Açıköğretim Ders Notları

Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 2 Dersi 4. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 2 Dersi 4. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Eleştiri-Iı (İkinci Kuşak)

Giriş

Edebiyatın ana gayesini sanat olarak gören ve estetik kaygıları ön plana çıkaran ikinci kuşak sanatçıları, bir yandan divan edebiyatının kalıplaşmış yapısını eleştirmiş bir yandan da yeni edebiyatın kuramsal ve estetik zeminini inşa etmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede edebiyat teorisi ve tenkit üzerinde yoğunlaşmışlardır.

Recaizâde Mahmut Ekrem ve Eleştirileri

Tanzimat Dönemi eleştirisinin Namık Kemal’den sonra ikinci önemli ismi olan Recaizâde’nin eleştiri anlayışının önemi, Tanzimat edebiyatının estetiğini yapması ve eski edebiyata karşı yeni edebiyatı savunmasıdır. O fikirleri ve bakış açısıyla Servet-i Fünûn kuşağına yol göstermiştir. Servet-i Fünûn edebiyatının teorisyeni olarak görülen Recaizâde, Ta’lîm-i Edebiyat, Takdir-i Elhan, III. Zemzeme Mukaddimesi ve Takrizat adlı eserlerinde sanat, edebiyat ve şiirle ilgili eleştirilerini dile getirmiştir.

Ta’lîm-i Edebiyat

Ta’lîm-i Edebiyat, Recaizâde’nin Mekteb-i Mülkiye’deki “Edebiyat-ı Osmaniye” dersi için yazdığı, yeni edebiyatın belagat ve edebiyat teorisi kitabıdır.

Ta’lîm-i Edebiyat, Arap edebiyatının “bedî ve beyan”ıyla (edebi sanatlarıyla) hesaplaşmamızın başlangıç noktasıdır. Daha önceleri söz sanatları hakkında görüşlerini açıklayanlar, Arap edebiyatına ve belagatine bağlı bir tavır sergilerler. Ta’lîm-i Edebiyat’ la birlikte bu anlayış kırılır. Recaizâde, kitabında Fransız liselerinde okutulan teori kitaplarından da esinlenmiştir. Konuları sınıflandırma biçiminde yenilik yapılması, edebiyattan estetiğe ve psikolojiye doğru bir çıkış aranması kitabın önemli taraflarındandır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ın Türk edebiyatı açısından bir önemi de Recaizâde’nin yenileşme yolunda önemli bir adım atması ve eski edebiyatın retorik geleneğinin dışına çıkarak modern edebiyat retoriğinin ilk örneğini vermiş olmasıdır.

Hem edebiyata ait kuralları anlatan hem de güzel ve etkili yazı yazma ölçütlerini gösteren Ta’lîm-i Edebiyat, yeni edebiyatın usul ve prensiplerini öğreten ve örnek metinler üzerinden eski ile yeni edebiyat arasında kıyaslamalar yapan reformist, çığır açıcı bir eserdir.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ın ön sözünde bazı Fransızca eserlerden faydalandığını söyleyen Recaizâde, konuları daha iyi açıklayabilmek için yeni kuşak Türk şair ve yazarlarının eserlerine yer vermiş; divan şiirinden ve bu geleneği devam ettirenlerden ise daha az örnek almıştır. Bu da onun Batılı bir edebiyat anlayışına yöneldiğini gösterir.

Ta’lîm-i Edebiyat dört kısımdan oluşmaktadır. Bunlar günümüz Türkçesiyle “Zihin Gücünün Edebiyatta Etkinliği”, “Üsluplar”, “Üslup Süsleri- Mecaz Türleri” ve “Söz Sanatları” anlamlarındadır. Daha sonra “Hâtime”, “Lâhika” ve Namık Kemal’in bir takrizi gelmektedir.

Edebiyatın psikolojik yönünün ele alındığı birinci bölüm ve özellikle üsluba ayrılan ikinci kısım Ta’lîm-i Edebiyat’ ın asıl yenilikçi tarafıdır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ taki bütün bölümlerde hakikate ve tabiata uygunluk temel bir anlayış olarak görülmektedir. Divan edebiyatına yönelik eleştiriler de bu husustadır.

Recaizâde’ye göre, “edîbâne” bir şey yazmak için sadece söz ve mana yollarını aramak, yani fikirler ve üsluplara dikkat etmek yeterli değildir. Zihnimize çarpan şeylerden, kalben etkilenmek ve düşündüğümüz şeyleri hissetmek gerekir. Recaizâde, hisleri saf, hassas, heyecan verici ve yüce hisler olmak üzere dörde ayırır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ta divan edebiyatına yönelik eleştiriler, bu edebiyatın sözü ve söz oyunlarına öncelik veren, kalıplaşmış, şekilci ve klişe anlayışına ilişkin sorgulamaları içermektedir. Bir diğer eleştiri konusu ise Arap ve Acem edebiyatlarının acemice taklit edilmesidir.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ta en kapsamlı ele alınan konu üsluptur. Recaizâde’nin üsluba özel bir bölüm açması eski edebiyatın belagat anlayışından ayrıldığını gösterir. Üslup kelimesi klasik edebiyatta da ifade anlamında kullanılır. Fakat ‘style’ kelimesinin bütün anlamlarını karşılayacak şekilde ilk defa Ta’lîm-i Edebiyat’ ta yer alır. Recaizâde, üslubu, her şahsın fikir ve görüşlerini ifade ederken kullandığı özel tarz olarak tanımlar. Buna göre herkesin ifade üslubu, fikir ve düşüncelerinin kalıbıdır.

Recaizâde üslubu üçe ayırır: sade üslup, süslü (müzeyyen) üslup ve yüce (âlî) üslup. Sade üslup, bir düşünceyi açıklamak, öğretmek veya eğlendirmek amaçlı kullanılan ifade tarzıdır. En önemli özelliği gösterişsizliği ve doğallığıdır. Sade üslupla yazılan eserler, eş dost mektupları, kıssalar, basit hikâyeler, efsaneler ve ilme hizmet etmek için yazılan metinlerdir. Süslü üslup, edebî sanatlar ve mecazlarla oluşturulur. En önemli özelliği gösterişiyle, söz sanatlarıyla dikkat çekmesidir. Âli üslup ise büyük fikirler ile hislerin asalet ve yüceliğini ifade eder. Âli üslupta gösterişli ve azametli ifadeler vardır. Âli üslubun meziyeti; süslü sözlerden değil, anlamın sağlamlığından kaynaklanır. Bu üsluba daha çok münacatlar, na’tlar, mersiyeler, hutbeler, felsefi konular, bazı tarihî konular ve trajedilerde rastlanır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ taki bir başka yenilik ise edebî sanatların önceki belagat kitaplarından farklı olarak Batı’daki retorik anlayışına göre ele alınmasıdır. Edebî sanatlar daha önceki belağat kitaplarının hemen hepsinde Arap belagatinde olduğu gibi ayrı bölümlerde ya da farklı eserlerde incelenmiştir. Recaizâde’nin birbirine yakın sanatları aynı çatı altında toplaması ise bir yeniliktir.

