Sözlü ve Sözsüz İletişim Dersi 4. Ünite Sorularla Öğrenelim
Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Sözlü ve Sözsüz İletişim Dersi 4. Ünite Sorularla Öğrenelim için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
Kültür Ve Sözlü İletişim
Kültürel iletişimin birey açısından işlevi nedir?
Birey açısından iletişim, biyolojik varlığının toplumsal/kültürel varlığa dönüşmesini, yaşam boyu toplumsallaşmasını sağlayan en temel süreçtir. İnsan yavrusu toplumsal ve kültürel anlamda hazır bir ortama doğar. Hazır bulduğu bu ortamda isteklerini, duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi başkalarınınkini anlamayı iletişim yoluyla öğrenir ve geliştirir. İnsanlar, belli bir takım anlamlara sahip olmadan ya da bilmeden geldikleri dünyada çok çabuk olarak, belli bir sıra ve önemle anlamları keşfederler. Bu yolla yaşam insanlar için akılcı bir hale gelir ki, var olan bir takım güzellikler ya da çirkinlikler, ümitler ya da hayal kırıklıkları, deneyerek kazanılır. Yaşamda insanın bütün çevresi hep birtakım anlamlarla yüklüdür. Bu anlamlar da insanın çevreyle olan etkileşimi ve kurduğu iletişimle kazanılır. Burada işlev gören, kültürel değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılması ve bazı kültürlerden diğerlerine kültürel değerlerin aktarılması ve alınmasını sağlayan süreç “kültürel iletişim” dir. Ayrıca kültürel iletişim diğer bütün iletişim tür ve yöntemlerinin de belirleyicisidir. Çünkü iletişim olgusu kültür içinde ve kültürle vardır.
İletişimin toplumsallıkla ilişkisi nasıl açıklanabilir?
İnsan iletişim yoluyla toplumsal bir varlık olma özelliğini korur ve geliştirir. Diğer canlılar, içine doğdukları doğaya uyumlanırken insan iletişim ve yarattığı kültür yoluyla doğayı aşan, zorlayan ve hatta bazen doğaya zarar veren gelişim ve değişime neden olmuştur. İnsan geliştirdiği dil sayesinde duygularını, düşüncelerini, inançlarını diğer insanlarla paylaşmanın yolunu yaratmıştır. Bunun yanı sıra kimi bedensel hareketlerle, mimiklerle de duygu ve düşüncelerini aktarma yollarını bulmuştur. İletişim, insanın geliştirdiği dili, beden dilini ve diğer kültürel öğeleri diğer nesillere aktarmanın en temel yolu olmuştur.
Tylor’un kültür tanımı nasıldır?
Tylor kültür için, bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun öğrendiği, kazandığı, bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür, der.
Kültür nedir?
Kültür, insanların, temelde kalıcı, ama aynı zamanda rutin iletişim ve sosyal etkileşim içinde değişebilirlik özelliğine de sahip etkinliklerini, dünya görüşlerini, şeyleri, inançları ve karmaşık çevresini ifade eder
Ailenin kültürün aktarılmasındaki işlevi nedir?
Kültürel değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasında, aşılanmasında çok önemli bir sorumluluk taşıyan aile kurumunun her sosyal/kültürel sistemde yer aldığı söylenebilir. Ekonomik, sosyal ve psikolojik bir birlik olan aile, kadın erkek ilişkilerini düzenleyen, doğan çocuğun bakımından, beslenmesinden, sağlık ve eğitiminden sorumlu olan bir kurumdur. Kuşkusuz aile kurumu kültürün diğer kurumlarıyla etkileşim içindedir. Aile yasaların öngördüğü biçimde kurulur ve düzenlenir. Gelenek ve görenekler ailenin yapısını etkiler, kadın ve erkekten beklenen rolleri belirler. Geçmişten, toplumun yaşamakta olduğu dönüşümden ve diğer kültürlerden etkilenerek devamlılığını sağlar.
Kültürün aktarılmasında iletişimin rolü nedir?
Kültürün temel ögesi olarak işlev gören iletişim, toplumun üyelerinin, toplumun yaşa, cinsiyete, toplumsal statüye, sınıfsal konuma göre değişik gruplardan oluştuğunun ve gruplar içinde yer alan bireylerin kendilerininkine benzeyen ve benzemeyen rolleri inançları, değerleri, tutum ve davranışları paylaşabileceğini öğrenmesini sağlar. Hem insanlar, hem toplumlar arası ilişkilerin temel ögesi olan iletişim, davranışları geliştirmeye ve etkilemeye, belli davranış modellerinin yayılmasına ve bunlara özendirmeye, toplumsal bütünleşmeyi sağlamaya hizmet eden ve toplumun kültürel kalıplarını biçimleme yetisine sahip bir araçtır.
İletişim, kültürel bir varlık olan insanın bağlı olduğu toplumsal ve kültürel çevreyi anlamlandırma ve kendisini bu çevre içinde konumlandırma olanağını yaratırken onu da “kültürel” bir varlık yapar. Başka deyişle, iletişim insanoğlunun toplumun bir bireyi olmasını sağlar. İletişimin yardımıyla birey hem toplumun ve bağlı olarak o toplumun kültürünün geçmişteki başarılarını ve değerlerini öğrenir ve canlı tutar, gelenekleri ve kültürel kimliği korur, hem de yeni gelişmeleri, düşünceleri, değerleri yaygınlaştırarak sosyal / kültürel sistemlerin değişim sürecinde yeniden üretimini sağlar.
İletişim bireyler arasında düşüncelerde, davranışlarda, değerlerde ve amaçlarda benzerlik ve uzlaşma olanağını beraberinde getirir. Böylece toplumun üyeleri arasında göreli bir bütünleşme söz konusu olur. İletişim yardımıyla tüm bu kültürel donanımlara ulaşan, uygulayan ve kimi zaman değiştiren insan, yine iletişim yoluyla kültürel mirasını aktarır. Bu mirasın kapsamında, siyasal sistemde yasaların ve geleneklerin aktarımı, eğitim ve öğretimin örgütlenmesi; ekonomik sistemde üretim ve tüketim, dağıtım ve paylaşım ilişkilerinin açıklanması ve öğretilmesi, ekonomik davranışın kazandırılması da yer alır
Dilin kültürle nasıl bir ilişkisi vardır?
