler aleyhine giderek kötüleşmesinin önemli bir etkisi bulunmaktadır. Bu durum, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kuruluşların yoksulluk sorununa yaklaşımında bir takım yenilikleri de beraberinde getirmiştir. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi, hane halklarının sağlık, eğitim ve yaşam standartlarını içeren toplamda üç boyutta birbiriyle ilişkili yoksunlukları tanımlamaktadır. Söz konusu üç boyut on gösterge ile ele alınmaktadır. Bu göstergeler ise, beslenme, çocuk ölüm oranları, eğitimde geçirilen süre, çocukların kayıt altına alınması, yemek pişirme olanakları, tuvalet, su, elektrik, zemin döşemesi ve sahip olunan mal varlıklarından oluşmaktadır. Türkiye’de 2002-2009 dönemi için yayınlanan yoksulluk istatistikleri daha detaylı incelendiğinde, yoksulluğun yapısal özelliklerine ilişkin bazı önemli tespitlerde bulunmak mümkündür. Örneğin, hane halkındaki kişi sayısının artmasıyla birlikte yoksulluk oranlarının da arttığı görülmektedir. Eğitim düzeyi ve yoksulluk oranları arasında ise negatif yönlü bir ilişki vardır. Eğitim düzeyi yükseldikçe yoksulluk oranları azalmaktadır. İktisadi faaliyet kolları itibariyle kişilerin yoksulluk oranlarına bakıldığında ise en yüksek yoksulluk oranı tarım sektöründe görülmektedir. Diğer yandan, 2009 yılı rakamlarına göre, 15 yaşından küçük çocuklarda yoksulluk oranının %25,77 ile genel yoksulluk oranının (%18,08) oldukça üzerinde olması, çocuk yoksulluğunun Türkiye’de önemli bir sorun olduğuna işaret etmektedir. 2006-2014 döneminde gelire dayalı farklı yoksulluk sınırlarına göre Türkiye genelinde yoksulluk oranlarının gerilediği görülmektedir. Türkiye’de eğitim düzeyi ve yoksulluk oranları arasında negatif yönlü bir ilişki bulunmaktadır. %50 yoksulluk sınırı esas alındığında, en düşük yoksulluk oranı %1,3 ile yükseköğretim mezunlarında görülmektedir.
Yoksullukla Mücadelede Güncel Yaklaşım ve Politikalar
Toplumda var olan gelir dağılımı eşitsizliğini azaltmaya yönelik politika araçlarının uygulanması yoksullukla mücadelenin önemli bir parçası haline gelmektedir. Bu kapsamda, dolaylı vergilerin payının azaltılıp doğrudan vergilerin payının yükseltilmesiyle vergileme sistemindeki adaletsizliğin giderilmesi ve düşük gelirli kesimlere yönelik sosyal transfer harcamalarının artırılması gibi maliye politikaları gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksullukla mücadelede önem kazanmaktadır. Kamuda doğrudan iş yaratmaya yönelik programlar da talep yönlü aktif istihdam politikaları kapsamında belirtilebilir. Söz konusu programlar, özellikle istihdamında zorluk çekilen işsizlerin, çalışma alışkanlık ve disiplininden uzaklaşmalarını engellemek ve işgücü piyasasına uyumlarını sağlamak amacıyla gerçekleştirilmektedir. Sosyal yardımlar, yaşamlarını devam ettirebilecek düzeyde gelire sahip olmayan yoksul kesimlere sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak devlet tarafından ayni ya da nakdi olarak sağlanan ve sosyal güvenlik sisteminin primsiz ödemeler ayağını oluşturan uygulamalardır. Mikro kredi ise resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı bulunmayan yoksul kesimlerin üretimde bulunmalarına, çok küçük işletmelerini büyütmelerine, tüketimlerini istikrarlı bir biçimde sürdürmelerine olanak tanımak amacıyla oldukça küçük meblağlarda sağlanan kredidir. Piyasa koşullarında faaliyet gösteren bankaların aksine, mikro kredi kuruluşları müşterilerinden teminat istememektedir. 2000 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 2015 yılına kadar küresel düzeyde ulaşılması amaçlanan çeşitli kalkınma hedefleri (Binyıl Kalkınma Hedefleri) belirlemiştir. Bu hedefler arasında, aşırı yoksulluğun ve açlığın ortadan kaldırılması, herkes için evrensel temel eğitimin sağlanması, cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadının güçlendirilmesi, çocuk ölümlerinin azaltılması ve anne sağlığının geliştirilmesi, HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele gibi kişilerin yaşama haklarını da güvence altına almaya dönük hedefler bulunmaktadır.