Recaizâde, eski ediplerimizin eserlerinde, özellikle manzumelerinde hakikate aykırı fikirlerin fazlaca görüldüğünü vurgulamaktadır. Divan şairlerinin kelime oyunlarındaki aşırılıklar yüzünden anlaşılmadığını, bu eserlerin halka hizmet etmediğini, bu nedenle halkın faydalanacağı bir irfan anlayışı oluşmadığını belirtir.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ı diğer belağat kitaplarından ayıran bir başka nokta, kitapta sözün yerine anlamın ve gerçeğe uygunluğun ön plana çıkarılmasıdır. Divan edebiyatında ise lafız (söz) ön plandadır.

Recaizâde’ye göre teşbih doğru, tabii, açık ve uygun olmalı, çok fazla teşbih kullanarak değeri azaltılmamalı; zoraki, eskimiş hayallerden uzak durulmalıdır.

Recaizâde’nin Ta’lîm-i Edebiyat’ ta eleştirdiği hususlardan birisi de mübalağa konusunda İran edebiyatının taklit edilmesi ve bu hususta çok aşırıya kaçılmasıdır. Ona göre, mübalağa gerçeği yansıtmaktan uzak olmamalı ve belli sınırlar içinde yapılmalıdır.

III. Zemzeme Mukaddimesi

Recaizâde, Zemzeme ’nin üçüncü cildinin ön sözünde şiir hakkındaki düşüncelerini dile getirirken Muallim Naci’nin eserlerini ve poetik tavrını eleştirir. Ayrıca en güzel eserlerin okunduktan sonra ağlatanlar değil, insanı düşünmeye sevk edenler olduğunu söyler.

Recaizâde burada letafet (hoşluk/güzellik/nezaket) ve ulviyetin (yücelik) nasıl gerçekleşeceğini de dile getirir. Ona göre, ruhun asil emellerine uygun fikirler, hisler ve hayaller ile onları anlatmak için kullanılan kelimeler ve ifadeler arasında uygunluk bulunursa o edebî eser daima güzel ve ulvi olur.

Mukaddime’de Muallim Naci ile ilgili iğneleyici sözler yer alır. Onun şiirlerinin hakiki yücelikten uzak olduğu dile getirilir. Recaizâde’ye göre gerçek duyguları ifade etmeyen şiirler hiçbir kalp üzerinde kalıcı bir etki bırakmaz. Recaizâde, Muallim Naci’nin şöhretinin sadece kullandığı kelimelerden kaynaklandığını iddia eder.

Recaizâde, “III. Zemzeme Mukaddimesi”nde edebî eserlerde, bilhassa şiirde, üç çeşit güzellik bulunduğunu söyler: Mehâsin-i fikriyye (fikir güzelliği), bedâyi-i hayaliyye (hayal güzelliği) ve sünûhat-i kalbiyye (kalbe doğuşlar). Bu güzelliklerden sünûhât-ı kalbiyye, ruha işlediği için diğerlerine baskın gelir. İkinci olarak bedâyi-i hayaliyye, üçüncü olarak ise mehâsin-i fikriyye gelir. Bununla birlikte eserin özellikle şiirin güzel sayılabilmesi için fikir, hayal ve hisse ilişkin iyi bir şeyi barındırması gerekir. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Bunlara uygun kelimeler, kafiye ve vezin seçilmelidir. Bu konuda tabiat rehber edinilmelidir.

Recaizade yeni edebiyat da olsa eski edebiyat da olsa fikren güzel, hissen latif ve hayal bakımından makul olan bütün eserlerin beğenilebildiğini belirtmekte, hayal bakımından güzel olan ve zevkin takdir ettiği divan şiirlerinin varlığını inkâr etmemektedir.

Takdir-i Elhan

Recaizâde, Mekteb-i Mülkiye’den öğrencisi olan Menemenlizâde Mehmet Tahir’in Elhan adlı şiir kitabını değerlendirmek için yazdığı bu eserde, şiir üzerine düşüncelerini, poetik tavrını, şiir estetiğini ve eleştiri anlayışını örneklerle açıklar.

Takdir-i Elhan ’ın özelliklerinden biri, Recaizâde’nin Muallim Naci’ye hücum etmesidir. Kitabın baş kısmında Muallim Naci’nin kitaplarının isimlerine telmihlerde bulunur, Naci’nin “Gark-ı Nur” redifli gazeliyle alay eder.

Recaizâde Takdir-i Elhan ’da Menemenlizâde’nin şiirleri hakkında hüküm verirken âdeta yeni şiirin poetikasını belirler ve şiirin tanımını yapar. Ekrem’in şiir üzerine düşünceleri yenilikçi birtakım fikirleri içermekle birlikte eski şiire karşı bir tavrı da içinde barındırır. Bu bağlamda Takdir-i Elhan yeni şiir için bir beyanname gibidir. Recaizâde burada şiire ilişkin çeşitli tanımlar da yapar. “Zerrelerden güneşlere kadar her güzel şey şiirdir.” diyerek şiirin konusunu genişletir.

Buradaki ifadeler Recaizâde’nin şiirin dış dünyadaki gerçekliğe benzemesinden yana olduğunu gösterir. Dolayısıyla o, eski edebiyatın idealize edilen ve mazmunlar arasına sıkıştırılan tabiat anlayışının dışına çıkar. Ona göre tabiata ait unsurlar ya da tabiatın kendisi şairlerin ustalıklarını gösterme aracı değil, şairi yetiştiren bir hocadır.

Kitaptaki açıklamalarında her kafiyeli ve vezinli sözün şiir olmayacağını, her şiirin de kafiyeli ve vezinli olma zorunluluğunun bulunmadığını ifade eden Recaizâde, belağat ile nazım arasındaki farkı da kafiye ve vezin üzerinden belirler. Bu çerçevede belağat sanatını güzel bir fikri, bir hissi, bir hayali aksettiren etkileyici ve herkesin beğeneceği ifade biçimleri olarak tanımlar. Ancak Recaizâde’ye göre, nesirde nazımdan farklı iki büyük fayda vardır ki bunlar kafiye ve vezindir.

Şiirin hakikate ve tabiata uygun olması gerektiğinden yola çıkan Recaizâde, tabiattaki gerçekliklerin yansıtılmamasını ve muhayyel söylemleri eleştirir.

Recaizâde’nin Takdir-i Elhan’ da değindiği bir başka konu edebiyatın amacıdır. Edebiyatta mantığın gerekli olmadığını ve edebiyatın maksadının fikir, his ve hayal bakımından güzelliği ortaya çıkarmak olduğunu dile getiren Recaizâde’ye göre edebiyatın gayesi, “fikirlerin olgunlaşması”, “vicdan saflığı”, “ahlak temizliği” ve “zihin aydınlığı”dır. Ancak bir şair şiirini ahlak dersi vermek için söylememelidir.

Recaizâde, Takdir-i Elhan’ da tenkit konusu üzerinde de durur. “Muaheze” adı verilen tenkit anlayışımızı eleştirir. Tenkitin özellikleri, nasıl olması gerektiği ve bir münekkitte (eleştirmende) bulunması gereken vasıfları açıklar. Edebiyatımızda tenkit türünün tam olarak anlaşılamadığı konusuna değinir.