Bireyler arasında gelişkin bir iletişimin doğmasına yol açan dil, her kuşağın sınama yanılma yoluyla edindiği bilgi ve deneyimlerini bir sonraki kuşağa aktarmasını sağlamaktadır. Böylece bireylerin yaşamları boyunca edindikleri bilgi, beceri, duygu ve deneyler hem kendi kuşaklarındaki bireyler arasında hem de kendilerinden sonra gelecek kuşakların bireyleri arasında paylaşılır. Yaşamımızın ilk yıllarında tek tek sözcüklerle, bir süre sonra da cümleler aracılığıyla duygu ve düşüncelerimizi aktarmamızı sağlayan dil aynı zamanda ulusal kimliğimizin, yaşadığımız coğrafyanın, yaşam standartlarımızın kısaca kültürümüzün bir izdüşümüdür.
Toplumsal cinsiyet nedir?
Toplumsal olarak var olan beklentiler doğduğumuz andan itibaren üzerimize yüklenmeye başlanır. Bizim toplumsal norm ve kurallara uygun olarak davranmamız beklenir ve istenir. Bir mağazada gördüğümüz bir şeyi parasını vererek elde etmemiz toplumsal ve ahlaki bir kuraldır. Toplum her bireyinin buna uygun davranmasını bekler. Bir yakınınız size bir şey armağan ettiğinde teşekkür etmeniz beklenir. Bu umulan davranışların dışında davrananlar toplumu oluşturan ve beklentilere uygun davranan diğer bireyler tarafından eleştirilir, bazen uzaklaştırılır ve duruma göre yasal yollarla cezalandırılır. İşte bu yaptırımın da farkında olarak toplumsal beklentileri karşılayacak biçimde davranmaya özen göstermemizi, toplumun istediği bir birey gibi davranabilmek için belli rollere bürünmemizi persona kavramı açıklamaktadır. Toplumsal olarak en çok beklentinin oluşturulduğu kimliğimiz ise kadınlık ve erkekliktir. İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir. Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkek olmayı öğrenir. Başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler. İşte kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet adını veriyoruz.
Toplumsal cinsiyet kavramının cinsiyet kavramından farkı nedir?
Toplumsal cinsiyet kavramı, insanı dişi ve erkek olarak ayıran cinsiyet kavramından daha farklı ve kapsamlı olarak, kadın ve erkek arasındaki toplumsal, kültürel, ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları içermektedir. Bu farklılıklar doğumdan itibaren egemen ideoloji tarafından güçlendirilmekte ve bu yolla etkili bir toplumsal denetim sağlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet, toplumun görmek istediği kadın ve erkek kalıplarını içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkek rolleri, kadın ve erkeğin kendini sunum biçimi; konuşması, davranış kalıpları ve giyim kuşam kodları bulunmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi bu kalıp ve kodlamalar toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Belki de tüm toplumlarda var olan ortak nokta ise kadın ve erkek arasında bir eşitliğin olmamasıdır. Toplumsal cinsiyet, toplumun kültür ideolojisini yansıtır. Ritüeller, edebi eserler, mitler, efsaneler, söylenceler ve tüm simgesel anlatımlar pek çok şeyin yanı sıra toplumsal cinsiyetle ilgili değerleri de aktarır. Başka deyişle kültür toplumsal cinsiyeti etkileyen kurumlardan biri olarak etkin rol oynamaktadır.
Atasözleri üzerinden kültür ve toplumsal cinsiyet ilişkisi nasıl açıklanabilir?
Sözlü kültürün ve iletişimin önemli araçlarından biri olan atasözleri daha önce üzerinde durduğumuz toplumsal cinsiyete dayalı toplumumuzun ve kültürümüzün beklentilerini yansıtmaktadır. Kadının ikincil, emeğinin, kazancının değersiz olduğu, erkek kadar güçlü olamayacağı ama her zaman erkeğin destekçisi olması gerektiği, namusunun her şeyin önünde olduğu sonuçlarını çıkarmak olanaklıdır. Örneğin, çok sık duyduğumuz, sarf ettiğimiz “Cennet anaların ayakları altındadır” sözü kadınları yücelten bir söz gibi gözükmekle birlikte, alt metin olarak kadının yalnız anne olarak makbul olduğunu, kutsallığı annelik sıfatıyla yakalayabileceği iması yatar. Oysa, çağımızda evlenmemeyi seçen ya da evlenmesine karşın çocuk sahibi olmamayı tercih eden ya da biyolojik nedenlerle çocuk sahibi olamayan pek çok kadın bulunmaktadır. Kadını yalnızca anne kimliği içinde kıymetli görmek geleneksel ve ataerkil yapımızın bir yansımasıdır. Yukarıda ele alınan atasözlerindeyse erkeğin, güç, iktidar içeren konumu rahatlıkla çıkarsanabilmektedir.
Konuşmanın tanımı nasıl yapılabilir?
Basit olarak ele alınacak olursa konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir biçiminde tanımlanabilir. Konuşma, günlük yaşam içinde olağan olarak gerçekleştirdiğimiz pek çok etkinlik gibi kendiliğinden, doğal olarak yaptığımız bir etkinlik, yaşamımızın bir parçasıdır. Konuşma, aynı zamanda en temel gereksinimlerimizden biridir. Konuşma yoluyla başkalarıyla duygularımızı, düşüncelerimizi ifade eder, etkileşime gireriz. Kişiliğimizi de, düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt konuşmamızdaki yetkinliğimizdir. Konuşma başkalarını etkileyebileceğimiz bir eylemdir. İyi konuşarak insanlar arasındaki ağı oluşturmak kadar kötü konuşarak köprüleri yıkmak da bir olasılıktır. Konuşmayla insan arasındaki bağ karşılıklıdır. İnsan başkalarıyla konuşarak kendini geliştirir. Ama konuşma eylemi de insanla birlikte gelişir ve ilerler. İnsan konuşma yoluyla yaşamı kavrar, algılar. Yaşam konuşma yoluyla insan için daha anlaşılır bir hale bürünür. Konuşma dinamik, süregiden bir eylemdir. Sürekli gelişme halindedir. Ancak konuşmanın gerçekleşebilmesi için bir diyalog ortamının, başka deyişle, birden fazla kişinin var olması gerekir. Dolayısıyla konuşma eylemi kadar bu ünitede daha sonra da üzerinde durulacağı üzere dinleme eylemi de konuşmanın önemli bir parçasıdır. Karşımızdakini dinlemeden bir konuşmayı sağlıklı bir biçimde ilerletmek olanaklı değildir.