Gelirin yeniden dağılımı: Devletin, serbest piyasa koşullarında oluşan birincil gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmak amacıyla ekonomik ve sosyal tedbirler uygulayarak piyasa ekonomisinin işleyişine müdahale etmesidir.
Eğitimde fırsat eşitliği: Herhangi bir ayrım yapılmaksızın toplumdaki herkesin, yeteneklerini en elverişli biçimde geliştirmede eğitim hizmetlerinden eşit ölçüde yararlanma şansına sahip olması şeklinde tanımlanabilir.
Kamuda doğrudan iş yaratmaya yönelik programlar: Türkiye’de İŞKUR tarafından gerçekleştirilen ve son yıllarda önemli ölçüde artan Toplum Yararına Çalışma Programları, kamuda doğrudan iş yaratmaya yönelik programlara örnek gösterilebilir. Çevre temizliği, kamusal altyapının yenilenmesi, çevre düzenlemesi, bakım, onarım işlerinin yapılması, tarihi ve kültürel mirasın korunması, ağaçlandırma gibi alanlarda, işsizlere geçici sürelerle istihdam olanağı sağlanmaktadır.
Kapasite yaklaşımı: Amartya Sen’in kapasite yaklaşımı, yoksulluğu temel insani kapasitelerden yoksunluk olarak ele almakta ve gelir dışındaki değişkenlere odaklanmaktadır.
Kırılgan istihdam: ILO’ya göre, kırılgan istihdam serbest meslek çalışanlarını ya da aile çalışanlarına katkıda bulunanları ifade etmektedir. Kırılgan istihdamdaki kişilerin ücretli çalışanlara göre gelir güvencesine ve sosyal güvenceye erişimleri yoktur ya da oldukça sınırlıdır.
Yoksullukla Mücadelenin Sosyal Politika Açısından Önemi
İstihdam politikaları yoksullukla mücadelede sosyal politikaların önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Bunun yanında sosyal güvenlik politikaları, asgari ücret düzenlemeleri, reel ücretin korunması, çocukların, gençlerin, yaşlıların ve engellilerin korunması, eğitim, sağlık, konut hizmetlerinin geliştirilmesi, yoksullukla mücadelede öne çıkan diğer sosyal politika tedbirleridir.
Toplumsal birlik, beraberlik ve dengeyi bozan, toplum kesimleri arasında ayrılık ve mücadeleye zemin hazırlayarak devlet düzeninin sarsılmasına neden olabilecek tehditleri bünyesinde barındıran yoksulluk sorunu, sosyal devletin görev alanındaki ve sosyal politikanın kapsamındaki en önemli sorunlardan biridir. Bu nedenle, yoksullukla mücadelede çok yönlü tedbirlerin düşünülüp uygulanması sosyal politikanın önemli faaliyet alanlarının başında gelmektedir. Sosyal politika bütün insanların, içinde bulundukları toplumda güvenlik, barış ve refah içinde yaşamalarını hedef alan ve toplumdaki çeşitli kesimler arasındaki mücadeleleri önleyerek devlet düzenini ayakta tutmaya yönelik önlemler bütünü olarak geniş anlamda düşünüldüğünde yoksullukla mücadelenin sosyal politika açısından önemi daha iyi anlaşılabilir.
Yoksulluk: Kavramsal Çerçeve
Literatürde yaygın olarak yer bulan yoksullukla ilgili temel kavramlar şu şekilde incelenmektedir.
- Mutlak Yoksulluk- Göreli Yoksulluk
- Gelir Yoksulluğu- İnsani Yoksulluk
- Objektif Yoksulluk- Sübjektif Yoksulluk
Mutlak yoksulluk kavramı asgari geçim düşüncesine dayanmaktadır ve kişilerin ya da hane halklarının asgari geçim düzeyinin altında olma durumunu ifade etmektedir. Gelir yoksulluğu, kişilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri ya da asgari bir yaşam standardında yaşayabilmeleri için ihtiyaç duydukları temel gereksinimlerini karşılayacak gelire sahip olmamaları durumu olarak tanımlanabilir. Objektif yoksulluk, alınması gereken günlük kalori miktarı ya da yapılan tüketim harcamaları gibi tespit edilebilir ve doğruluğu kanıtlanabilir bir standardın ya da standartlar setinin aşağısında kalma durumudur. Sübjektif yoksulluk kavramında ise gerekli ya da yeterli düzeyin altında olma konusunda kişilerin kendi değerlendirmelerine başvurulmaktadır.