Recaizâde, bizim eleştirmenlerimizin tenkit, intikad, muaheze ya da temyiz-i âsâr (iyi eserleri seçme) adlarıyla iyi eserler hakkında kötü niyetli değerlendirmelerde bulunduklarını; kötü yazılmış eserler hakkında ise methiyeler dizdiklerini iddia eder. Burada Muallim Naci’ye yaptığı göndermeler ve imalar dikkat çekicidir.

Recaizâde Takdir-i Elhan’ da gerçeğe uygunluk üzerinde de durur. Bu bağlamda divan edebiyatındaki mazmunlarla örülü klişe dünyayı eleştirir.

Takrizât

Recaizâde’nin devrin şair ve yazarlarının eserleri üzerine yazdığı eleştirilerden oluşan bir kitaptır. Ekrem, eleştirdiği eserler aracılığıyla şiir, sanat ve edebiyat hakkındaki görüşlerini açıklar.

Takrizât’ ta değerlendirdiği eserlerle ilgili hem olumlu hem de olumsuz eleştirilerde bulunan Recaizâde bu eserleri konu, edebî tavır, üslup özellikleri, terkiplerin kullanılış biçimleri, dilin kullanılması, gramer hataları ve edebiyata/sanata katkıları gibi açılardan yorumlar.

Recaizâde’nin Takrizat’ ta değindiği konulardan biri de şiir ve hakikat arasındaki ilişkidir. Ona göre his ve hayale dayanan ve zevke dair şiir hükümleri, fikrî gerçekliklerle düşünmeyi kaldıramaz.

Abdülhak Hâmit Tarhan ve Eleştirileri

Abdülhak Hâmit şiirlerinde, yazılarında ve muhtelif mektuplarında edebî eleştirilerinin ve poetik tavrının ipuçlarını verir. Sanata, edebiyata ve şiir anlayışına dair görüşlerini ifade eder.

Edebiyatta reformist çıkışlar yapan Abdülhak Hâmit, şiir hakkındaki görüşlerini dile getirirken divan edebiyatını eleştirir.

Abdülhak Hâmit’in edebî eleştirilerini içeren eserleri; “Makber Mukaddimesi”, “Nâ-Kâfi” şiiri, “Bir şairin Hezeyanı” şiiri, “Duhter-i Hindû Hâtimesi” ve şiir hakkındaki düşüncelerini dile getirdiği bazı mektuplarıdır.

Duhter-i Hindû Hâtimesi

Abdülhak Hâmit, Hintli bir kız biblosunun ilhamıyla yazdığı ve İngiliz sömürgeciliğini işlediği Duhter-i Hindû adlı tiyatro eserinde ezen-ezilen, zalim-mazlum, tabiatmedeniyet gibi temalara yer verir. Duhter-i Hindû’ nun eleştiri açısından önemi, eserin sonuç kısmındaki tiyatro ile ilgili görüşlerden kaynaklanır. Bu bölümün dikkat çekici özelliklerinden biri, gündelik hayattan alınan konuların küçümsenmesidir.

“Duhter-i Hindû Hâtimesi”nde tiyatro ile ilgili düşüncelerine yer veren Abdülhak Hâmit, hangi tiyatro eserlerinin millî sayılabileceğini belirtir. Ona göre, bir milletin tarihî olaylarını ya da tarihî kişiliklerini anlatmayan, toplumun gündelik yaşamından kesitler sunan eserler, sadece bilinen şeyleri tekrarlamış olurlar.

Abdülhak Hâmit’e göre, bir oyuna millî demenin belli şartları vardır. Örneğin Osmanlı milletinden olup da âdet ve gelenekleri bilinmeyen kavimler; İslam tarihinde hayranlık uyandıran olaylar ve büyük bir şöhret kazanmış kişilerin değeri, Osmanlıların şanlarını yüceltecek bir olayın anlatılabilir. Tiyatro oyunlarında tarihî olayların anlatılması ile ilgili görüşleri romantik tiyatronun özellikleriyle örtüşür.

Abdülhak Hâmit ayrıca tiyatrosunu oynanmak için yazmadığını ve tiyatro kurallarına uymadığını söyleyerek tiyatronun belirgin bir kuralına başkaldırır.

Bir Şâirin Hezeyânı

Abdülhak Hâmit, bu şiirinde romantizme dayalı şiir anlayışını tabiat algısı üzerinden dile getirir. Dış dünyadaki her şeyi şiir olarak gördüğünü ifade eder.

Şiirde tabiat ve köy hayatının etkilerini romantiklerin duyuş tarzıyla dile getiren Abdülhak Hâmit, tabiattaki güzelliklerin yeterli olduğunu; ayrıca beyan u bedî’ ye (edebî sanatlara) gerek duymadığını ifade ederek eski şiirin beyan ve bedî’ye dayalı kalıplaşmış, şekilci ve kuralcı anlayışına karşı çıkar.

Abdülhak Hâmit için tabiatta görülen her şey şiire ilham verebilir. Hâmit’in tabiata bakışı ve algılayışı, divan şairlerinin tabiata yaklaşımlarından ayrılır. Divan şiirinde amaç, mazmun kullanmadaki ustalığı göstermek olduğu için tabiat üzerinde bizzat düşünülmemiştir. Hâmit Türk edebiyatında tabiata bütüncül bir bakış açısı getirmiş ve onu derinlikli bir felsefe konusu yapmıştır.

“Bir Şairin Hezeyanı” şiirin özelliklerinden biri de Hâmit’in, şiiri dil ve üsluba, şekilci bir anlayışa feda etmemesidir. Namık Kemal gibi Abdülhak Hâmit de mazmunların klişe dünyasını reddeder. Duyma, düşünme, hayal kurma, ifade etme hürriyetini hissettirir; dile ve üsluba meydan okur.

Eski şiirin kurallara sıkı sıkıya bağlılığı, vezin ve kafiyeye önem atfetmesi, Hâmit’in şiirlerinde görülmez. Hatta şair, “Bir Şâirin Hezeyânı”nda bu durumu eski şiire meydan okuyan bir tavırla ilan eder.

Makber Mukaddimesi (1885)

Abdülhak Hâmit’in “Makber Mukaddimesi” şiir üzerine düşüncelerini, eleştirilerini dile getirdiği ve poetikasını yansıttığı yenilikçi bir metindir. Şair, Makber’ in yazılış sebebini açıkladığı mukaddimesinde şiirin tarifini yaptığı gibi şiir hakkındaki kanaatlerini de romantik bir bakış açısıyla yorumlar. Mukaddime’nin önemli özelliklerinden biri, eserde yeni bir şiir anlayışının dile getirilmesidir.

Abdülhak Hâmit Mukaddime’de divan şiirini ve Namık Kemal’in üzerinde ısrarla durduğu sosyal fayda esaslı şiiri reddedip yeni ve bireysel bir şiir anlayışı ortaya koyar. Hâmit, bir bakıma, bilinçdışının, bilinmez, ulaşılmaz ve ifade edilmezin şiiriyetini savunur.