Kitle iletişim araçlarının kültürün aktarılmasındaki rolü nedir?
Sanayi Devrimi ve ardından gelen ve hızla yayılan kitle iletişim araçları kültürün aktarılıp yaygınlaştırılmasında etkili olmuştur. Gazete, dergi, sinema, radyo ve televizyon aracılığıyla hem popüler kültür ürünleri ortaya çıkmış ve toplum tarafından paylaşılmaya başlanmış hem de zaten var olan kültür ögeleri bu araçlar yardımıyla daha da kolay ve yaygın biçimde kuşaklara aktarılmaya başlanmıştır. 2000’li yıllarla birlikte gelişen yeni iletişim teknolojileriyle birlikte bu yaygınlaştırmanın hızı ve boyutu daha da artmıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra küreselleşmeyle birlikte sözü edilen bu etkileşim yalnızca kültürü yaratan toplum içinde değil aynı zamanda başka toplumların kültürleri arasında da etkileşimi hızlandırmış ve yoğunlaştırmıştır.
Eğitimin kültürün aktarılmasındaki işlevi nedir?
Aileden başka çocuğun kültürel ortama uyum sağlamasını ve sosyalleşmesini sağlayan bir diğer kurum ise eğitimdir. Ailenin başlattığı eğitim daha sonra çocuğun okulla buluşmasıyla birlikte aşama aşama ileriye götürülür. Eğitim kurumunun işlevini yerine getirebilmesi için uygun fiziki koşulların tasarlanıp, uygulanması, çağa uygun, güncel programların geliştirilmesi ve tüm bunları gerçekleştirecek insan gücünün de ayrıca yetiştirilmesi gerekmektedir. Öte yandan, bu hizmetlerin yerine getirilmesi için maddi koşulların da uygun olması, belli kaynakların sağlanması zorunludur. Bu kurum ve hizmetlerin değerlendirilmesi, çalışması ve geliştirilmesi de yine eğitim bilimlerinin sınırları içindedir ve kültürle doğrudan bağıntılıdır.
Kültür aktarıcısı kurumlar nelerdir?
Kültür bir sistemdir. Bu sistem onu oluşturan maddi ve manevi ögeler ve bunların karşılıklı ilişkilerinden oluşur. Kültürü oluşturan bu somut ilişki ve ögeler, tarih ve kaynaklar, aile ve akrabalık, sağlık ve beslenme, eğitim süreci, yerleşmeler, ekonomi ve teknoloji, bilimler ve sanatlar, din ve devlet, kişilik sistemi ve dil, kültürel çevre ve tarih çevresi şeklinde sıralanabilir.
Kültür ile toplumsallaşma arasında nasıl bir ilişki vardır?
Kültür toplumsal yapı içinde varlık gösteren bir olgu olduğundan içgüdüsel değildir; doğuştan getirilmez, sonradan öğrenilir. Birey kültürel öğretileri, toplumun onayladığı değer, tutum ve davranışları öğrenir, benimser ve kendinden sonra gelen kuşaklara yaratıp geliştirdiği iletişim sistemleriyle taşır. Bu aktarım toplumsal yapı içinde kültürün aktarılması için oluşturulmuş kurumlarca gerçekleştirilir. En genel anlamıyla, toplumda eğitim öğretim işlevini üstlenmiş olan tüm kurumlar, temelde kültür aktarıcısı rolünü oynarlar. Bunun yanısıra, çocukluk çağında öncelikle ana baba olmak üzere aile, arkadaş grupları, daha sonraları insanların dahil oldukları iş çevreleri ve çağımızda kitle iletişim araçları ve yeni iletişim teknolojileri bu işlevi üstlenirler. Buna bağlı olarak, insanın toplumsallaşmasının yolunun kültürü öğrenmesinden geçtiği söylenebilir.
Kültürün aktarılmasında dilin nasıl bir rolü vardır?
Toplumsal kurumlar, kurallar ve öğretilerin hepsi belli deneyim ve bilgi birikimlerini taşıyan sistemler oluşturarak kültürü meydana getirirler. Bu bilgi ve deneyimlerin değer ve işlevsellik kazanması bunların insanlığa, insanlığın bilgi dağarcığına katkıları ve aktarabildikleri ile sağlanmaktadır. Ne kadar değerli bir içeriğe sahip olursa olsun aktarılamayan bilgi dolaşım pazarına çıkamaz. Aktarımın mutlaka konuşma diliyle yapılmasını gerekli değilmiş, başka yollarla da aktarım sağlanabilirmiş gibi gözükse de toplumu oluşturan bireylerin uzlaşımlara varabilmesi bir konuşma dilinin varlığına ve desteğine, başka deyişle dile bağlıdır.
İnsana türlü etkinlik süreçleri içinde düşünce ve duygularını anlatma olanağı vererek bilme ve iletişme işlevlerini yerine getiren, toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkıp gelişen söz düzeni olarak tanımlanabilecek olan dil, insanın kültürel ve toplumsal yönüne hizmet eden en temel kurumlardan biridir.
Dil ve toplumsal cinsiyet arasında nasıl bir ilişki vardır?
Her toplumun ya da kültürün kendi yaşam çevresine ve gereksinimlerine, bunları karşılamak için gerçekleştirilen etkinliklerine uygun sözcükleri vardır. Dolayısıyla, dilin yetkinliği tartışılırken sözcük sayısı değil, toplumun gereksinimlerini ne denli karşıladığı belirleyici olmaktadır. Başka deyişle, toplumun bilgi, duygu ve estetik gereklerine yanıt veren her dil yetkindir. Dil yalnızca kültürün maddi donanımları hakkında değil, manevi donanımları ile ilgili de bilgi içerir. Kimi sözcükler ve kavramlar o toplumun manevi değerlerini yansıtır. Dil, bireyin ait olduğu toplumsal sınıf, dünya görüşü, sosyoekonomik düzeyini de açığa çıkarır. Seçilen sözcükler, yapılan vurgular bu tür saptamalara olanak tanır. İşte bu noktada dillerin toplumsal cinsiyet açısından yargı içerdiğini gerek dil yoluyla öğretilenlerle gerekse dildeki kimi kullanımlarla kadın ve erkek olmaya dair kültürel değerlerin aktarımı, devamlılığı, değişip gelişmesi sağlandığını vurgulamak gerekmektedir.
