Sosyal Psikoloji 1 Dersi 4. Ünite Özet
Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Sosyal Psikoloji 1 Dersi 4. Ünite Özet için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
Tutumlar
Tutumlar: Tarihçe ve Tanım
Türkçeye tutum kavramı sosyal psikoloji ile birlikte girmiştir ve bu nedenle görece yenidir. İngilizcede tutum teriminin kullanılmasının da çok uzun bir tarihi yoktur. 15 ve 16. yüzyıllarda bu terim esas olarak resimde ve heykelde figürlerin fiziksel olarak nasıl konumlandırıldığını anlatmak için kullanılmıştır. Daha sonraki birkaç yüzyıl içinde terim kişinin zihninden neler geçtiğini ima eden bedensel duruşu anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır. Kişinin belirli bir konuda olumlu ya da olumsuz zihinsel konumunu ifade eden modern tutum terimi 19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştır. Tutum ve ikna terimlerini zenginleştirip incelikli bir hâle getiren toplumsal ve tarihsel koşullardan biri, demokratik rızanın politik sistemin temel bir parçası hâline gelmesidir. Diğer bir deyişle, politik sistemin asal bir bileşeni olarak demokratik rızanın üretilebilmesi için tutum ve ikna terimlerine ihtiyaç vardır. Tarihte demokratik rızanın üretildiği böyle dört dönem ve yer vardır:
- İÖ 4. yüzyıl Atina
- İÖ 1. yüzyıl Roma
- İtalyan Rönesansı
- 20. yüzyılda dünyanın pek çok yeri.
Bu dönem ve yerlerde demokratik rıza ve halkın politik desteği oylarla ifade edilmektedir. Tutum teriminin ortaya çıkışını ve kullanımını güçlendiren ikinci bir tarihsel gelişme bireysel tüketimin yaygınlaşması ve bu ideolojiye yapılan vurgudur. Tutumlar, bizim kim olduğumuzu gösteren tüketim tercihleri ortamında serpilip gelişirler. 20. yüzyılın en önemli endüstrisi kimlik yaratımıdır. Tüketim tercihlerimiz, dolayısıyla tutumlarımız bizim kim olduğumuzu gösterir.
Sosyal psikoloji disiplininde tutum konusu, 1920’lerde Thurstone ve arkadaşları tarafından geliştirilen tutum ölçümleriyle başlamıştır. 1935’te Gordon Allport tutumun sosyal psikolojinin en ayrıcalıklı ve en vazgeçilmez kavramı olduğunu ilan etmiştir. Sosyal psikolojide tutumun bu kadar temel bir çalışma konusu olmasının önemli bir nedeni tutumların davranışları etkilediği ve hatta belirlediğinin varsayılmasıdır. Sosyal psikolojinin amacı sosyal davranışı açıklamak olarak kabul edildiğinden tutumlar da sosyal davranışı açıklamada anahtar kavramlardan biri hâline gelmiştir. Tutum kavramının sosyal psikolojide bu kadar merkezi bir konu olmasının başka nedenleri de vardır. İnsanlar genellikle kendi tutumlarına benzer tutumları olan insanlara yaklaşırlar ve onlardan hoşlanırlar ve beklenebileceği gibi kendisininkinden farklı tutumları olan insanlardan kaçınmaya çalışırlar ve onlardan hoşlanmazlar. Tutumların sosyal psikolojide çok önemli Bir çalışma konusu olmasının diğer bir nedeni, tutumların tutum nesnesi ile bilgiyi işleme biçimini de belirlemesidir. İnsanlar genellikle kendi tutum ve inançlarını onaylamayan bilgidense onaylayan bilgiyi ararlar ve seçerler. Tutuma dair seçicilik etkisi adı verilen bu olgu dikkat, bellek gibi bilgi işleme süreçlerinde etkindir. Tutumlar çevremizde algıladığımız sosyal bilgi ile ona nasıl tepki verdiğimiz arasında önemli bir aracılık görevi yapmaktadır.
Genel olarak tutumlar sosyal uyarıcılara büyük ölçüde nasıl tepki verdiğimiz, onlar hakkında ne hissettiğimiz ne düşündüğümüz ve ne yaptığımızı belirler. Kişiler arası ilişkilerde çekicilik, önyargı, benlik saygısı ya da değerler gibi sosyal psikolojik çalışma konuları tutumlarla yakından ilgilidir. Kişiler arası çekicilikte diğer kişilere yönelik tutumlardan, önyargıda belirli bir grup insana yönelik tutumlardan, benlik-saygısında kişinin kendisine yönelik tutumlarından, değer konusunda insanların soyut ilkelere yönelik tutumlarından söz edilebilir. O hâlde tutumların öneminin çeşitli sosyal psikolojik analiz düzeylerinde ortaya çıktığı söylenebilir. Bunlar:
- Bireysel düzeyde tutumlar algıyı, düşünmeyi, diğer tutumları ve davranışı etkiler. Bu nedenle tutumlar kişinin psikolojik varoluşuna ciddi bir katkı yapar.
- Kişiler arası düzeyde rutin olarak tutumlar hakkında bilgi aranır ve iletişimin konusu olur. Diğerinin tutumları bilindiğinde dünya daha tahmin edilebilir bir yer hâline gelir. İnsanın kendi düşünceleri ve davranışları bu bilgi tarafından şekillendirilebilir ve belki kişi diğerinin tutumlarını değiştirmek yoluyla davranışını kontrol edebilir.
- Toplumsal düzeyde kişilerin kendi gruplarına ve diğer gruplara yönelik tutumları gruplar arası iş birliğinin ve çatışmanın temelinde yer alır. Kişilerin kendisinin dahil olmadığı gruba karşı olumsuz tutumları ya da önyargısı ayrımcılığa yol açabilir.
Tutum araştırma ve kuramlaştırma çalışmalarının odak noktası tarihsel dönemlere göre farklılaşma göstermiştir. Sosyal psikolojide tutumların tarihsel olarak değişimini izlememize olanak veren üç evre vardır:
- 1920’ler ve 1930’lar: Bu dönemde tutum çalışmaları oldukça statik konulardaki tutumları ölçmeye ve bu tutumların davranışla nasıl ilişkili olduğuna odaklanmıştır.