Abdülhak Hâmit’in şiiri anlayışı, mazmunlarla örülü kalıplaşmış bir dünyayı anlatan divan şiirine karşı bir başkaldırı niteliğindedir. O, romantiklerin tabiat anlayışlarına sıkı sıkıya bağlı olduğunu yineler ve şiirin tabiat ve hakikate uygun olması gerektiğini sezdirir.

Mukaddime’de şiirin tanımıyla ilgili eleştirilerinden biri de şairin özelliklerine dairdir. Abdülhak Hâmit şiirin akılla yazılacağını düşünen edebiyatçılara karşı çıkar. Ona göre, şiirdeki güzellikleri ilham veren şey, tabiattaki güzelliklerin kendisidir.

Mukaddime’nin eleştiri tarihi açısından bir başka önemi de, Hâmit’in inşa etmek istediği şiirin özelliklerini burada açıkça anlatmasıdır. Recaizâde ve ondan sonra gelen pek çok şair, buradaki şiir anlayışını tekrar etmiştir.

Abdülhak Hâmit, divan şiirinde önemli bir yer tutan vezin ve kafiye konusundaki görüşlerine de bu yazısında yer verir. Kafiyenin şiiri sınırlandırdığını iddia eder.

Nâ-Kâfi (1886)

Bu şiir, Abdülhak Hâmit’in “Makber Mukaddimesi”nde “nâ-kâfi” sözcüğünü kullanmasını eleştirenlere cevabı niteliğindedir. Abdülhak Hâmit bu şiirde de romantik anlayışa bağlı bir poetik tavır benimsediğini açıkça dile getirir. “Nâ-kâfi” redifli bir şiir yazarak kullandığı terkiple ile ilgili eleştirilere cevap verir ve bu şiiri yazma sebebini şiirin altında açıklar.

Abdülhak Hâmit, kendisini eleştirenleri umursamadığını, yazdıklarının gelecek nesiller tarafından anlaşılacağını ve onlara yol göstereceğini vurgular. Tarz-ı kadim (eski tarz) şiiri bozduğunu itiraf eden Abdülhak Hâmit, Tanzimat şairlerinin şiir yazma hususunda önemli hamleler yaptıklarını iddia eder. Geleneksel anlayışa dayalı eski şiirin artık yetersiz kaldığını vurgular ve yeni edebiyatın savunuculuğunu üstlenir.

Abdülhak Hâmit, bu şiirinde hakiki şiirin ne olması gerektiğini dile getirdiği dizelerde, Tanzimat şairlerinin yeniliklerinin sebebini eski şiirin yetersizliğine bağlar. Hâmit’in hemen hemen bütün eserlerinde görülen ihtilalci tavrın en karakteristik örneği “Nâ-kâfi” şiiridir. Zira bu şiirde kuralları hiçe sayan, yaptığı işin doğruluğuna inanan, kendinden emin ve mağrur bir tavır göze çarpar.

Sami Paşazâde Sezai ve Eleştiri Anlayışı

Tanzimat ikinci kuşak sanatçılarından Sami Paşazâde Sezai, Namık Kemal’i üstat olarak tanımasına rağmen, Beşir Fuad’ın tenkitleriyle başlayan realist akımın da tesirinde kalır. Bu bakımdan son devir Türk edebiyatında romantizmden realizme geçişi hazırlayan bir yazar olarak telakki edilebilir. Sezai’nin hemen hemen bütün yazılarında bu iki akımın tesiri açıkça görülür.

Sami Paşazâde, edebiyat ve dil hakkındaki eleştirilerini edebî yazılarında, mektuplarında ve Küçük Şeyler adlı hikâye kitabının ön sözünde dile getirmiştir.

Sezai de Abdühâk Hâmit ve Recaizâde Ekrem gibi tabiatı üstat olarak görmüştür. Ona göre, edebiyattaki değişiklik, sanatçıların duyuş ve düşünüşlerini anlatma tarzlarında ve üsluplarında ortaya çıkar.

Sami Paşazâde, “Küçük Şeyler Mukaddimesi”nde güzel yazılmak şartıyla her şeyin edebiyata konu olabileceğini söyler. Bu onun edebiyatta sıradan olaylara, ayrıntılara ve gözleme verdiği önemi gösterir. Sami Paşazâde, bu fikirleriyle realist ve natüralist anlayışa yaklaşır.

Realizmin savunması niteliğindeki bu ön sözde, Türk edebiyatında ifade olgunluğu denince Arapça ve Farsça kelimelerin yerinde ve doğru kullanılmasının anlaşıldığını, eleştirilerin de bu açıdan yapıldığını ifade eden Sezai, şekilden ziyade içeriğe önem atfeder.

Sami Paşazâde’nin eleştirilerinden birisi de “Zemzeme Hakkında” başlıklı yazısıdır. Sezai, bu yazısında nesnel bir eleştiriden ziyade Recaizâde, Namık Kemal ve Abdülhak Hâmit’le ilgili öznel ve hissî değerlendirmelerine yer verir. Bu üç şairin edebiyatımızdaki yerlini övgü ve takdirle tayin eder.

Sami Paşazâde, Recaizâde’nin sanatının gücünü överken aynı zamanda Abdülhak Hâmit ve Namık Kemal’i de ayrıcalıklı kılar. Başka Türk şairlerinin böyle kendisine özgü bir yoldan gitmediği iddiasında bulunan Sezai’nin bu iddiasında divan edebiyatının mazmunlarına ilişkin bir eleştiri sezilmektedir.

Sami Paşazâde’ye göre edebiyat çıkarcı ve şahsi olmamalı, bir eserde yazar kendi varlığını hissettirmelidir. Edebiyatımızda “samimiyet ve vuzuh” olmadığını dile getiren Sezai, edebî eserde bu unsurlarla birlikte herkesin bakıp da göremediği güzellikleri arar ve edebiyatın beğendirme, sevdirme gibi görevlerinin olduğunu söyler.

“Musahabe” başlıklı yazısında bir şairin veya edibin insan yaratılışını ve eşyanın tabiatını samimi ve açık bir şekilde anlatması gerektiğini ifade eden Sami Paşazâde de diğer Tanzimat sanatçıları gibi Arap ve Acem edebiyatlarının taklit edilip benimsenmesini eleştirir.

Sami Paşazâde’nin eleştirilerinin önemli bir kısmı dil meselesi hakkındadır. Bu konuda Tanzimat’ın birinci kuşak sanatçılarının görüşlerini devam ettiren Sezai, dilin her şeyden önce halkla anlaşma ve halkı eğitme aracı olduğunu vurgular. Sezai önceleri sanat ve halk dili arasında bir ayrım yapar ve sanat dilini üstün olarak nitelendirir. 1888’de ise gramer ve sentaks endişesinden dolayı bazı kelimelerin atılarak dilin kısırlaştırılmasına itiraz eder. Türkçülük akımının ortaya çıkmaya başladığı süreçte ise Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılmasına sıcak bakmamaktadır. Türkçenin sadeleştirilmesini isterken yazı ve konuşma dilleri arasındaki farkın azaltılmasını, Türkçe kelimelerin kullanılmasını ve yabancı dil bilgisi kurallarına yer verilmemesini ister.