Kadın ve erkek konuşmaları açısından sorunlar karşısında ne tür bir farklılık vardır?
Günlük yaşam içinde pek çok sorunla karşılaşır ve üstesinden gelmeye çalışırız. Bu süreçte kadın ve erkek arasında kimi belirgin farklılıklar söz konusudur. Bir erkek için, yetiştirilme tarzı ve ondan beklenen davranışlar doğrultusunda bir sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir meseledir. Bir erkek çoğunluk sorunun ne olduğunu net biçimde ortaya koymaya ve çözümüne odaklanır. Çünkü bir sorun erkeğin rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda onun bulunduğu konumu zayıflatacak bir durumdur. Dolayısıyla bir çok erkek çok zor durumda kalmadıkça sorunu hakkında konuşmamayı, sorunu hakkında konuşacaksa da bütün detayları başkalarına yansıtmamayı tercih eder.
Bir kadın söz konusu olduğunda ise çoğunlukla sorunu hakkında konuşmak onu zorlayan bir durum değildir. Başkalarıyla sorunları hakkında konuşmak, kendileri hakkında bilgi vermek yakınlık kurmanın yollarından biridir. Özellikle dostlar arasında yapılan dertleşme toplantılarının alt metni “Yalnız değilsin. Benzer şeyleri biz de yaşıyoruz”dur. Kadınlar dertleşirken hassas bir sistemi dengede tutmaya çaba sarf ederler. Bu sistemde dertleşme, duyguları onaylamak ve bir topluluk olunduğu duygusunun yaratmak adına kullanılır. Genelde kadın ve erkek hemcinsleriyle birlikteyken sorunlarla başa çıkma konusunda çatışma yaşamazlar. Ancak bir kadın ve bir erkek bir sorun hakkında konuşmayı seçtiklerinde çatışma yaşanması olasıdır. Örneğin, diyelim ki çalışan bir kadın eve geldiğinde eşine, iş yerinde bir arkadaşıyla yaşadığı işe dair bir sorunu anlatmaya başladı. Çoğunluk erkeğin tutumu sorunun çözümüne odaklı olacaktır ve muhtemelen “O zaman müdüre anlatsaydın durumu” diyecektir. Bu, bir erkek için olağan bir tepkidir. Eşine işiyle ilgili bir sorunda yardımcı olmaktadır. Oysa kadın kendi sorunundan söz ederken yakınlık ilişkisi kurmaya çalışmak ister. İçinde bulunduğu durumun anlaşılmasını ve kendisiyle yandaşlık kurulmasını umut eder. Ona sorunuyla ilgili ne yapması gerektiği söylendiğinde kendisini yalnız hissetmesinin yanı sıra bir de zaten kendisinin de akıl edebileceği bir çözüm önüne konduğu için ikincil duruma düşürüldüğü duygusunu yaşar. Kadın yakınlık kurmak ve anlaşılmak isterken erkek bir anlamda “Senin sorunların var. Benimse çözümlerim” demektedir. Karşılıklı anlayış simetrik bir yapı iken, öğüt vermek asimetrik bir yapıdır. Öğüt vereni daha bilgili, daha mantıklı, daha denetleyici durumda gösterir. Başka deyişle hiyerarşide üst konuma taşır. Bu da karşısındaki kişide, özellikle de bir kadında uzaklaştırılma duygusuna neden olur. Erkeklerin yaklaşımı, duyguların nedenlerine saldırarak o duyguları yatıştırmak iken, kadınlar duygularının desteklenmesini bekler ve erkeklerin söz konusu yaklaşımı kendilerini saldırıya uğramış gibi hissetmelerine yol açar.
Kültürü tanımlamanın zorluğu nereden kaynaklanmaktadır?
Kültürle ilgilenen herkesi tam olarak tatmin edecek bir şekilde yapılmış bir kültür tanımı bulmak zordur. Aslında, tanım yapma güçlüğüne yol açan neden bilgi ya da malzeme eksikliğinden öte, tanımı yapanların konularının ve ilgi alanlarının farklı olmasıdır. Bilimsel çalışmaların yanısıra, gündelik konuşmalarda da, kültür kavramının birçok değişik bağlam ve anlamda kullanıldığı görülebilir. Her günkü konuşmalarda kültür ve bağlı olarak kültürlü olmak; belli kalıplara ve davranışlara, ya da başka deyişe, görgü kurallarına uygun davranma olarak yer almaktadır. Bu anlamda, kültürlü insan; toplumsal yaşantı içerisinde nerede, nasıl, ne türlü davranacağını bilen insan olarak ortaya çıkmaktadır
Teknolojide yaşanan gelişmeler ile dil arasında nasıl bir bağlantı vardır?
Daha önce de değinildiği üzere kitle iletişim araçları ve yeni iletişim teknolojileri kültürlerarası etkileşimin de artmasını kolaylaştırmıştır. Bu durumun dil üzerinde de etkisi büyüktür. Teknolojide, bilimde, güzel sanatlarda ulaşılan gelişme düzeyi ile sözcüklerin çeşitlenmesi arasında ilişki vardır. Belli alanlarda gelişmiş olan ülkeler ve kültürler yarattıkları ürün ve eserlere kendi dillerinden isimler vermekte somut ve soyut kavramlar geliştirmektedirler. Küreselleşmenin hızlandırıp yoğunlaştırdığı kültürler arası etkileşim yoluyla bu kavramlar yalnızca o kültürle sınırlı kalmamakta, diğer ülkelerin ve kültürlerin de yaşantısına bazen doğrudan bazen de uyarlanarak eklemlenmektedir. İnternet, chat, computer, haute couture, supangle, postmodern, expresyonizm gibi yaşamımızın pek çok alanına nüfuz etmiş olan ve içselleştirdiğimiz sözcük ve kavramlar bulunmaktadır. Zaman içinde yalnızca başka dillerden etkilenerek değil, kültürün kendi içinde gereksinimleri değiştikçe, örneğin mektep sözcüğünün yerine okul sözcüğünün tercih edilmesi gibi, dil de değişebilmektedir. Özce, kültürel yapılanmalar değiştikçe dilde de değişme gözlenir.