- 1950’ler ve 1960’lar: Bu dönemdeki tutum çalışmaları tutum değişimine odaklanmıştır.
- 1980’ler ve 1990’lar: Tutumun bilişsel bir sistem olarak yapı ve işlevlerinin açıklanmasına odaklanılmıştır.
Sosyal psikolojide bu kadar önemli olmasına ve üzerinde en fazla araştırma yapılan konu olmasına rağmen tutum kavramıyla ne denmek istediği çok belirgin değildir. 1990’lara kadar sosyal psikolojide tutumları üç bileşenli bir zihinsel yapı olarak tarif etme eğilimi çök yaygındı. Bugün tutumun ABC modeli (biliş, duygu ve davranışın İngilizcedeki baş harfleri dolayısıyla verilen bir addır.
Tutumların bilişsel bileşeni belirli bir nesne ile ilişkilendirilen inanç ya da düşünceyi ifade eder. Pek çok durumda kişinin tutumu, tutum nesnesinin olumlu veya olumsuz özelliklerinin irdelenmesine dayanır. Tutumun duygusal bileşeni bir tutum nesnesiyle ilişki olan duygu veya hislerdir. Duygusal boyut açıkça tutum nesnesini sevmek-sevmemek, hoşlanmak-hoşlanmamak biçiminde ifade edilebilir. Tutumun davranışsal bileşeni kişinin tutum nesnesine yönelik davranış niyetini ya da eğilimini ifade eder. Ancak sosyal psikologlar tutumun bir bileşeni olan davranış eğilimini davranışın kendisinden ayırır.
Tutumların Yapısal Özellikleri
Spesifik olarak tutumları bir zihinsel yapı ya da temsil olarak tanımlayabilmek için tutumu tutum yapan özellikleri bilmek gereklidir. Tutumun başlıca yapısal özellikleri şunlardır:
Tutumların Olumluluğu/Olumsuzluğu
Başlangıç olarak bir tutum nesnesine yönelik tutumun çok kabaca olumlu ya da olumsuz olduğu söylenebilir. Yani bir tutumun yönü artı ya da eksi değerde olabilir.
Tek Kutuplu ve Çift Kutuplu Tutumlar
Bir tutumu bir değerlendirme çizgisi üzerinde değerlendirmek istediğimizde bu çizginin kapsadığı alanı bilmek isteyebilirsiniz. Örneğin “dondurmayı ne kadar seversiniz” sorusunun cevabı büyük olasılıkla nötrden olumluya kadar uzanan bir aralıkta yer alacaktır. Bu tür tutumlar tek kutuplu tutumlar olarak adlandırılır. Ancak diğer bazı tutumlar daha fazla kutuplaşmış tepkiler ortaya çıkarabilir. Örneğin bazı kişiler kürtajın yasal bir uygulama olması gerektiğini öne sürerken diğerleri bunu istememekle kalmaz, buna karşı çıkarlar. Bu tür tutumlar çift kutuplu tutumlar olarak adlandırılır.
Tutumların Çok Boyutluluğu ve Çelişkili Tutumlar
Tek boyutlu tutum, bir tutumun iki ya da daha fazla boyutsal uzamda değil, tek bir değerlendirme çizgisi üzerinde bir nokta, tek bir puan ile betimlenmesi anlamına gelir. Ancak bu, bir konu/nesne hakkındaki tutumun farklı boyutlardaki değerlendirici tepkileri içermesini engellemez. Örneğin bir vejetaryen hayvanların öldürülmesine karşı olduğu için et yemeyi bırakmıştır. Başka bir vejetaryen buna ek olarak etin gut hastalığına ve et yemenin kolesterolü yükselterek kalp hastalığına neden olduğunu düşünüyor olabilir. Bu durumda bu kişinin et yemeye ilişkin olumsuz tutumu iki boyuta dayanır: ahlak ve sağlık. Ayrıca bir değerlendirme boyutunda iki zıt uç gibi görünen olguların aslında iki farklı ve bir dereceye kadar bağımsız olabildiklerini belirtmek gerekir. İki boyutlu tutum modelinin avantajı, olumlu ve olumsuz uçların ayrı boyut olarak kavramsallaştırılmasının daha incelikli tutum pozisyonlarını görmemize izin vermesidir. Ama asıl üzerinde düşünülmesi gereken sonuç bazı durumlarda her iki boyutta yüksek puanlar alınıp, bu tepkilerin hem olumlu hem olumsuz değerlendirmeleri içermesidir. İşte burada çelişkili tutumdan söz edebiliriz.
Tutumların Gücü
Genel olarak tutumlardan ne yapması bekleniyorsa (bilgi işleme sürecine rehberlik etmek, davranışa yol açmak vb.) güçlü tutumların tüm bunları daha iyi yapabileceği düşünülmektedir. Bu tutumların değişmeye daha dirençli, zamana daha dayanıklı ve davranışla daha tutarlı olduğu varsayılmaktadır. Genelde tutumun gücünden bahsedildiğinde tutum nesnesine yönelik düşünce ve duygu yoğunluğunun kastedildiğini düşünebiliriz. Bir tutum nesnesinden hoşlanmak ile o tutum nesnesini taparcasına sevmek, bir tutum nesnesinden hoşlanmamak ile ondan nefret etmek arasında fark gibi. Literatürde buna tutumun aşırılığı adı verilmektedir. Bir tutumun güçlü olması onun aşırı olduğu anlamına gelmez. Belki de tutumun gücünü kişinin tutumuna bağlılık derecesi olarak genel bir şekilde tanımlayabiliriz.