Sosyal dışlanma bireylerin ya da çeşitli toplumsal kesimlerin tamamen ya da kısmen içinde bulundukları toplumla bütünleşememeleri olarak tanımlanabilir. Bu noktada sosyal dışlanmanın yoksulluğun çok daha kapsamlı bir resmi olduğu öne sürülmektedir. Yoksulluk ve sosyal dışlanma arasında bir neden sonuç ilişkisinin varlığı yadsınamaz. Yoksulluk, sosyal dışlanmanın en önemli nedenlerinden biri olmakla beraber tek nedeni değildir. Kişiler yoksul olmasalar da çeşitli nedenlerle sosyal dışlanmaya maruz kalabilmektedirler. Örneğin, engelliler, eski hükümlüler, etnik ya da ırksal temelde ayrımcılıkla karşı karşıya kalanlar, göçmenler bu kapsamda belirtilebilir. Belirtilmesi gereken bir diğer önemli husus da sosyal dışlanmanın yoksulluğa göre çok daha dinamik bir kavram olmasıdır. Yoksulluk daha ziyade yeterli gelir ve tüketim düzeyinden yoksun olma anlamında ekonomik yoksunluklara işaret ederken, sosyal dışlanma yoksunluğun kaynağındaki kurumsal mekanizmaları, ilişkileri ve davranışları da içeren dinamik bir sürece işaret etmektedir.
Yoksulluğun Ölçülmesi
Yoksulluğun ölçülmesi için temelde iki soruya cevap verilmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, yoksulluk sınırının altında gelire sahip olanların yoksul olarak kabul edileceği gelir düzeyini gösteren yoksulluk çizgisinin nasıl belirleneceğidir. İkincisi ise, yoksulluk sınırının altında gelire sahip olanların içinde bulundukları yoksulluğun derecesinin nasıl ölçüleceğidir. Yoksulluğun ölçülmesinde kullanılan başlıca yöntemler şunlardır:
- Kafa sayısı endeksi
- Yoksulluk açığı endeksi
- Sen endeksi
Yoksulluğun Başlıca Nedenleri
Kaynakların Yetersizliği ve Düşük Ekonomik Büyüme
Yoksulluk sorunu özellikle az gelişmiş ülkelerde ekonomik büyüme için gerekli sermaye, nitelikli işgücü ve doğal kaynakların yetersizliği ile yakından ilişkilidir. Söz konusu ülkelerin aynı zamanda nüfus artış oranları yüksek olan ülkeler olduğu dikkate alındığında, gerçekleştirilen sınırlı üretimin artan nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması noktasında yetersiz kalması kaçınılmazdır.
Gelir Dağılımı Eşitsizliği
Bir ekonomide belirli bir dönemde (genellikle bir yıl) üretilen gelirin çeşitli nüfus grupları arasındaki dağılımına ilişkin eşitsizlik düzeyini ifade etmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliğinin ölçülmesinde yaygın olarak kullanılan yöntem Gini Katsayısı’dır. 0 ile 1 arasında değişen katsayının 0’a yaklaşması gelir dağılımı eşitsizliğinin azaldığını, 1’e yaklaşması ise eşitsizlik düzeyinin arttığını göstermektedir.
İşgücü Piyasasından Kaynaklanan Nedenler
Kişilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için sürekli ve düzenli bir gelire sahip olmaları büyük önem taşımaktadır. Gelir elde edebilmenin en önemli yolu ise işgücü piyasasına dâhil olup iş aramak, cari istihdam koşullarında iş bulmak ve istihdam edilebilmektir. Dolayısıyla, işsizlik, istihdamın niteliği ve kayıt dışı istihdam, düşük ücretler, işgücü piyasalarının yapısı, kişilerin nitelik düzeyleri gibi işgücü piyasalarıyla ilişkili etmenler ve yoksulluk arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır.