Kültürel iletişimin birey açısından işlevi nedir?
Birey açısından iletişim, biyolojik varlığının toplumsal/kültürel varlığa dönüşmesini, yaşam boyu toplumsallaşmasını sağlayan en temel süreçtir. İnsan yavrusu toplumsal ve kültürel anlamda hazır bir ortama doğar. Hazır bulduğu bu ortamda isteklerini, duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi başkalarınınkini anlamayı iletişim yoluyla öğrenir ve geliştirir. İnsanlar, belli bir takım anlamlara sahip olmadan ya da bilmeden geldikleri dünyada çok çabuk olarak, belli bir sıra ve önemle anlamları keşfederler. Bu yolla yaşam insanlar için akılcı bir hale gelir ki, var olan bir takım güzellikler ya da çirkinlikler, ümitler ya da hayal kırıklıkları, deneyerek kazanılır. Yaşamda insanın bütün çevresi hep birtakım anlamlarla yüklüdür. Bu anlamlar da insanın çevreyle olan etkileşimi ve kurduğu iletişimle kazanılır. Burada işlev gören, kültürel değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılması ve bazı kültürlerden diğerlerine kültürel değerlerin aktarılması ve alınmasını sağlayan süreç “kültürel iletişim” dir. Ayrıca kültürel iletişim diğer bütün iletişim tür ve yöntemlerinin de belirleyicisidir. Çünkü iletişim olgusu kültür içinde ve kültürle vardır.
İletişimin toplumsallıkla ilişkisi nasıl açıklanabilir?
İnsan iletişim yoluyla toplumsal bir varlık olma özelliğini korur ve geliştirir. Diğer canlılar, içine doğdukları doğaya uyumlanırken insan iletişim ve yarattığı kültür yoluyla doğayı aşan, zorlayan ve hatta bazen doğaya zarar veren gelişim ve değişime neden olmuştur. İnsan geliştirdiği dil sayesinde duygularını, düşüncelerini, inançlarını diğer insanlarla paylaşmanın yolunu yaratmıştır. Bunun yanı sıra kimi bedensel hareketlerle, mimiklerle de duygu ve düşüncelerini aktarma yollarını bulmuştur. İletişim, insanın geliştirdiği dili, beden dilini ve diğer kültürel öğeleri diğer nesillere aktarmanın en temel yolu olmuştur.
Tylor’un kültür tanımı nasıldır?
Tylor kültür için, bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun öğrendiği, kazandığı, bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür, der.
Kültür nedir?
Kültür, insanların, temelde kalıcı, ama aynı zamanda rutin iletişim ve sosyal etkileşim içinde değişebilirlik özelliğine de sahip etkinliklerini, dünya görüşlerini, şeyleri, inançları ve karmaşık çevresini ifade eder
Ailenin kültürün aktarılmasındaki işlevi nedir?
Kültürel değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasında, aşılanmasında çok önemli bir sorumluluk taşıyan aile kurumunun her sosyal/kültürel sistemde yer aldığı söylenebilir. Ekonomik, sosyal ve psikolojik bir birlik olan aile, kadın erkek ilişkilerini düzenleyen, doğan çocuğun bakımından, beslenmesinden, sağlık ve eğitiminden sorumlu olan bir kurumdur. Kuşkusuz aile kurumu kültürün diğer kurumlarıyla etkileşim içindedir. Aile yasaların öngördüğü biçimde kurulur ve düzenlenir. Gelenek ve görenekler ailenin yapısını etkiler, kadın ve erkekten beklenen rolleri belirler. Geçmişten, toplumun yaşamakta olduğu dönüşümden ve diğer kültürlerden etkilenerek devamlılığını sağlar.
Kültürün aktarılmasında iletişimin rolü nedir?
Kültürün temel ögesi olarak işlev gören iletişim, toplumun üyelerinin, toplumun yaşa, cinsiyete, toplumsal statüye, sınıfsal konuma göre değişik gruplardan oluştuğunun ve gruplar içinde yer alan bireylerin kendilerininkine benzeyen ve benzemeyen rolleri inançları, değerleri, tutum ve davranışları paylaşabileceğini öğrenmesini sağlar. Hem insanlar, hem toplumlar arası ilişkilerin temel ögesi olan iletişim, davranışları geliştirmeye ve etkilemeye, belli davranış modellerinin yayılmasına ve bunlara özendirmeye, toplumsal bütünleşmeyi sağlamaya hizmet eden ve toplumun kültürel kalıplarını biçimleme yetisine sahip bir araçtır.
İletişim, kültürel bir varlık olan insanın bağlı olduğu toplumsal ve kültürel çevreyi anlamlandırma ve kendisini bu çevre içinde konumlandırma olanağını yaratırken onu da “kültürel” bir varlık yapar. Başka deyişle, iletişim insanoğlunun toplumun bir bireyi olmasını sağlar. İletişimin yardımıyla birey hem toplumun ve bağlı olarak o toplumun kültürünün geçmişteki başarılarını ve değerlerini öğrenir ve canlı tutar, gelenekleri ve kültürel kimliği korur, hem de yeni gelişmeleri, düşünceleri, değerleri yaygınlaştırarak sosyal / kültürel sistemlerin değişim sürecinde yeniden üretimini sağlar.
İletişim bireyler arasında düşüncelerde, davranışlarda, değerlerde ve amaçlarda benzerlik ve uzlaşma olanağını beraberinde getirir. Böylece toplumun üyeleri arasında göreli bir bütünleşme söz konusu olur. İletişim yardımıyla tüm bu kültürel donanımlara ulaşan, uygulayan ve kimi zaman değiştiren insan, yine iletişim yoluyla kültürel mirasını aktarır. Bu mirasın kapsamında, siyasal sistemde yasaların ve geleneklerin aktarımı, eğitim ve öğretimin örgütlenmesi; ekonomik sistemde üretim ve tüketim, dağıtım ve paylaşım ilişkilerinin açıklanması ve öğretilmesi, ekonomik davranışın kazandırılması da yer alır
Dilin kültürle nasıl bir ilişkisi vardır?