Tutumların İşlevleri
Tutumlara ilişkin farklı teorik yaklaşımların özünü ortaya çıkaran iki temel işlevi olduğu öne sürülmektedir:
- Bilginin örgütlenmesine ve yaklaşma ve kaçınmaya rehberlik etmek: En temel düzeyde dünyayı iyi ve kötü olarak bölmek esaslı bir sürece işaret eder. Çalışmalar insanların tutum nesnelerini (nesne, olay, kişi, grup vb.) bu boyutta değerlendirdikleri gibi bu değerlendirmeyi çok hızlı bir biçimde gerçekleştirdiklerini de göstermektedir. İyiyi ve kötüyü saptamak ya da çevreyi dostça ve düşmanca olarak kategorilendirmek tutumların en açık ve en temel işlevi gibi görünmektedir. Tutumlar başka türlü karmaşık ve belirsiz olacak olan çevreyi (ortamı) örgütleyen ve başa çıkmayı sağlayan bir yapı sağlamaktadır. Bir tutumun bir bilişsel şemayı temsil ettiği söylenebilir.
- Yüksek psikolojik ihtiyaçlara hizmet etmek: Bazı araştırmacılar tutum nesnesinin kendisinden kaynaklanan hoşlanma ve hoşlanmamayla, bir tutumu ifade etmek ya da dışa vurmaktan kaynaklanan hoşlanma ve hoşlanmamayı birbirinden ayırmak gerektiğini iddia ederler ki bu sonuncusuna dışavurumcuya da sembolik işlev adı verilir. Bazı tutumlar kişinin benliği için öyle temeldir ki kişi bunları sözle ifade ederek ya da birtakım sembollerle dışa vurarak bu değerleri başkalarına yansıtmış olur. Tutumun işlevlerinde biri de bir işlev de egoyu koruma işlevidir. Bazı tutumlar kişinin egosunu, yani benlik saygısını koruma işlevine sahip olabilir. Psikanalitik teoriye referansla anlaşılabilecek egoyu koruma, kişinin bilinçdışı çatışmalarından kaynaklanan kaygılarını gidermek için ego savunma mekanizmaları kullanmasını ifade eder. Kişi bu çatışmalarla yüzleşemediği için savunma mekanizmaları yoluyla bu çatışmaların yarattığı kaygıyı azaltmaya çalışır. İşte bu bağlamda kişinin edindiği bazı tutumlar birer savunma mekanizması olarak işlev görerek, kaygısını azaltmaya hizmet eder. Tutumların egoyu koruma işlevine dair toplumsal sonuçları da olan en önemli konular önyargıyla ilişkili olanlardır.
Tutum ve Davranış Arasındaki İlişki
Tutumların neden davranışı yordayamadığına dair tartışma sosyal psikolojide tutum çalışmalarının erken dönemine kadar geriye gider. Wicker1969’da tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi çalışan kırktan fazla araştırmayı toplu bir biçimde analiz ettiğinde tutum ve davranış arasında çok zayıf bir ilişki buldu. Bunun üzerine Wicker tutum kavramından vazgeçilmesi ve davranışa odaklanılması gerektiğini ileri sürdü. Ancak yine bu tartışmaların başından beri tutum ve davranış arasında ilişki olduğunu ve bu ilişkiyi daha detaylı araştırmak gerektiğini söyleyen sosyal psikologlar oldu. Onlara göre tutumların ifade edilmesini sağlamak, onların davranışı ortaya çıkarmasından çok daha kolaydı. Ancak tartışmalar sonucunda tutum kavramından vazgeçilmemiş, bunun yerine tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi etkileyen değişkenlere odaklanılmıştır.
Tutumların davranışları yordadığını iddia eden sosyal psikologlar ilk çalışmaların tutum ve davranışı aynı spesifiklik düzeyinde ölçmediğini gözlemişlerdir. Araştırmacılar genellikle çok spesifik bir davranışı tahmin edebilmek için çok genel bir tutum ölçümü yapmışlardır. LaPiere’in çalışmasında da anketle sorulan sorular çok genel iken, gözlem yapılan davranış çok spesifiktir. Ankette işletmelere genel olarak Çinlilerin girip giremeyeceği sorulmuş, oysa davranış gözlemi düzleminde iyi giyimli, iyi İngilizce konuşan ve yanında bir beyazla otele ya da restorana giren iki Çinliye nasıl davranıldığı gözlemlenmiştir. Bu durumda ölçülen tutum ile gözlenen davranış arasında tutarsızlık olması beklenen bir durumdur. Bir çalışmada araştırmacılar katılımcıların çevreye ilişkin tutumlarını üç farklı spesifiklik düzeyinde ölçmüşlerdir. En az spesifiklik düzeyinde katılımcılar genel çevresel sorunlara ilişkin tutumlarını, orta düzeyde çeşitli çevre örgütlerinin ilgilendiği spesifik ekolojik kaygılara yönelik tutumlarını ifade etmişler ve en spesifik düzeyde de önemli bir çevre kulübünün değerlendirmesini yapmışlardır. Beş ay sonra katılımcılara, araştırmanın bir düzeyinde sözü geçen çevre örgütünün üyelik formu gönderilmiştir. Bu üç düzeydeki tutumlar ile bu çevre örgütüne üye olmak arasındaki ilişkiyi araştıran araştırmacılar, en genel düzeydeki tutumlar (genel çevresel sorunlara duyarlılık) söz konusu çevre kulübüne üye olma arasında bir ilişki bulunmamıştır. Yani çevre sorunları hakkında güçlü ve olumlu olsa da genel bir tutum sahibi olmak, katılımcılar açısından bir çevre kulübüne üye olmak gerektiği anlamına gelmemiştir. Diğer yandan tutum ile davranış arasındaki en güçlü ilişki en spesifik düzeyde, yani bir çevre kulübüne ilişkin tutumlar ile o çevre kulübüne üye olmak arasında bulunmuştur. Tutumların ölçülme ve davranışların gözlenme düzeyi arasındaki bu karşılıklılığa denklik hipotezi adı verilmektedir.