Sami Paşazâde, Şura-yı Ümmet gazetesinde yayımlanan “Lisan” başlıklı makalesinde şiir hakkındaki görüşlerini beyan ederken yine Türkçeyle ilgili düşüncelerini dile getirir. Türk diline giren Arapça ve Farsça kelimeleri sorgular. Üsluplarındaki ahengin fevkaladeliğine rağmen divan şairlerinin kalbe dokunmadığını iddia eder. Bu hüküm, divan şiirinin halktan kopuk olmasına ilişkin bir yargıyı içerir. Bu yargının temelinde ise divan şairlerinin İran’ı taklit etmelerinin bir etkisi vardır. Sami Paşazâde Batı edebiyatının taklit edilmesini de millî ruha aykırı bulur. Divan şiirini eleştirmekle birlikte millî veznin daha doğal olduğunu iddia eder.

Sami Paşazâde, Londra’dan Abdülhak Hâmit’e yazdığı mektuplarında da Fransız ve İngiliz edebiyatı hakkındaki görüşlerini dile getirir. Ta’lîm-i Edebiyat’ ın yol açtığı tartışmalarda Recaizâde’nin yanında yer alır ve Ekrem’in eseri aracılığıyla yeni edebiyatı savunur.

Sami Paşazâde, “Hatırat-ı Edebiye”den başlıklı yazısında üç dile (Arapça, Farsça, Türkçe) birden hâkim olan, gerçeğe uygun olmayan hayallerle uğraşan divan şairlerinin kendilerini kuşatan tabiata ve gerçeğin cazibelerine gözlerini kapattıklarını iddia eder. Ancak bu görüşlerine rağmen Sezai, divan şairlerini reddetmez. Nitekim ona göre, tabiatı hayallerine göre yorumlayan bu şairlerin eserleri kalp ve ruhlarına dokunmamasına rağmen bu durum onların şair sayılmasına engel değildir.

Muallim Naci’nin kendisine gönderilen şiirleri değerlendirdiği bu köşesi, döneminde âdeta edebî eleştiri sahası olmuştur. Muallim kitabı da eleştiri tarihimizde önemli bir yere sahiptir.

Muallim Naci ve Eleştirileri

Tanzimat Dönemi tenkit tarihinde önemli isimlerinden birisi de Muallim Naci’dir. Özellikle Recaizâde ile olan edebî tartışmaları geniş çevrelere yayılan Muallim Naci’nin dil ve edebiyat meselelerini ele aldığı eleştiri türündeki eserleri şunlardır:

Muallim

Muallim Naci, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde genç şairlerin yayımlanması için gönderdiği şiirleri dil ve üslup yönünden değerlendirir. Muallim Naci, gelen şiirleri dil ve ifade, vezin ve kafiye, anlam, edebî sanatlar, fikir, hayal ve üslup bakımından eleştirir. Eleştirilerinde söz ve anlam arasındaki uygunluk, kelimelerin gramer bakımından doğru kullanılması gibi hususlara dikkat eder. Muallim Naci’nin bu köşesi, döneminde âdeta edebî eleştiri sahası olmuştur.

Muhaberât ve Muheverât

Muallim Naci ve Ahmet Midhat Efendi’nin birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşmaktadır. Bu mektuplarında sade yazılardan hoşlandığını ve hüzün veren şiirleri sevdiğini ifade eden Muallim Naci’ye göre, şiirin güzeli söz ve anlam itibariyle güzel olanıdır. Muallim Naci, nazım ile anlatılan bir fikrin nesir ile anlatılandan daha etkili olduğunu iddia eder.

Mektuplarım

Kime yazıldığı bilinmeyen mektuplardan oluşmaktadır. Muallim Naci mektup tarzındaki bu yazılarında Arap ve Fars edebiyatından aldığı metinleri değerlendirir, bazı yerlerde muhatabını kullandığı ifadelerden dolayı suçlar ve sade yazılmasından yana bir tavır sergiler. Bazı şiirleri ve eserleri farklı açılardan değerlendirir.

Demdeme

Saadet gazetesinde yayımlanan yazılardan oluşan Demdeme, Recaizâde’nin eleştirilerine karşı cevap niteliğindedir. Muallim Naci, Demdeme’ de Recaizâde’yi sert ve alaycı bir üslupla eleştirir. Recaizâde’nin gençlik şiirlerinden örneklere yer verip onun şairliğini ve şiir dilini küçümser.

Recaizâde’nin Nağme-i Seher adlı şiir kitabındaki bazı beyitlerini ele alan Muallim Naci, bu beyitleri ahlaka aykırı, uygunsuz, çirkin ve değersiz olarak nitelendirir.

İntikad

Muallim Naci ile Beşir Fuad’ın birbirlerine gönderdikleri ve edebiyat konularını (dil, eleştiri, şiir, vezin vb.) tartıştıkları yedi mektuptan oluşur. Bunlardan dördünü Muallim Naci, üçünü ise Beşir Fuad kaleme almıştır.

Mektuplarında edebiyat hakkındaki görüşlerini dile getiren Muallim Naci Osmanlı edebiyatından örnek verir. Eski edebiyatta şimdiki çağın fikirlerine göre çirkin sayılacak şeyler yanında güzel unsurların da olduğunu dile getirir.

Muallim Naci de tıpkı Recaizâde gibi şiirde güzelliğe önem verir. Ona göre, nesir ve nazım olarak ikiye bölünen “söz” ya güzel olur ya da çirkin. Güzel olan söz, nesir de olsa nazım da olsa edebiyattan sayılır. Çirkin olan söz nesir de olsa nazım da olsa edebiyattan sayılmaz.

Muallim Naci’ye göre, şiirin eskiden beri vezinli ve kafiyeli söz olarak tarif edilmesi, insanın manzum sözü mensur söze, kafiyeli nazmı kafiyesiz nazma tercih etmesiyle ilgilidir. Yoksa şiirin mutlaka manzum ve kafiyeli olması gerekmez.

Muallim Naci’nin İntikad’ da ele aldığı konulardan biri de dildir. Ona göre, dildeki kullanım kurallara değil, kurallar kullanıma tabi olmalıdır. Bu kullanımların tespit edilmesi ve kaidelerin belirlenmesi için bir cemiyet kurulmalıdır.

Istılâhât-ı Edebiyye

Muallim Naci, 1890’da yayımlanan bu kitabında edebiyat terimlerini örneklerle açıklar ve değerlendirir.

Muallim Naci’nin eleştirel bir tarzda anlattığı konular şunlardır: Edebî sanatlar, vezin, kafiye, nazım, nesir, belağat, nazım şekilleri. Muallim Naci, İntikad’ da olduğu gibi bu kitabında da şiirin mutlaka vezinli ve kafiyeli olmasının gerekmediğini dile getirir.

Muallim Naci, Istılâhât-ı Edebiyye’de, açıkladığı terimlerle ilgili örnek şiirler, beyitler alır. Kitaptaki dikkat çekici hususlardan biri, Recaizâde’nin şiirlerinden de örnekler almasıdır.