Demografik Faktörler (Nüfus baskısı, Aile Yapısındaki değişim, Göç)
Nüfus baskısı, aile yapısındaki değişimler ve göç gibi demografik etmenler de yoksulluğun önemli nedenleri arasında yer almaktadır.
Küreselleşme ve Neoliberal yapısal Uyum Politikalarının Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler Üzerindeki Etkileri
Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte, ülkeler dünya ekonomisiyle giderek daha fazla bütünleşmektedir. Bu bütünleşmede, mal ve hizmetlerin yanı sıra teknolojiler, finansal akımlar, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, emek, bilgi ve kültürel akımlar öne çıkmaktadır. Küreselleşme süreci, ticaretin ve yatırımın önündeki engellerin kaldırılmasını da beraberinde getirmektedir. Bu yöndeki eğilim, uluslararası sınırları aşma yeteneğine sahip olan kesimler lehine gelir dağılımını değiştirmektedir. Sermaye sahipleri, yüksek vasıflı işçiler ve kaynaklarını talebin en çok olduğu yerde arz etme olanağına sahip olan kesimler bu gelişme sonucunda refahını artırırken, işgücünün ulusal sınırlar ötesinde ikame edilebilir hale gelmesiyle vasıfsız veya düşük vasıflı işçiler refah kaybı ile karşı karşıya kalmaktadır.
Diğer Nedenler
Yoksulluğun nedenleri arasında yukarıda genel hatlarıyla incelenen, ülkelerin daha ziyade makroekonomik ve sosyal yapılarıyla ilişkili nedenler dışında, depremler ve iklim değişikliklerine bağlı olarak gerçekleşen kuraklık, su baskınları gibi doğal afetlerden ve savaşlardan da söz edilebilir. Çoğu zaman kontrol edilemeyen, ortaya çıktığında can kayıplarına ve maddi kayıplara neden olan söz konusu gelişmeler, kişileri aniden yoksulluk içine düşürebilmektedir.
Refah Rejimleri ve Yoksulluk
Refah devleti, vatandaşlarının iyilik halinin sağlanmasını kendine görev edinen ya da ekonomik ve siyasal hakların yanında sosyal hakları da inşa etmek suretiyle, birey ve toplum için iyilik halini hedef olarak gözeten devlet şeklinde tanımlanabilir. Refah rejimleri kavramı da refah devletine geniş bakış açısıyla bakan yaklaşımın ürünüdür. Esping-Andersen refah rejimini, refahın devlet, piyasa ve aile arasında karşılıklı bağımlılık içinde birlikte üretilme ve dağıtılma biçimi olarak tanımlamaktadır. EspingAndersen, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde 18 Batı ülkesini inceleyerek üç farklı refah rejimi tanımlamaktadır. Bunlar, liberal refah rejimi, muhafazakâr-korporatist refah rejimi ve sosyal demokrat refah rejimidir. Esping-Andersen’in üçlü refah rejimi sınıflamasına getirilen eleştiriler sonucunda ortaya çıkan ve literatürde yaygın biçimde kabul gören dördüncü bir refah rejimi ise Güney Avrupa veya Akdeniz refah rejimi olarak adlandırılmaktadır. Sosyal refah alanında kamu ve kamu dışındaki kuruluşların birlikte varlık göstermesi ve refah kaynaklarının zaman zaman klientalist uygulamalar çerçevesinde dağıtılması, Güney Avrupa refah rejimi türünün diğer özellikleri olarak belirtilebilir.
Metalafltırmama: Bireylerin ya da ailelerin sosyal anlamda kabul edilebilir bir yaşam standardını (refah düzeyini) piyasaya katılımdan bağımsız olarak sürdürebilme düzeyidir.
Klientalizm: Politika uygulayıcılarının kamu kaynaklarını, toplumun bütününü gözetmek yerine, belirli toplumsal kesimlerin ya da kendilerine oy veren veya oy verme potansiyeli bulunan seçmen kitlelerinin kayırılması doğrultusunda kullanmalarını ifade etmektedir.