Ünitenin “Tutumların Yapısal Özellikleri” başlığı altında tutumların gücüne değinilmişti. Ancak burada tutumların gücünün tutum-davranış tutarlılığıyla (tutum doğrultusunda davranış sergilemek)ilişkisine odaklanılmıştır. Güçlü tutumların davranışı belirlemesi ve değişmeye dirençli olması çok beklendik bir durumdur. Yine daha önceki tutumların gücü bahsinden hatırlayacağınız gibi, eğer güçlü tutumlar davranışı daha fazla yordamaya olanak veriyorsa, yani tutum doğrultusunda bir davranış gösteriliyorsa, o hâlde ne tür koşullarda güçlü tutumlar davranışı belirliyor sorusunu sormak gereklidir. Araştırmalar bir konu hakkında bilgi edinmenin basitçe o konudaki tutum-davranış tutarlılığını arttırdığını göstermiştir. Tutumların gücünün diğer bir kaynağı kişinin tutum nesnesiyle kişisel olarak ilişkili olma düzeyidir. Tutum nesnesinin kişisel yaşamıyla daha çok ilişkili olanların tutumları davranışı tahmin etmeden çok daha etkilidir.
Tutumun konusu olan kişi, nesne ya da olayla direkt deneyim yaşamış olmak tutum ve davranış arasındaki tutarlılığı arttırmaktadır. Bu tür deneyimler kişinin tutumunun kesinliğini ve tutum nesnesi hakkındaki bilgisini arttırır. Literatürdeki çalışmalar direkt deneyim yoluyla oluşturulan tutumların böyle oluşturulmayanlara göre neredeyse her zaman kişinin daha sonraki eylemlerini belirlediğini göstermiştir. Tutumu bilişsel bir yapı olarak görmek, onun bellekte temsil edildiğini söylemek anlamına gelir. Tutumlar diğer tüm deneyimler gibi bellekte saklanıyorsa o zaman onları bellekten geri çağırma yani hatırlanmaları üzerine de konuşmamız gerekir. Bu bağlamda erişilebilir tutumdan bahsedildiğinde bellekten kolay ve hızlı bir biçimde geri çağırılabilen tutumlar kastedilmektedir. Diğer bir deyişle eğer bir tutum erişilebilirse kolayca geri çağırılabilir ve akla kendiliğinden gelebilir. Bu yüzden de bu tutumların davranışı etkileme olasılığı çok yüksektir. Direkt deneyimler tutumların erişilebilirliğini arttırmada önemli bir faktördür. Diğeri ise tutumların gücüdür. İnsanlar arasındaki belirli tutumlardaki tutum erişilebilirliği arasındaki farklılıkların tutumun gücünden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Bilişsel anlamda bir tutumun güçlü olması bir tutum nesnesi ile onun değerlendirmesi arasında tutarlı ve tekrarlanmış bağ kurulmuş olması demektir. Verili bir zamanda kişideki tüm tutumlar aktif hâlde değildir. Dolayısıyla tutumların zihinde aktive edilmesi, yani harekete geçirilmesi gerekir. Bilişsel psikolojiden hareketle tutumlar bellekteki düğümler olarak görülür ve çağrışımsal bir ağ içinde yer alırlar. Tutumlar yani düğümlerle ilgili bir deneyim yaşadığımızda düğümler harekete geçer ve bununla bağlantılı olan diğer düğümler de aynı anda aktive olur. Tutumların bu çağrışımsal ağ modelinde, bir tutum, nesnesi ile onun öznel değerlendirmesi arasındaki bağlantı olarak görülür.
Tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi etkileyen bir başka faktör benlik-farkındalığıdır. Özel benlik-farkındalığı yüksek olan kişiler davranışı gerçekleştirmede kişisel standartlarına daha çok dikkat gösterirken, kamusal benlik-farkındalığı yüksek olan kişiler kamusal standartlara daha fazla dikkat ederler. Tutum ile davranış arasındaki ilişki, kişinin o davranış öncesinde deneyimlediği benlik farkındalığı türü (özel ya da kamusal) tarafından belirlenir.
1970’lerde tutumların davranışı belirleyip belirlemediği tartışmasının ürünlerinden biri de planlanmış davranış teorisinin geliştirilmesidir. Bu teoriye göre davranış belli sonuçları elde etmek niyetiyle gerçekleştirilir. Dolayısıyla bu teori açısından insanlar bir davranışı yapmadan önce sonuçlarını düşünerek eyleme geçerler. Planlanmış davranış teorisine göre davranışın en dolaysız nedeni tutum değil, davranışın sonuçlarına göre eyleme geçip geçmemeyi belirleyen niyettir. Bu yüzden de teori tutumların niyeti etkileme aracılığıyla davranış üzerinde etkili olduğunu ileri sürer. Bu teorik modelde bir davranışa yönelik niyetin ortaya çıkması için tutuma ek olarak iki bileşene daha ihtiyaç vardır. Dolayısıyla niyeti ortaya çıkaran üç temel bileşen söz konusudur: davranışa yönelik tutum, öznel normlar ve algılanan davranışsal kontrol.
Planlanmış davranış teorisyenleri bir davranışı gerçekleştirmeye yönelik tutumun oluşturulmasının oldukça rasyonel bir süreç olduğuna ve bu tutumun iki faktörün ürünü olduğuna inanırlar:
- Belirli bir davranışın sonuçlarına ilişkin kişinin inancı,
- Kişinin olası sonuçlara ilişkin değerlendirmesi.
Teorinin diğer bir bileşeni öznel normdur. Öznel norm, kişinin çevresindeki diğer insanların onun belirli bir davranışını onaylayıp onaylamayacaklarına dair yargısıdır. Tutumlar gibi öznel norm de iki faktörün ürünü olarak ortaya çıkar:
- Kişi için önemli olan insanların algılanan beklentileri,
- Kişinin bu beklentilere uyma motivasyonu.
Davranışa yönelik tutumla öznel norm birlikte ele alındığında şu söylenebilir: Her ikisi de dikkatli bir biçimde ölçüldüğünde, sonuçlar genel olarak niyet ve davranış arasında yüksek bir örtüşme olduğunu göstermektedir. Ayrıca araştırmalar davranış niyetinin öznel normlara göre tutumlar tarafından daha fazla etkilendiğini gösterse de bu ikisinin her birinin niyete olan katkısı hangi tutumun söz konusu olduğuna, ortama ve araştırmanın yapıldığı popülasyona bağlıdır.