Bireyler arasında gelişkin bir iletişimin doğmasına yol açan dil, her kuşağın sınama yanılma yoluyla edindiği bilgi ve deneyimlerini bir sonraki kuşağa aktarmasını sağlamaktadır. Böylece bireylerin yaşamları boyunca edindikleri bilgi, beceri, duygu ve deneyler hem kendi kuşaklarındaki bireyler arasında hem de kendilerinden sonra gelecek kuşakların bireyleri arasında paylaşılır. Yaşamımızın ilk yıllarında tek tek sözcüklerle, bir süre sonra da cümleler aracılığıyla duygu ve düşüncelerimizi aktarmamızı sağlayan dil aynı zamanda ulusal kimliğimizin, yaşadığımız coğrafyanın, yaşam standartlarımızın kısaca kültürümüzün bir izdüşümüdür.
Toplumsal cinsiyet nedir?
Toplumsal olarak var olan beklentiler doğduğumuz andan itibaren üzerimize yüklenmeye başlanır. Bizim toplumsal norm ve kurallara uygun olarak davranmamız beklenir ve istenir. Bir mağazada gördüğümüz bir şeyi parasını vererek elde etmemiz toplumsal ve ahlaki bir kuraldır. Toplum her bireyinin buna uygun davranmasını bekler. Bir yakınınız size bir şey armağan ettiğinde teşekkür etmeniz beklenir. Bu umulan davranışların dışında davrananlar toplumu oluşturan ve beklentilere uygun davranan diğer bireyler tarafından eleştirilir, bazen uzaklaştırılır ve duruma göre yasal yollarla cezalandırılır. İşte bu yaptırımın da farkında olarak toplumsal beklentileri karşılayacak biçimde davranmaya özen göstermemizi, toplumun istediği bir birey gibi davranabilmek için belli rollere bürünmemizi persona kavramı açıklamaktadır. Toplumsal olarak en çok beklentinin oluşturulduğu kimliğimiz ise kadınlık ve erkekliktir. İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir. Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkek olmayı öğrenir. Başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler. İşte kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet adını veriyoruz.
Toplumsal cinsiyet kavramının cinsiyet kavramından farkı nedir?
Toplumsal cinsiyet kavramı, insanı dişi ve erkek olarak ayıran cinsiyet kavramından daha farklı ve kapsamlı olarak, kadın ve erkek arasındaki toplumsal, kültürel, ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları içermektedir. Bu farklılıklar doğumdan itibaren egemen ideoloji tarafından güçlendirilmekte ve bu yolla etkili bir toplumsal denetim sağlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet, toplumun görmek istediği kadın ve erkek kalıplarını içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkek rolleri, kadın ve erkeğin kendini sunum biçimi; konuşması, davranış kalıpları ve giyim kuşam kodları bulunmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi bu kalıp ve kodlamalar toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Belki de tüm toplumlarda var olan ortak nokta ise kadın ve erkek arasında bir eşitliğin olmamasıdır. Toplumsal cinsiyet, toplumun kültür ideolojisini yansıtır. Ritüeller, edebi eserler, mitler, efsaneler, söylenceler ve tüm simgesel anlatımlar pek çok şeyin yanı sıra toplumsal cinsiyetle ilgili değerleri de aktarır. Başka deyişle kültür toplumsal cinsiyeti etkileyen kurumlardan biri olarak etkin rol oynamaktadır.
Atasözleri üzerinden kültür ve toplumsal cinsiyet ilişkisi nasıl açıklanabilir?
Sözlü kültürün ve iletişimin önemli araçlarından biri olan atasözleri daha önce üzerinde durduğumuz toplumsal cinsiyete dayalı toplumumuzun ve kültürümüzün beklentilerini yansıtmaktadır. Kadının ikincil, emeğinin, kazancının değersiz olduğu, erkek kadar güçlü olamayacağı ama her zaman erkeğin destekçisi olması gerektiği, namusunun her şeyin önünde olduğu sonuçlarını çıkarmak olanaklıdır. Örneğin, çok sık duyduğumuz, sarf ettiğimiz “Cennet anaların ayakları altındadır” sözü kadınları yücelten bir söz gibi gözükmekle birlikte, alt metin olarak kadının yalnız anne olarak makbul olduğunu, kutsallığı annelik sıfatıyla yakalayabileceği iması yatar. Oysa, çağımızda evlenmemeyi seçen ya da evlenmesine karşın çocuk sahibi olmamayı tercih eden ya da biyolojik nedenlerle çocuk sahibi olamayan pek çok kadın bulunmaktadır. Kadını yalnızca anne kimliği içinde kıymetli görmek geleneksel ve ataerkil yapımızın bir yansımasıdır. Yukarıda ele alınan atasözlerindeyse erkeğin, güç, iktidar içeren konumu rahatlıkla çıkarsanabilmektedir.
Konuşmanın tanımı nasıl yapılabilir?
Basit olarak ele alınacak olursa konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir biçiminde tanımlanabilir. Konuşma, günlük yaşam içinde olağan olarak gerçekleştirdiğimiz pek çok etkinlik gibi kendiliğinden, doğal olarak yaptığımız bir etkinlik, yaşamımızın bir parçasıdır. Konuşma, aynı zamanda en temel gereksinimlerimizden biridir. Konuşma yoluyla başkalarıyla duygularımızı, düşüncelerimizi ifade eder, etkileşime gireriz. Kişiliğimizi de, düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt konuşmamızdaki yetkinliğimizdir. Konuşma başkalarını etkileyebileceğimiz bir eylemdir. İyi konuşarak insanlar arasındaki ağı oluşturmak kadar kötü konuşarak köprüleri yıkmak da bir olasılıktır. Konuşmayla insan arasındaki bağ karşılıklıdır. İnsan başkalarıyla konuşarak kendini geliştirir. Ama konuşma eylemi de insanla birlikte gelişir ve ilerler. İnsan konuşma yoluyla yaşamı kavrar, algılar. Yaşam konuşma yoluyla insan için daha anlaşılır bir hale bürünür. Konuşma dinamik, süregiden bir eylemdir. Sürekli gelişme halindedir. Ancak konuşmanın gerçekleşebilmesi için bir diyalog ortamının, başka deyişle, birden fazla kişinin var olması gerekir. Dolayısıyla konuşma eylemi kadar bu ünitede daha sonra da üzerinde durulacağı üzere dinleme eylemi de konuşmanın önemli bir parçasıdır. Karşımızdakini dinlemeden bir konuşmayı sağlıklı bir biçimde ilerletmek olanaklı değildir.