Dünyada ve Türkiye’de Yoksulluğun Genel Görünümü
Yoksul ülkelere göre, daha fazla satın alma gücü anlamına gelmektedir. Dünya Bankası 1990 yılından bu yana, dünyanın en yoksul ülkelerinde yoksulluğun ne anlama geldiğine bağlı olarak aşırı yoksulluğun ölçülmesinde ortak bir standart uygulamayı amaçlamaktadır. Farklı ülkelerde yaşayan insanların refahı, para birimlerinin satın alma gücündeki farklılıkların düzeltilmesi yoluyla, ortak bir ölçekle belirlenebilmektedir. 1990- 2015 dönemi için günlük 1,90 $’ın altında yaşamını sürdüren insanlar ağırlıklı olarak Alt-Sahra Afrika ve Güney Asya ülkelerinde bulunmaktadır. Aşırı yoksulların oranının en düşük olduğu bölge ise Avrupa ve Orta Asya bölgesidir.
1990’lı yıllardan itibaren yoksulluk sorununa yönelen ilgi artışında, dünyadaki gelir dağılımının az gelişmiş ülkeler aleyhine giderek kötüleşmesinin önemli bir etkisi bulunmaktadır. Bu durum, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kuruluşların yoksulluk sorununa yaklaşımında bir takım yenilikleri de beraberinde getirmiştir. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi, hane halklarının sağlık, eğitim ve yaşam standartlarını içeren toplamda üç boyutta birbiriyle ilişkili yoksunlukları tanımlamaktadır. Söz konusu üç boyut on gösterge ile ele alınmaktadır. Bu göstergeler ise, beslenme, çocuk ölüm oranları, eğitimde geçirilen süre, çocukların kayıt altına alınması, yemek pişirme olanakları, tuvalet, su, elektrik, zemin döşemesi ve sahip olunan mal varlıklarından oluşmaktadır. Türkiye’de 2002-2009 dönemi için yayınlanan yoksulluk istatistikleri daha detaylı incelendiğinde, yoksulluğun yapısal özelliklerine ilişkin bazı önemli tespitlerde bulunmak mümkündür. Örneğin, hane halkındaki kişi sayısının artmasıyla birlikte yoksulluk oranlarının da arttığı görülmektedir. Eğitim düzeyi ve yoksulluk oranları arasında ise negatif yönlü bir ilişki vardır. Eğitim düzeyi yükseldikçe yoksulluk oranları azalmaktadır. İktisadi faaliyet kolları itibariyle kişilerin yoksulluk oranlarına bakıldığında ise en yüksek yoksulluk oranı tarım sektöründe görülmektedir. Diğer yandan, 2009 yılı rakamlarına göre, 15 yaşından küçük çocuklarda yoksulluk oranının %25,77 ile genel yoksulluk oranının (%18,08) oldukça üzerinde olması, çocuk yoksulluğunun Türkiye’de önemli bir sorun olduğuna işaret etmektedir. 2006-2014 döneminde gelire dayalı farklı yoksulluk sınırlarına göre Türkiye genelinde yoksulluk oranlarının gerilediği görülmektedir. Türkiye’de eğitim düzeyi ve yoksulluk oranları arasında negatif yönlü bir ilişki bulunmaktadır. %50 yoksulluk sınırı esas alındığında, en düşük yoksulluk oranı %1,3 ile yükseköğretim mezunlarında görülmektedir.
Yoksullukla Mücadelede Güncel Yaklaşım ve Politikalar
Toplumda var olan gelir dağılımı eşitsizliğini azaltmaya yönelik politika araçlarının uygulanması yoksullukla mücadelenin önemli bir parçası haline gelmektedir. Bu kapsamda, dolaylı vergilerin payının azaltılıp doğrudan vergilerin payının yükseltilmesiyle vergileme sistemindeki adaletsizliğin giderilmesi ve düşük gelirli kesimlere yönelik sosyal transfer harcamalarının artırılması gibi maliye politikaları gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksullukla mücadelede önem kazanmaktadır. Kamuda doğrudan iş yaratmaya yönelik programlar da talep yönlü aktif istihdam politikaları kapsamında belirtilebilir. Söz konusu programlar, özellikle istihdamında zorluk çekilen işsizlerin, çalışma alışkanlık ve disiplininden uzaklaşmalarını engellemek ve işgücü piyasasına uyumlarını sağlamak amacıyla gerçekleştirilmektedir. Sosyal yardımlar, yaşamlarını devam ettirebilecek düzeyde gelire sahip olmayan yoksul kesimlere sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak devlet tarafından ayni ya da nakdi olarak sağlanan ve sosyal güvenlik sisteminin primsiz ödemeler ayağını oluşturan uygulamalardır. Mikro kredi ise resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı bulunmayan yoksul kesimlerin üretimde bulunmalarına, çok küçük işletmelerini büyütmelerine, tüketimlerini istikrarlı bir biçimde sürdürmelerine olanak tanımak amacıyla oldukça küçük meblağlarda sağlanan kredidir. Piyasa koşullarında faaliyet gösteren bankaların aksine, mikro kredi kuruluşları müşterilerinden teminat istememektedir. 2000 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 2015 yılına kadar küresel düzeyde ulaşılması amaçlanan çeşitli kalkınma hedefleri (Binyıl Kalkınma Hedefleri) belirlemiştir. Bu hedefler arasında, aşırı yoksulluğun ve açlığın ortadan kaldırılması, herkes için evrensel temel eğitimin sağlanması, cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadının güçlendirilmesi, çocuk ölümlerinin azaltılması ve anne sağlığının geliştirilmesi, HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele gibi kişilerin yaşama haklarını da güvence altına almaya dönük hedefler bulunmaktadır.