Tutumlar: Tarihçe ve Tanım
Türkçeye tutum kavramı sosyal psikoloji ile birlikte girmiştir ve bu nedenle görece yenidir. İngilizcede tutum teriminin kullanılmasının da çok uzun bir tarihi yoktur. 15 ve 16. yüzyıllarda bu terim esas olarak resimde ve heykelde figürlerin fiziksel olarak nasıl konumlandırıldığını anlatmak için kullanılmıştır. Daha sonraki birkaç yüzyıl içinde terim kişinin zihninden neler geçtiğini ima eden bedensel duruşu anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır. Kişinin belirli bir konuda olumlu ya da olumsuz zihinsel konumunu ifade eden modern tutum terimi 19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştır. Tutum ve ikna terimlerini zenginleştirip incelikli bir hâle getiren toplumsal ve tarihsel koşullardan biri, demokratik rızanın politik sistemin temel bir parçası hâline gelmesidir. Diğer bir deyişle, politik sistemin asal bir bileşeni olarak demokratik rızanın üretilebilmesi için tutum ve ikna terimlerine ihtiyaç vardır. Tarihte demokratik rızanın üretildiği böyle dört dönem ve yer vardır:
- İÖ 4. yüzyıl Atina
- İÖ 1. yüzyıl Roma
- İtalyan Rönesansı
- 20. yüzyılda dünyanın pek çok yeri.
Bu dönem ve yerlerde demokratik rıza ve halkın politik desteği oylarla ifade edilmektedir. Tutum teriminin ortaya çıkışını ve kullanımını güçlendiren ikinci bir tarihsel gelişme bireysel tüketimin yaygınlaşması ve bu ideolojiye yapılan vurgudur. Tutumlar, bizim kim olduğumuzu gösteren tüketim tercihleri ortamında serpilip gelişirler. 20. yüzyılın en önemli endüstrisi kimlik yaratımıdır. Tüketim tercihlerimiz, dolayısıyla tutumlarımız bizim kim olduğumuzu gösterir.
Sosyal psikoloji disiplininde tutum konusu, 1920’lerde Thurstone ve arkadaşları tarafından geliştirilen tutum ölçümleriyle başlamıştır. 1935’te Gordon Allport tutumun sosyal psikolojinin en ayrıcalıklı ve en vazgeçilmez kavramı olduğunu ilan etmiştir. Sosyal psikolojide tutumun bu kadar temel bir çalışma konusu olmasının önemli bir nedeni tutumların davranışları etkilediği ve hatta belirlediğinin varsayılmasıdır. Sosyal psikolojinin amacı sosyal davranışı açıklamak olarak kabul edildiğinden tutumlar da sosyal davranışı açıklamada anahtar kavramlardan biri hâline gelmiştir. Tutum kavramının sosyal psikolojide bu kadar merkezi bir konu olmasının başka nedenleri de vardır. İnsanlar genellikle kendi tutumlarına benzer tutumları olan insanlara yaklaşırlar ve onlardan hoşlanırlar ve beklenebileceği gibi kendisininkinden farklı tutumları olan insanlardan kaçınmaya çalışırlar ve onlardan hoşlanmazlar. Tutumların sosyal psikolojide çok önemli Bir çalışma konusu olmasının diğer bir nedeni, tutumların tutum nesnesi ile bilgiyi işleme biçimini de belirlemesidir. İnsanlar genellikle kendi tutum ve inançlarını onaylamayan bilgidense onaylayan bilgiyi ararlar ve seçerler. Tutuma dair seçicilik etkisi adı verilen bu olgu dikkat, bellek gibi bilgi işleme süreçlerinde etkindir. Tutumlar çevremizde algıladığımız sosyal bilgi ile ona nasıl tepki verdiğimiz arasında önemli bir aracılık görevi yapmaktadır.
Genel olarak tutumlar sosyal uyarıcılara büyük ölçüde nasıl tepki verdiğimiz, onlar hakkında ne hissettiğimiz ne düşündüğümüz ve ne yaptığımızı belirler. Kişiler arası ilişkilerde çekicilik, önyargı, benlik saygısı ya da değerler gibi sosyal psikolojik çalışma konuları tutumlarla yakından ilgilidir. Kişiler arası çekicilikte diğer kişilere yönelik tutumlardan, önyargıda belirli bir grup insana yönelik tutumlardan, benlik-saygısında kişinin kendisine yönelik tutumlarından, değer konusunda insanların soyut ilkelere yönelik tutumlarından söz edilebilir. O hâlde tutumların öneminin çeşitli sosyal psikolojik analiz düzeylerinde ortaya çıktığı söylenebilir. Bunlar:
- Bireysel düzeyde tutumlar algıyı, düşünmeyi, diğer tutumları ve davranışı etkiler. Bu nedenle tutumlar kişinin psikolojik varoluşuna ciddi bir katkı yapar.
- Kişiler arası düzeyde rutin olarak tutumlar hakkında bilgi aranır ve iletişimin konusu olur. Diğerinin tutumları bilindiğinde dünya daha tahmin edilebilir bir yer hâline gelir. İnsanın kendi düşünceleri ve davranışları bu bilgi tarafından şekillendirilebilir ve belki kişi diğerinin tutumlarını değiştirmek yoluyla davranışını kontrol edebilir.
- Toplumsal düzeyde kişilerin kendi gruplarına ve diğer gruplara yönelik tutumları gruplar arası iş birliğinin ve çatışmanın temelinde yer alır. Kişilerin kendisinin dahil olmadığı gruba karşı olumsuz tutumları ya da önyargısı ayrımcılığa yol açabilir.
Tutum araştırma ve kuramlaştırma çalışmalarının odak noktası tarihsel dönemlere göre farklılaşma göstermiştir. Sosyal psikolojide tutumların tarihsel olarak değişimini izlememize olanak veren üç evre vardır:
- 1920’ler ve 1930’lar: Bu dönemde tutum çalışmaları oldukça statik konulardaki tutumları ölçmeye ve bu tutumların davranışla nasıl ilişkili olduğuna odaklanmıştır.