Giriş

Edebiyatın ana gayesini sanat olarak gören ve estetik kaygıları ön plana çıkaran ikinci kuşak sanatçıları, bir yandan divan edebiyatının kalıplaşmış yapısını eleştirmiş bir yandan da yeni edebiyatın kuramsal ve estetik zeminini inşa etmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede edebiyat teorisi ve tenkit üzerinde yoğunlaşmışlardır.

Recaizâde Mahmut Ekrem ve Eleştirileri

Tanzimat Dönemi eleştirisinin Namık Kemal’den sonra ikinci önemli ismi olan Recaizâde’nin eleştiri anlayışının önemi, Tanzimat edebiyatının estetiğini yapması ve eski edebiyata karşı yeni edebiyatı savunmasıdır. O fikirleri ve bakış açısıyla Servet-i Fünûn kuşağına yol göstermiştir. Servet-i Fünûn edebiyatının teorisyeni olarak görülen Recaizâde, Ta’lîm-i Edebiyat, Takdir-i Elhan, III. Zemzeme Mukaddimesi ve Takrizat adlı eserlerinde sanat, edebiyat ve şiirle ilgili eleştirilerini dile getirmiştir.

Ta’lîm-i Edebiyat

Ta’lîm-i Edebiyat, Recaizâde’nin Mekteb-i Mülkiye’deki “Edebiyat-ı Osmaniye” dersi için yazdığı, yeni edebiyatın belagat ve edebiyat teorisi kitabıdır.

Ta’lîm-i Edebiyat, Arap edebiyatının “bedî ve beyan”ıyla (edebi sanatlarıyla) hesaplaşmamızın başlangıç noktasıdır. Daha önceleri söz sanatları hakkında görüşlerini açıklayanlar, Arap edebiyatına ve belagatine bağlı bir tavır sergilerler. Ta’lîm-i Edebiyat’ la birlikte bu anlayış kırılır. Recaizâde, kitabında Fransız liselerinde okutulan teori kitaplarından da esinlenmiştir. Konuları sınıflandırma biçiminde yenilik yapılması, edebiyattan estetiğe ve psikolojiye doğru bir çıkış aranması kitabın önemli taraflarındandır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ın Türk edebiyatı açısından bir önemi de Recaizâde’nin yenileşme yolunda önemli bir adım atması ve eski edebiyatın retorik geleneğinin dışına çıkarak modern edebiyat retoriğinin ilk örneğini vermiş olmasıdır.

Hem edebiyata ait kuralları anlatan hem de güzel ve etkili yazı yazma ölçütlerini gösteren Ta’lîm-i Edebiyat, yeni edebiyatın usul ve prensiplerini öğreten ve örnek metinler üzerinden eski ile yeni edebiyat arasında kıyaslamalar yapan reformist, çığır açıcı bir eserdir.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ın ön sözünde bazı Fransızca eserlerden faydalandığını söyleyen Recaizâde, konuları daha iyi açıklayabilmek için yeni kuşak Türk şair ve yazarlarının eserlerine yer vermiş; divan şiirinden ve bu geleneği devam ettirenlerden ise daha az örnek almıştır. Bu da onun Batılı bir edebiyat anlayışına yöneldiğini gösterir.

Ta’lîm-i Edebiyat dört kısımdan oluşmaktadır. Bunlar günümüz Türkçesiyle “Zihin Gücünün Edebiyatta Etkinliği”, “Üsluplar”, “Üslup Süsleri- Mecaz Türleri” ve “Söz Sanatları” anlamlarındadır. Daha sonra “Hâtime”, “Lâhika” ve Namık Kemal’in bir takrizi gelmektedir.

Edebiyatın psikolojik yönünün ele alındığı birinci bölüm ve özellikle üsluba ayrılan ikinci kısım Ta’lîm-i Edebiyat’ ın asıl yenilikçi tarafıdır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ taki bütün bölümlerde hakikate ve tabiata uygunluk temel bir anlayış olarak görülmektedir. Divan edebiyatına yönelik eleştiriler de bu husustadır.

Recaizâde’ye göre, “edîbâne” bir şey yazmak için sadece söz ve mana yollarını aramak, yani fikirler ve üsluplara dikkat etmek yeterli değildir. Zihnimize çarpan şeylerden, kalben etkilenmek ve düşündüğümüz şeyleri hissetmek gerekir. Recaizâde, hisleri saf, hassas, heyecan verici ve yüce hisler olmak üzere dörde ayırır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ta divan edebiyatına yönelik eleştiriler, bu edebiyatın sözü ve söz oyunlarına öncelik veren, kalıplaşmış, şekilci ve klişe anlayışına ilişkin sorgulamaları içermektedir. Bir diğer eleştiri konusu ise Arap ve Acem edebiyatlarının acemice taklit edilmesidir.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ta en kapsamlı ele alınan konu üsluptur. Recaizâde’nin üsluba özel bir bölüm açması eski edebiyatın belagat anlayışından ayrıldığını gösterir. Üslup kelimesi klasik edebiyatta da ifade anlamında kullanılır. Fakat ‘style’ kelimesinin bütün anlamlarını karşılayacak şekilde ilk defa Ta’lîm-i Edebiyat’ ta yer alır. Recaizâde, üslubu, her şahsın fikir ve görüşlerini ifade ederken kullandığı özel tarz olarak tanımlar. Buna göre herkesin ifade üslubu, fikir ve düşüncelerinin kalıbıdır.

Recaizâde üslubu üçe ayırır: sade üslup, süslü (müzeyyen) üslup ve yüce (âlî) üslup. Sade üslup, bir düşünceyi açıklamak, öğretmek veya eğlendirmek amaçlı kullanılan ifade tarzıdır. En önemli özelliği gösterişsizliği ve doğallığıdır. Sade üslupla yazılan eserler, eş dost mektupları, kıssalar, basit hikâyeler, efsaneler ve ilme hizmet etmek için yazılan metinlerdir. Süslü üslup, edebî sanatlar ve mecazlarla oluşturulur. En önemli özelliği gösterişiyle, söz sanatlarıyla dikkat çekmesidir. Âli üslup ise büyük fikirler ile hislerin asalet ve yüceliğini ifade eder. Âli üslupta gösterişli ve azametli ifadeler vardır. Âli üslubun meziyeti; süslü sözlerden değil, anlamın sağlamlığından kaynaklanır. Bu üsluba daha çok münacatlar, na’tlar, mersiyeler, hutbeler, felsefi konular, bazı tarihî konular ve trajedilerde rastlanır.

Ta’lîm-i Edebiyat’ taki bir başka yenilik ise edebî sanatların önceki belagat kitaplarından farklı olarak Batı’daki retorik anlayışına göre ele alınmasıdır. Edebî sanatlar daha önceki belağat kitaplarının hemen hepsinde Arap belagatinde olduğu gibi ayrı bölümlerde ya da farklı eserlerde incelenmiştir. Recaizâde’nin birbirine yakın sanatları aynı çatı altında toplaması ise bir yeniliktir.