Kitle iletişim araçlarının kültürün aktarılmasındaki rolü nedir?
Sanayi Devrimi ve ardından gelen ve hızla yayılan kitle iletişim araçları kültürün aktarılıp yaygınlaştırılmasında etkili olmuştur. Gazete, dergi, sinema, radyo ve televizyon aracılığıyla hem popüler kültür ürünleri ortaya çıkmış ve toplum tarafından paylaşılmaya başlanmış hem de zaten var olan kültür ögeleri bu araçlar yardımıyla daha da kolay ve yaygın biçimde kuşaklara aktarılmaya başlanmıştır. 2000’li yıllarla birlikte gelişen yeni iletişim teknolojileriyle birlikte bu yaygınlaştırmanın hızı ve boyutu daha da artmıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra küreselleşmeyle birlikte sözü edilen bu etkileşim yalnızca kültürü yaratan toplum içinde değil aynı zamanda başka toplumların kültürleri arasında da etkileşimi hızlandırmış ve yoğunlaştırmıştır.
Eğitimin kültürün aktarılmasındaki işlevi nedir?
Aileden başka çocuğun kültürel ortama uyum sağlamasını ve sosyalleşmesini sağlayan bir diğer kurum ise eğitimdir. Ailenin başlattığı eğitim daha sonra çocuğun okulla buluşmasıyla birlikte aşama aşama ileriye götürülür. Eğitim kurumunun işlevini yerine getirebilmesi için uygun fiziki koşulların tasarlanıp, uygulanması, çağa uygun, güncel programların geliştirilmesi ve tüm bunları gerçekleştirecek insan gücünün de ayrıca yetiştirilmesi gerekmektedir. Öte yandan, bu hizmetlerin yerine getirilmesi için maddi koşulların da uygun olması, belli kaynakların sağlanması zorunludur. Bu kurum ve hizmetlerin değerlendirilmesi, çalışması ve geliştirilmesi de yine eğitim bilimlerinin sınırları içindedir ve kültürle doğrudan bağıntılıdır.
Kültür aktarıcısı kurumlar nelerdir?
Kültür bir sistemdir. Bu sistem onu oluşturan maddi ve manevi ögeler ve bunların karşılıklı ilişkilerinden oluşur. Kültürü oluşturan bu somut ilişki ve ögeler, tarih ve kaynaklar, aile ve akrabalık, sağlık ve beslenme, eğitim süreci, yerleşmeler, ekonomi ve teknoloji, bilimler ve sanatlar, din ve devlet, kişilik sistemi ve dil, kültürel çevre ve tarih çevresi şeklinde sıralanabilir.
Kültür ile toplumsallaşma arasında nasıl bir ilişki vardır?
Kültür toplumsal yapı içinde varlık gösteren bir olgu olduğundan içgüdüsel değildir; doğuştan getirilmez, sonradan öğrenilir. Birey kültürel öğretileri, toplumun onayladığı değer, tutum ve davranışları öğrenir, benimser ve kendinden sonra gelen kuşaklara yaratıp geliştirdiği iletişim sistemleriyle taşır. Bu aktarım toplumsal yapı içinde kültürün aktarılması için oluşturulmuş kurumlarca gerçekleştirilir. En genel anlamıyla, toplumda eğitim öğretim işlevini üstlenmiş olan tüm kurumlar, temelde kültür aktarıcısı rolünü oynarlar. Bunun yanısıra, çocukluk çağında öncelikle ana baba olmak üzere aile, arkadaş grupları, daha sonraları insanların dahil oldukları iş çevreleri ve çağımızda kitle iletişim araçları ve yeni iletişim teknolojileri bu işlevi üstlenirler. Buna bağlı olarak, insanın toplumsallaşmasının yolunun kültürü öğrenmesinden geçtiği söylenebilir.
Kültürün aktarılmasında dilin nasıl bir rolü vardır?
Toplumsal kurumlar, kurallar ve öğretilerin hepsi belli deneyim ve bilgi birikimlerini taşıyan sistemler oluşturarak kültürü meydana getirirler. Bu bilgi ve deneyimlerin değer ve işlevsellik kazanması bunların insanlığa, insanlığın bilgi dağarcığına katkıları ve aktarabildikleri ile sağlanmaktadır. Ne kadar değerli bir içeriğe sahip olursa olsun aktarılamayan bilgi dolaşım pazarına çıkamaz. Aktarımın mutlaka konuşma diliyle yapılmasını gerekli değilmiş, başka yollarla da aktarım sağlanabilirmiş gibi gözükse de toplumu oluşturan bireylerin uzlaşımlara varabilmesi bir konuşma dilinin varlığına ve desteğine, başka deyişle dile bağlıdır.
İnsana türlü etkinlik süreçleri içinde düşünce ve duygularını anlatma olanağı vererek bilme ve iletişme işlevlerini yerine getiren, toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkıp gelişen söz düzeni olarak tanımlanabilecek olan dil, insanın kültürel ve toplumsal yönüne hizmet eden en temel kurumlardan biridir.
Dil ve toplumsal cinsiyet arasında nasıl bir ilişki vardır?
Her toplumun ya da kültürün kendi yaşam çevresine ve gereksinimlerine, bunları karşılamak için gerçekleştirilen etkinliklerine uygun sözcükleri vardır. Dolayısıyla, dilin yetkinliği tartışılırken sözcük sayısı değil, toplumun gereksinimlerini ne denli karşıladığı belirleyici olmaktadır. Başka deyişle, toplumun bilgi, duygu ve estetik gereklerine yanıt veren her dil yetkindir. Dil yalnızca kültürün maddi donanımları hakkında değil, manevi donanımları ile ilgili de bilgi içerir. Kimi sözcükler ve kavramlar o toplumun manevi değerlerini yansıtır. Dil, bireyin ait olduğu toplumsal sınıf, dünya görüşü, sosyoekonomik düzeyini de açığa çıkarır. Seçilen sözcükler, yapılan vurgular bu tür saptamalara olanak tanır. İşte bu noktada dillerin toplumsal cinsiyet açısından yargı içerdiğini gerek dil yoluyla öğretilenlerle gerekse dildeki kimi kullanımlarla kadın ve erkek olmaya dair kültürel değerlerin aktarımı, devamlılığı, değişip gelişmesi sağlandığını vurgulamak gerekmektedir.