- 1950’ler ve 1960’lar: Bu dönemdeki tutum çalışmaları tutum değişimine odaklanmıştır.
- 1980’ler ve 1990’lar: Tutumun bilişsel bir sistem olarak yapı ve işlevlerinin açıklanmasına odaklanılmıştır.
Sosyal psikolojide bu kadar önemli olmasına ve üzerinde en fazla araştırma yapılan konu olmasına rağmen tutum kavramıyla ne denmek istediği çok belirgin değildir. 1990’lara kadar sosyal psikolojide tutumları üç bileşenli bir zihinsel yapı olarak tarif etme eğilimi çök yaygındı. Bugün tutumun ABC modeli (biliş, duygu ve davranışın İngilizcedeki baş harfleri dolayısıyla verilen bir addır.
Tutumların bilişsel bileşeni belirli bir nesne ile ilişkilendirilen inanç ya da düşünceyi ifade eder. Pek çok durumda kişinin tutumu, tutum nesnesinin olumlu veya olumsuz özelliklerinin irdelenmesine dayanır. Tutumun duygusal bileşeni bir tutum nesnesiyle ilişki olan duygu veya hislerdir. Duygusal boyut açıkça tutum nesnesini sevmek-sevmemek, hoşlanmak-hoşlanmamak biçiminde ifade edilebilir. Tutumun davranışsal bileşeni kişinin tutum nesnesine yönelik davranış niyetini ya da eğilimini ifade eder. Ancak sosyal psikologlar tutumun bir bileşeni olan davranış eğilimini davranışın kendisinden ayırır.
Tutumların Yapısal Özellikleri
Spesifik olarak tutumları bir zihinsel yapı ya da temsil olarak tanımlayabilmek için tutumu tutum yapan özellikleri bilmek gereklidir. Tutumun başlıca yapısal özellikleri şunlardır:
Tutumların Olumluluğu/Olumsuzluğu
Başlangıç olarak bir tutum nesnesine yönelik tutumun çok kabaca olumlu ya da olumsuz olduğu söylenebilir. Yani bir tutumun yönü artı ya da eksi değerde olabilir.
Tek Kutuplu ve Çift Kutuplu Tutumlar
Bir tutumu bir değerlendirme çizgisi üzerinde değerlendirmek istediğimizde bu çizginin kapsadığı alanı bilmek isteyebilirsiniz. Örneğin “dondurmayı ne kadar seversiniz” sorusunun cevabı büyük olasılıkla nötrden olumluya kadar uzanan bir aralıkta yer alacaktır. Bu tür tutumlar tek kutuplu tutumlar olarak adlandırılır. Ancak diğer bazı tutumlar daha fazla kutuplaşmış tepkiler ortaya çıkarabilir. Örneğin bazı kişiler kürtajın yasal bir uygulama olması gerektiğini öne sürerken diğerleri bunu istememekle kalmaz, buna karşı çıkarlar. Bu tür tutumlar çift kutuplu tutumlar olarak adlandırılır.
Tutumların Çok Boyutluluğu ve Çelişkili Tutumlar
Tek boyutlu tutum, bir tutumun iki ya da daha fazla boyutsal uzamda değil, tek bir değerlendirme çizgisi üzerinde bir nokta, tek bir puan ile betimlenmesi anlamına gelir. Ancak bu, bir konu/nesne hakkındaki tutumun farklı boyutlardaki değerlendirici tepkileri içermesini engellemez. Örneğin bir vejetaryen hayvanların öldürülmesine karşı olduğu için et yemeyi bırakmıştır. Başka bir vejetaryen buna ek olarak etin gut hastalığına ve et yemenin kolesterolü yükselterek kalp hastalığına neden olduğunu düşünüyor olabilir. Bu durumda bu kişinin et yemeye ilişkin olumsuz tutumu iki boyuta dayanır: ahlak ve sağlık. Ayrıca bir değerlendirme boyutunda iki zıt uç gibi görünen olguların aslında iki farklı ve bir dereceye kadar bağımsız olabildiklerini belirtmek gerekir. İki boyutlu tutum modelinin avantajı, olumlu ve olumsuz uçların ayrı boyut olarak kavramsallaştırılmasının daha incelikli tutum pozisyonlarını görmemize izin vermesidir. Ama asıl üzerinde düşünülmesi gereken sonuç bazı durumlarda her iki boyutta yüksek puanlar alınıp, bu tepkilerin hem olumlu hem olumsuz değerlendirmeleri içermesidir. İşte burada çelişkili tutumdan söz edebiliriz.
Tutumların Gücü
Genel olarak tutumlardan ne yapması bekleniyorsa (bilgi işleme sürecine rehberlik etmek, davranışa yol açmak vb.) güçlü tutumların tüm bunları daha iyi yapabileceği düşünülmektedir. Bu tutumların değişmeye daha dirençli, zamana daha dayanıklı ve davranışla daha tutarlı olduğu varsayılmaktadır. Genelde tutumun gücünden bahsedildiğinde tutum nesnesine yönelik düşünce ve duygu yoğunluğunun kastedildiğini düşünebiliriz. Bir tutum nesnesinden hoşlanmak ile o tutum nesnesini taparcasına sevmek, bir tutum nesnesinden hoşlanmamak ile ondan nefret etmek arasında fark gibi. Literatürde buna tutumun aşırılığı adı verilmektedir. Bir tutumun güçlü olması onun aşırı olduğu anlamına gelmez. Belki de tutumun gücünü kişinin tutumuna bağlılık derecesi olarak genel bir şekilde tanımlayabiliriz.