Gelirin yeniden dağılımı: Devletin, serbest piyasa koşullarında oluşan birincil gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmak amacıyla ekonomik ve sosyal tedbirler uygulayarak piyasa ekonomisinin işleyişine müdahale etmesidir.
Eğitimde fırsat eşitliği: Herhangi bir ayrım yapılmaksızın toplumdaki herkesin, yeteneklerini en elverişli biçimde geliştirmede eğitim hizmetlerinden eşit ölçüde yararlanma şansına sahip olması şeklinde tanımlanabilir.
Kamuda doğrudan iş yaratmaya yönelik programlar: Türkiye’de İŞKUR tarafından gerçekleştirilen ve son yıllarda önemli ölçüde artan Toplum Yararına Çalışma Programları, kamuda doğrudan iş yaratmaya yönelik programlara örnek gösterilebilir. Çevre temizliği, kamusal altyapının yenilenmesi, çevre düzenlemesi, bakım, onarım işlerinin yapılması, tarihi ve kültürel mirasın korunması, ağaçlandırma gibi alanlarda, işsizlere geçici sürelerle istihdam olanağı sağlanmaktadır.
Kapasite yaklaşımı: Amartya Sen’in kapasite yaklaşımı, yoksulluğu temel insani kapasitelerden yoksunluk olarak ele almakta ve gelir dışındaki değişkenlere odaklanmaktadır.
Kırılgan istihdam: ILO’ya göre, kırılgan istihdam serbest meslek çalışanlarını ya da aile çalışanlarına katkıda bulunanları ifade etmektedir. Kırılgan istihdamdaki kişilerin ücretli çalışanlara göre gelir güvencesine ve sosyal güvenceye erişimleri yoktur ya da oldukça sınırlıdır.
Yoksullukla Mücadelenin Sosyal Politika Açısından Önemi
İstihdam politikaları yoksullukla mücadelede sosyal politikaların önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Bunun yanında sosyal güvenlik politikaları, asgari ücret düzenlemeleri, reel ücretin korunması, çocukların, gençlerin, yaşlıların ve engellilerin korunması, eğitim, sağlık, konut hizmetlerinin geliştirilmesi, yoksullukla mücadelede öne çıkan diğer sosyal politika tedbirleridir.
Toplumsal birlik, beraberlik ve dengeyi bozan, toplum kesimleri arasında ayrılık ve mücadeleye zemin hazırlayarak devlet düzeninin sarsılmasına neden olabilecek tehditleri bünyesinde barındıran yoksulluk sorunu, sosyal devletin görev alanındaki ve sosyal politikanın kapsamındaki en önemli sorunlardan biridir. Bu nedenle, yoksullukla mücadelede çok yönlü tedbirlerin düşünülüp uygulanması sosyal politikanın önemli faaliyet alanlarının başında gelmektedir. Sosyal politika bütün insanların, içinde bulundukları toplumda güvenlik, barış ve refah içinde yaşamalarını hedef alan ve toplumdaki çeşitli kesimler arasındaki mücadeleleri önleyerek devlet düzenini ayakta tutmaya yönelik önlemler bütünü olarak geniş anlamda düşünüldüğünde yoksullukla mücadelenin sosyal politika açısından önemi daha iyi anlaşılabilir.