Recaizâde, eski ediplerimizin eserlerinde, özellikle manzumelerinde hakikate aykırı fikirlerin fazlaca görüldüğünü vurgulamaktadır. Divan şairlerinin kelime oyunlarındaki aşırılıklar yüzünden anlaşılmadığını, bu eserlerin halka hizmet etmediğini, bu nedenle halkın faydalanacağı bir irfan anlayışı oluşmadığını belirtir.

Ta’lîm-i Edebiyat’ ı diğer belağat kitaplarından ayıran bir başka nokta, kitapta sözün yerine anlamın ve gerçeğe uygunluğun ön plana çıkarılmasıdır. Divan edebiyatında ise lafız (söz) ön plandadır.

Recaizâde’ye göre teşbih doğru, tabii, açık ve uygun olmalı, çok fazla teşbih kullanarak değeri azaltılmamalı; zoraki, eskimiş hayallerden uzak durulmalıdır.

Recaizâde’nin Ta’lîm-i Edebiyat’ ta eleştirdiği hususlardan birisi de mübalağa konusunda İran edebiyatının taklit edilmesi ve bu hususta çok aşırıya kaçılmasıdır. Ona göre, mübalağa gerçeği yansıtmaktan uzak olmamalı ve belli sınırlar içinde yapılmalıdır.

III. Zemzeme Mukaddimesi

Recaizâde, Zemzeme ’nin üçüncü cildinin ön sözünde şiir hakkındaki düşüncelerini dile getirirken Muallim Naci’nin eserlerini ve poetik tavrını eleştirir. Ayrıca en güzel eserlerin okunduktan sonra ağlatanlar değil, insanı düşünmeye sevk edenler olduğunu söyler.

Recaizâde burada letafet (hoşluk/güzellik/nezaket) ve ulviyetin (yücelik) nasıl gerçekleşeceğini de dile getirir. Ona göre, ruhun asil emellerine uygun fikirler, hisler ve hayaller ile onları anlatmak için kullanılan kelimeler ve ifadeler arasında uygunluk bulunursa o edebî eser daima güzel ve ulvi olur.

Mukaddime’de Muallim Naci ile ilgili iğneleyici sözler yer alır. Onun şiirlerinin hakiki yücelikten uzak olduğu dile getirilir. Recaizâde’ye göre gerçek duyguları ifade etmeyen şiirler hiçbir kalp üzerinde kalıcı bir etki bırakmaz. Recaizâde, Muallim Naci’nin şöhretinin sadece kullandığı kelimelerden kaynaklandığını iddia eder.

Recaizâde, “III. Zemzeme Mukaddimesi”nde edebî eserlerde, bilhassa şiirde, üç çeşit güzellik bulunduğunu söyler: Mehâsin-i fikriyye (fikir güzelliği), bedâyi-i hayaliyye (hayal güzelliği) ve sünûhat-i kalbiyye (kalbe doğuşlar). Bu güzelliklerden sünûhât-ı kalbiyye, ruha işlediği için diğerlerine baskın gelir. İkinci olarak bedâyi-i hayaliyye, üçüncü olarak ise mehâsin-i fikriyye gelir. Bununla birlikte eserin özellikle şiirin güzel sayılabilmesi için fikir, hayal ve hisse ilişkin iyi bir şeyi barındırması gerekir. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Bunlara uygun kelimeler, kafiye ve vezin seçilmelidir. Bu konuda tabiat rehber edinilmelidir.

Recaizade yeni edebiyat da olsa eski edebiyat da olsa fikren güzel, hissen latif ve hayal bakımından makul olan bütün eserlerin beğenilebildiğini belirtmekte, hayal bakımından güzel olan ve zevkin takdir ettiği divan şiirlerinin varlığını inkâr etmemektedir.

Takdir-i Elhan

Recaizâde, Mekteb-i Mülkiye’den öğrencisi olan Menemenlizâde Mehmet Tahir’in Elhan adlı şiir kitabını değerlendirmek için yazdığı bu eserde, şiir üzerine düşüncelerini, poetik tavrını, şiir estetiğini ve eleştiri anlayışını örneklerle açıklar.

Takdir-i Elhan ’ın özelliklerinden biri, Recaizâde’nin Muallim Naci’ye hücum etmesidir. Kitabın baş kısmında Muallim Naci’nin kitaplarının isimlerine telmihlerde bulunur, Naci’nin “Gark-ı Nur” redifli gazeliyle alay eder.

Recaizâde Takdir-i Elhan ’da Menemenlizâde’nin şiirleri hakkında hüküm verirken âdeta yeni şiirin poetikasını belirler ve şiirin tanımını yapar. Ekrem’in şiir üzerine düşünceleri yenilikçi birtakım fikirleri içermekle birlikte eski şiire karşı bir tavrı da içinde barındırır. Bu bağlamda Takdir-i Elhan yeni şiir için bir beyanname gibidir. Recaizâde burada şiire ilişkin çeşitli tanımlar da yapar. “Zerrelerden güneşlere kadar her güzel şey şiirdir.” diyerek şiirin konusunu genişletir.

Buradaki ifadeler Recaizâde’nin şiirin dış dünyadaki gerçekliğe benzemesinden yana olduğunu gösterir. Dolayısıyla o, eski edebiyatın idealize edilen ve mazmunlar arasına sıkıştırılan tabiat anlayışının dışına çıkar. Ona göre tabiata ait unsurlar ya da tabiatın kendisi şairlerin ustalıklarını gösterme aracı değil, şairi yetiştiren bir hocadır.

Kitaptaki açıklamalarında her kafiyeli ve vezinli sözün şiir olmayacağını, her şiirin de kafiyeli ve vezinli olma zorunluluğunun bulunmadığını ifade eden Recaizâde, belağat ile nazım arasındaki farkı da kafiye ve vezin üzerinden belirler. Bu çerçevede belağat sanatını güzel bir fikri, bir hissi, bir hayali aksettiren etkileyici ve herkesin beğeneceği ifade biçimleri olarak tanımlar. Ancak Recaizâde’ye göre, nesirde nazımdan farklı iki büyük fayda vardır ki bunlar kafiye ve vezindir.

Şiirin hakikate ve tabiata uygun olması gerektiğinden yola çıkan Recaizâde, tabiattaki gerçekliklerin yansıtılmamasını ve muhayyel söylemleri eleştirir.

Recaizâde’nin Takdir-i Elhan’ da değindiği bir başka konu edebiyatın amacıdır. Edebiyatta mantığın gerekli olmadığını ve edebiyatın maksadının fikir, his ve hayal bakımından güzelliği ortaya çıkarmak olduğunu dile getiren Recaizâde’ye göre edebiyatın gayesi, “fikirlerin olgunlaşması”, “vicdan saflığı”, “ahlak temizliği” ve “zihin aydınlığı”dır. Ancak bir şair şiirini ahlak dersi vermek için söylememelidir.

Recaizâde, Takdir-i Elhan’ da tenkit konusu üzerinde de durur. “Muaheze” adı verilen tenkit anlayışımızı eleştirir. Tenkitin özellikleri, nasıl olması gerektiği ve bir münekkitte (eleştirmende) bulunması gereken vasıfları açıklar. Edebiyatımızda tenkit türünün tam olarak anlaşılamadığı konusuna değinir.