Tutumların İşlevleri
Tutumlara ilişkin farklı teorik yaklaşımların özünü ortaya çıkaran iki temel işlevi olduğu öne sürülmektedir:
- Bilginin örgütlenmesine ve yaklaşma ve kaçınmaya rehberlik etmek: En temel düzeyde dünyayı iyi ve kötü olarak bölmek esaslı bir sürece işaret eder. Çalışmalar insanların tutum nesnelerini (nesne, olay, kişi, grup vb.) bu boyutta değerlendirdikleri gibi bu değerlendirmeyi çok hızlı bir biçimde gerçekleştirdiklerini de göstermektedir. İyiyi ve kötüyü saptamak ya da çevreyi dostça ve düşmanca olarak kategorilendirmek tutumların en açık ve en temel işlevi gibi görünmektedir. Tutumlar başka türlü karmaşık ve belirsiz olacak olan çevreyi (ortamı) örgütleyen ve başa çıkmayı sağlayan bir yapı sağlamaktadır. Bir tutumun bir bilişsel şemayı temsil ettiği söylenebilir.
- Yüksek psikolojik ihtiyaçlara hizmet etmek: Bazı araştırmacılar tutum nesnesinin kendisinden kaynaklanan hoşlanma ve hoşlanmamayla, bir tutumu ifade etmek ya da dışa vurmaktan kaynaklanan hoşlanma ve hoşlanmamayı birbirinden ayırmak gerektiğini iddia ederler ki bu sonuncusuna dışavurumcuya da sembolik işlev adı verilir. Bazı tutumlar kişinin benliği için öyle temeldir ki kişi bunları sözle ifade ederek ya da birtakım sembollerle dışa vurarak bu değerleri başkalarına yansıtmış olur. Tutumun işlevlerinde biri de bir işlev de egoyu koruma işlevidir. Bazı tutumlar kişinin egosunu, yani benlik saygısını koruma işlevine sahip olabilir. Psikanalitik teoriye referansla anlaşılabilecek egoyu koruma, kişinin bilinçdışı çatışmalarından kaynaklanan kaygılarını gidermek için ego savunma mekanizmaları kullanmasını ifade eder. Kişi bu çatışmalarla yüzleşemediği için savunma mekanizmaları yoluyla bu çatışmaların yarattığı kaygıyı azaltmaya çalışır. İşte bu bağlamda kişinin edindiği bazı tutumlar birer savunma mekanizması olarak işlev görerek, kaygısını azaltmaya hizmet eder. Tutumların egoyu koruma işlevine dair toplumsal sonuçları da olan en önemli konular önyargıyla ilişkili olanlardır.
Tutum ve Davranış Arasındaki İlişki
Tutumların neden davranışı yordayamadığına dair tartışma sosyal psikolojide tutum çalışmalarının erken dönemine kadar geriye gider. Wicker1969’da tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi çalışan kırktan fazla araştırmayı toplu bir biçimde analiz ettiğinde tutum ve davranış arasında çok zayıf bir ilişki buldu. Bunun üzerine Wicker tutum kavramından vazgeçilmesi ve davranışa odaklanılması gerektiğini ileri sürdü. Ancak yine bu tartışmaların başından beri tutum ve davranış arasında ilişki olduğunu ve bu ilişkiyi daha detaylı araştırmak gerektiğini söyleyen sosyal psikologlar oldu. Onlara göre tutumların ifade edilmesini sağlamak, onların davranışı ortaya çıkarmasından çok daha kolaydı. Ancak tartışmalar sonucunda tutum kavramından vazgeçilmemiş, bunun yerine tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi etkileyen değişkenlere odaklanılmıştır.
Tutumların davranışları yordadığını iddia eden sosyal psikologlar ilk çalışmaların tutum ve davranışı aynı spesifiklik düzeyinde ölçmediğini gözlemişlerdir. Araştırmacılar genellikle çok spesifik bir davranışı tahmin edebilmek için çok genel bir tutum ölçümü yapmışlardır. LaPiere’in çalışmasında da anketle sorulan sorular çok genel iken, gözlem yapılan davranış çok spesifiktir. Ankette işletmelere genel olarak Çinlilerin girip giremeyeceği sorulmuş, oysa davranış gözlemi düzleminde iyi giyimli, iyi İngilizce konuşan ve yanında bir beyazla otele ya da restorana giren iki Çinliye nasıl davranıldığı gözlemlenmiştir. Bu durumda ölçülen tutum ile gözlenen davranış arasında tutarsızlık olması beklenen bir durumdur. Bir çalışmada araştırmacılar katılımcıların çevreye ilişkin tutumlarını üç farklı spesifiklik düzeyinde ölçmüşlerdir. En az spesifiklik düzeyinde katılımcılar genel çevresel sorunlara ilişkin tutumlarını, orta düzeyde çeşitli çevre örgütlerinin ilgilendiği spesifik ekolojik kaygılara yönelik tutumlarını ifade etmişler ve en spesifik düzeyde de önemli bir çevre kulübünün değerlendirmesini yapmışlardır. Beş ay sonra katılımcılara, araştırmanın bir düzeyinde sözü geçen çevre örgütünün üyelik formu gönderilmiştir. Bu üç düzeydeki tutumlar ile bu çevre örgütüne üye olmak arasındaki ilişkiyi araştıran araştırmacılar, en genel düzeydeki tutumlar (genel çevresel sorunlara duyarlılık) söz konusu çevre kulübüne üye olma arasında bir ilişki bulunmamıştır. Yani çevre sorunları hakkında güçlü ve olumlu olsa da genel bir tutum sahibi olmak, katılımcılar açısından bir çevre kulübüne üye olmak gerektiği anlamına gelmemiştir. Diğer yandan tutum ile davranış arasındaki en güçlü ilişki en spesifik düzeyde, yani bir çevre kulübüne ilişkin tutumlar ile o çevre kulübüne üye olmak arasında bulunmuştur. Tutumların ölçülme ve davranışların gözlenme düzeyi arasındaki bu karşılıklılığa denklik hipotezi adı verilmektedir.