Kadın ve erkek konuşmaları açısından sorunlar karşısında ne tür bir farklılık vardır?
Günlük yaşam içinde pek çok sorunla karşılaşır ve üstesinden gelmeye çalışırız. Bu süreçte kadın ve erkek arasında kimi belirgin farklılıklar söz konusudur. Bir erkek için, yetiştirilme tarzı ve ondan beklenen davranışlar doğrultusunda bir sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir meseledir. Bir erkek çoğunluk sorunun ne olduğunu net biçimde ortaya koymaya ve çözümüne odaklanır. Çünkü bir sorun erkeğin rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda onun bulunduğu konumu zayıflatacak bir durumdur. Dolayısıyla bir çok erkek çok zor durumda kalmadıkça sorunu hakkında konuşmamayı, sorunu hakkında konuşacaksa da bütün detayları başkalarına yansıtmamayı tercih eder.
Bir kadın söz konusu olduğunda ise çoğunlukla sorunu hakkında konuşmak onu zorlayan bir durum değildir. Başkalarıyla sorunları hakkında konuşmak, kendileri hakkında bilgi vermek yakınlık kurmanın yollarından biridir. Özellikle dostlar arasında yapılan dertleşme toplantılarının alt metni “Yalnız değilsin. Benzer şeyleri biz de yaşıyoruz”dur. Kadınlar dertleşirken hassas bir sistemi dengede tutmaya çaba sarf ederler. Bu sistemde dertleşme, duyguları onaylamak ve bir topluluk olunduğu duygusunun yaratmak adına kullanılır. Genelde kadın ve erkek hemcinsleriyle birlikteyken sorunlarla başa çıkma konusunda çatışma yaşamazlar. Ancak bir kadın ve bir erkek bir sorun hakkında konuşmayı seçtiklerinde çatışma yaşanması olasıdır. Örneğin, diyelim ki çalışan bir kadın eve geldiğinde eşine, iş yerinde bir arkadaşıyla yaşadığı işe dair bir sorunu anlatmaya başladı. Çoğunluk erkeğin tutumu sorunun çözümüne odaklı olacaktır ve muhtemelen “O zaman müdüre anlatsaydın durumu” diyecektir. Bu, bir erkek için olağan bir tepkidir. Eşine işiyle ilgili bir sorunda yardımcı olmaktadır. Oysa kadın kendi sorunundan söz ederken yakınlık ilişkisi kurmaya çalışmak ister. İçinde bulunduğu durumun anlaşılmasını ve kendisiyle yandaşlık kurulmasını umut eder. Ona sorunuyla ilgili ne yapması gerektiği söylendiğinde kendisini yalnız hissetmesinin yanı sıra bir de zaten kendisinin de akıl edebileceği bir çözüm önüne konduğu için ikincil duruma düşürüldüğü duygusunu yaşar. Kadın yakınlık kurmak ve anlaşılmak isterken erkek bir anlamda “Senin sorunların var. Benimse çözümlerim” demektedir. Karşılıklı anlayış simetrik bir yapı iken, öğüt vermek asimetrik bir yapıdır. Öğüt vereni daha bilgili, daha mantıklı, daha denetleyici durumda gösterir. Başka deyişle hiyerarşide üst konuma taşır. Bu da karşısındaki kişide, özellikle de bir kadında uzaklaştırılma duygusuna neden olur. Erkeklerin yaklaşımı, duyguların nedenlerine saldırarak o duyguları yatıştırmak iken, kadınlar duygularının desteklenmesini bekler ve erkeklerin söz konusu yaklaşımı kendilerini saldırıya uğramış gibi hissetmelerine yol açar.
Kültürü tanımlamanın zorluğu nereden kaynaklanmaktadır?
Kültürle ilgilenen herkesi tam olarak tatmin edecek bir şekilde yapılmış bir kültür tanımı bulmak zordur. Aslında, tanım yapma güçlüğüne yol açan neden bilgi ya da malzeme eksikliğinden öte, tanımı yapanların konularının ve ilgi alanlarının farklı olmasıdır. Bilimsel çalışmaların yanısıra, gündelik konuşmalarda da, kültür kavramının birçok değişik bağlam ve anlamda kullanıldığı görülebilir. Her günkü konuşmalarda kültür ve bağlı olarak kültürlü olmak; belli kalıplara ve davranışlara, ya da başka deyişe, görgü kurallarına uygun davranma olarak yer almaktadır. Bu anlamda, kültürlü insan; toplumsal yaşantı içerisinde nerede, nasıl, ne türlü davranacağını bilen insan olarak ortaya çıkmaktadır
Teknolojide yaşanan gelişmeler ile dil arasında nasıl bir bağlantı vardır?
Daha önce de değinildiği üzere kitle iletişim araçları ve yeni iletişim teknolojileri kültürlerarası etkileşimin de artmasını kolaylaştırmıştır. Bu durumun dil üzerinde de etkisi büyüktür. Teknolojide, bilimde, güzel sanatlarda ulaşılan gelişme düzeyi ile sözcüklerin çeşitlenmesi arasında ilişki vardır. Belli alanlarda gelişmiş olan ülkeler ve kültürler yarattıkları ürün ve eserlere kendi dillerinden isimler vermekte somut ve soyut kavramlar geliştirmektedirler. Küreselleşmenin hızlandırıp yoğunlaştırdığı kültürler arası etkileşim yoluyla bu kavramlar yalnızca o kültürle sınırlı kalmamakta, diğer ülkelerin ve kültürlerin de yaşantısına bazen doğrudan bazen de uyarlanarak eklemlenmektedir. İnternet, chat, computer, haute couture, supangle, postmodern, expresyonizm gibi yaşamımızın pek çok alanına nüfuz etmiş olan ve içselleştirdiğimiz sözcük ve kavramlar bulunmaktadır. Zaman içinde yalnızca başka dillerden etkilenerek değil, kültürün kendi içinde gereksinimleri değiştikçe, örneğin mektep sözcüğünün yerine okul sözcüğünün tercih edilmesi gibi, dil de değişebilmektedir. Özce, kültürel yapılanmalar değiştikçe dilde de değişme gözlenir.