Ünitenin “Tutumların Yapısal Özellikleri” başlığı altında tutumların gücüne değinilmişti. Ancak burada tutumların gücünün tutum-davranış tutarlılığıyla (tutum doğrultusunda davranış sergilemek)ilişkisine odaklanılmıştır. Güçlü tutumların davranışı belirlemesi ve değişmeye dirençli olması çok beklendik bir durumdur. Yine daha önceki tutumların gücü bahsinden hatırlayacağınız gibi, eğer güçlü tutumlar davranışı daha fazla yordamaya olanak veriyorsa, yani tutum doğrultusunda bir davranış gösteriliyorsa, o hâlde ne tür koşullarda güçlü tutumlar davranışı belirliyor sorusunu sormak gereklidir. Araştırmalar bir konu hakkında bilgi edinmenin basitçe o konudaki tutum-davranış tutarlılığını arttırdığını göstermiştir. Tutumların gücünün diğer bir kaynağı kişinin tutum nesnesiyle kişisel olarak ilişkili olma düzeyidir. Tutum nesnesinin kişisel yaşamıyla daha çok ilişkili olanların tutumları davranışı tahmin etmeden çok daha etkilidir.
Tutumun konusu olan kişi, nesne ya da olayla direkt deneyim yaşamış olmak tutum ve davranış arasındaki tutarlılığı arttırmaktadır. Bu tür deneyimler kişinin tutumunun kesinliğini ve tutum nesnesi hakkındaki bilgisini arttırır. Literatürdeki çalışmalar direkt deneyim yoluyla oluşturulan tutumların böyle oluşturulmayanlara göre neredeyse her zaman kişinin daha sonraki eylemlerini belirlediğini göstermiştir. Tutumu bilişsel bir yapı olarak görmek, onun bellekte temsil edildiğini söylemek anlamına gelir. Tutumlar diğer tüm deneyimler gibi bellekte saklanıyorsa o zaman onları bellekten geri çağırma yani hatırlanmaları üzerine de konuşmamız gerekir. Bu bağlamda erişilebilir tutumdan bahsedildiğinde bellekten kolay ve hızlı bir biçimde geri çağırılabilen tutumlar kastedilmektedir. Diğer bir deyişle eğer bir tutum erişilebilirse kolayca geri çağırılabilir ve akla kendiliğinden gelebilir. Bu yüzden de bu tutumların davranışı etkileme olasılığı çok yüksektir. Direkt deneyimler tutumların erişilebilirliğini arttırmada önemli bir faktördür. Diğeri ise tutumların gücüdür. İnsanlar arasındaki belirli tutumlardaki tutum erişilebilirliği arasındaki farklılıkların tutumun gücünden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Bilişsel anlamda bir tutumun güçlü olması bir tutum nesnesi ile onun değerlendirmesi arasında tutarlı ve tekrarlanmış bağ kurulmuş olması demektir. Verili bir zamanda kişideki tüm tutumlar aktif hâlde değildir. Dolayısıyla tutumların zihinde aktive edilmesi, yani harekete geçirilmesi gerekir. Bilişsel psikolojiden hareketle tutumlar bellekteki düğümler olarak görülür ve çağrışımsal bir ağ içinde yer alırlar. Tutumlar yani düğümlerle ilgili bir deneyim yaşadığımızda düğümler harekete geçer ve bununla bağlantılı olan diğer düğümler de aynı anda aktive olur. Tutumların bu çağrışımsal ağ modelinde, bir tutum, nesnesi ile onun öznel değerlendirmesi arasındaki bağlantı olarak görülür.
Tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi etkileyen bir başka faktör benlik-farkındalığıdır. Özel benlik-farkındalığı yüksek olan kişiler davranışı gerçekleştirmede kişisel standartlarına daha çok dikkat gösterirken, kamusal benlik-farkındalığı yüksek olan kişiler kamusal standartlara daha fazla dikkat ederler. Tutum ile davranış arasındaki ilişki, kişinin o davranış öncesinde deneyimlediği benlik farkındalığı türü (özel ya da kamusal) tarafından belirlenir.
1970’lerde tutumların davranışı belirleyip belirlemediği tartışmasının ürünlerinden biri de planlanmış davranış teorisinin geliştirilmesidir. Bu teoriye göre davranış belli sonuçları elde etmek niyetiyle gerçekleştirilir. Dolayısıyla bu teori açısından insanlar bir davranışı yapmadan önce sonuçlarını düşünerek eyleme geçerler. Planlanmış davranış teorisine göre davranışın en dolaysız nedeni tutum değil, davranışın sonuçlarına göre eyleme geçip geçmemeyi belirleyen niyettir. Bu yüzden de teori tutumların niyeti etkileme aracılığıyla davranış üzerinde etkili olduğunu ileri sürer. Bu teorik modelde bir davranışa yönelik niyetin ortaya çıkması için tutuma ek olarak iki bileşene daha ihtiyaç vardır. Dolayısıyla niyeti ortaya çıkaran üç temel bileşen söz konusudur: davranışa yönelik tutum, öznel normlar ve algılanan davranışsal kontrol.
Planlanmış davranış teorisyenleri bir davranışı gerçekleştirmeye yönelik tutumun oluşturulmasının oldukça rasyonel bir süreç olduğuna ve bu tutumun iki faktörün ürünü olduğuna inanırlar:
- Belirli bir davranışın sonuçlarına ilişkin kişinin inancı,
- Kişinin olası sonuçlara ilişkin değerlendirmesi.
Teorinin diğer bir bileşeni öznel normdur. Öznel norm, kişinin çevresindeki diğer insanların onun belirli bir davranışını onaylayıp onaylamayacaklarına dair yargısıdır. Tutumlar gibi öznel norm de iki faktörün ürünü olarak ortaya çıkar:
- Kişi için önemli olan insanların algılanan beklentileri,
- Kişinin bu beklentilere uyma motivasyonu.
Davranışa yönelik tutumla öznel norm birlikte ele alındığında şu söylenebilir: Her ikisi de dikkatli bir biçimde ölçüldüğünde, sonuçlar genel olarak niyet ve davranış arasında yüksek bir örtüşme olduğunu göstermektedir. Ayrıca araştırmalar davranış niyetinin öznel normlara göre tutumlar tarafından daha fazla etkilendiğini gösterse de bu ikisinin her birinin niyete olan katkısı hangi tutumun söz konusu olduğuna, ortama ve araştırmanın yapıldığı popülasyona bağlıdır.