Recaizâde, bizim eleştirmenlerimizin tenkit, intikad, muaheze ya da temyiz-i âsâr (iyi eserleri seçme) adlarıyla iyi eserler hakkında kötü niyetli değerlendirmelerde bulunduklarını; kötü yazılmış eserler hakkında ise methiyeler dizdiklerini iddia eder. Burada Muallim Naci’ye yaptığı göndermeler ve imalar dikkat çekicidir.

Recaizâde Takdir-i Elhan’ da gerçeğe uygunluk üzerinde de durur. Bu bağlamda divan edebiyatındaki mazmunlarla örülü klişe dünyayı eleştirir.

Takrizât

Recaizâde’nin devrin şair ve yazarlarının eserleri üzerine yazdığı eleştirilerden oluşan bir kitaptır. Ekrem, eleştirdiği eserler aracılığıyla şiir, sanat ve edebiyat hakkındaki görüşlerini açıklar.

Takrizât’ ta değerlendirdiği eserlerle ilgili hem olumlu hem de olumsuz eleştirilerde bulunan Recaizâde bu eserleri konu, edebî tavır, üslup özellikleri, terkiplerin kullanılış biçimleri, dilin kullanılması, gramer hataları ve edebiyata/sanata katkıları gibi açılardan yorumlar.

Recaizâde’nin Takrizat’ ta değindiği konulardan biri de şiir ve hakikat arasındaki ilişkidir. Ona göre his ve hayale dayanan ve zevke dair şiir hükümleri, fikrî gerçekliklerle düşünmeyi kaldıramaz.

Abdülhak Hâmit Tarhan ve Eleştirileri

Abdülhak Hâmit şiirlerinde, yazılarında ve muhtelif mektuplarında edebî eleştirilerinin ve poetik tavrının ipuçlarını verir. Sanata, edebiyata ve şiir anlayışına dair görüşlerini ifade eder.

Edebiyatta reformist çıkışlar yapan Abdülhak Hâmit, şiir hakkındaki görüşlerini dile getirirken divan edebiyatını eleştirir.

Abdülhak Hâmit’in edebî eleştirilerini içeren eserleri; “Makber Mukaddimesi”, “Nâ-Kâfi” şiiri, “Bir şairin Hezeyanı” şiiri, “Duhter-i Hindû Hâtimesi” ve şiir hakkındaki düşüncelerini dile getirdiği bazı mektuplarıdır.

Duhter-i Hindû Hâtimesi

Abdülhak Hâmit, Hintli bir kız biblosunun ilhamıyla yazdığı ve İngiliz sömürgeciliğini işlediği Duhter-i Hindû adlı tiyatro eserinde ezen-ezilen, zalim-mazlum, tabiatmedeniyet gibi temalara yer verir. Duhter-i Hindû’ nun eleştiri açısından önemi, eserin sonuç kısmındaki tiyatro ile ilgili görüşlerden kaynaklanır. Bu bölümün dikkat çekici özelliklerinden biri, gündelik hayattan alınan konuların küçümsenmesidir.

“Duhter-i Hindû Hâtimesi”nde tiyatro ile ilgili düşüncelerine yer veren Abdülhak Hâmit, hangi tiyatro eserlerinin millî sayılabileceğini belirtir. Ona göre, bir milletin tarihî olaylarını ya da tarihî kişiliklerini anlatmayan, toplumun gündelik yaşamından kesitler sunan eserler, sadece bilinen şeyleri tekrarlamış olurlar.

Abdülhak Hâmit’e göre, bir oyuna millî demenin belli şartları vardır. Örneğin Osmanlı milletinden olup da âdet ve gelenekleri bilinmeyen kavimler; İslam tarihinde hayranlık uyandıran olaylar ve büyük bir şöhret kazanmış kişilerin değeri, Osmanlıların şanlarını yüceltecek bir olayın anlatılabilir. Tiyatro oyunlarında tarihî olayların anlatılması ile ilgili görüşleri romantik tiyatronun özellikleriyle örtüşür.

Abdülhak Hâmit ayrıca tiyatrosunu oynanmak için yazmadığını ve tiyatro kurallarına uymadığını söyleyerek tiyatronun belirgin bir kuralına başkaldırır.

Bir Şâirin Hezeyânı

Abdülhak Hâmit, bu şiirinde romantizme dayalı şiir anlayışını tabiat algısı üzerinden dile getirir. Dış dünyadaki her şeyi şiir olarak gördüğünü ifade eder.

Şiirde tabiat ve köy hayatının etkilerini romantiklerin duyuş tarzıyla dile getiren Abdülhak Hâmit, tabiattaki güzelliklerin yeterli olduğunu; ayrıca beyan u bedî’ ye (edebî sanatlara) gerek duymadığını ifade ederek eski şiirin beyan ve bedî’ye dayalı kalıplaşmış, şekilci ve kuralcı anlayışına karşı çıkar.

Abdülhak Hâmit için tabiatta görülen her şey şiire ilham verebilir. Hâmit’in tabiata bakışı ve algılayışı, divan şairlerinin tabiata yaklaşımlarından ayrılır. Divan şiirinde amaç, mazmun kullanmadaki ustalığı göstermek olduğu için tabiat üzerinde bizzat düşünülmemiştir. Hâmit Türk edebiyatında tabiata bütüncül bir bakış açısı getirmiş ve onu derinlikli bir felsefe konusu yapmıştır.

“Bir Şairin Hezeyanı” şiirin özelliklerinden biri de Hâmit’in, şiiri dil ve üsluba, şekilci bir anlayışa feda etmemesidir. Namık Kemal gibi Abdülhak Hâmit de mazmunların klişe dünyasını reddeder. Duyma, düşünme, hayal kurma, ifade etme hürriyetini hissettirir; dile ve üsluba meydan okur.

Eski şiirin kurallara sıkı sıkıya bağlılığı, vezin ve kafiyeye önem atfetmesi, Hâmit’in şiirlerinde görülmez. Hatta şair, “Bir Şâirin Hezeyânı”nda bu durumu eski şiire meydan okuyan bir tavırla ilan eder.

Makber Mukaddimesi (1885)

Abdülhak Hâmit’in “Makber Mukaddimesi” şiir üzerine düşüncelerini, eleştirilerini dile getirdiği ve poetikasını yansıttığı yenilikçi bir metindir. Şair, Makber’ in yazılış sebebini açıkladığı mukaddimesinde şiirin tarifini yaptığı gibi şiir hakkındaki kanaatlerini de romantik bir bakış açısıyla yorumlar. Mukaddime’nin önemli özelliklerinden biri, eserde yeni bir şiir anlayışının dile getirilmesidir.

Abdülhak Hâmit Mukaddime’de divan şiirini ve Namık Kemal’in üzerinde ısrarla durduğu sosyal fayda esaslı şiiri reddedip yeni ve bireysel bir şiir anlayışı ortaya koyar. Hâmit, bir bakıma, bilinçdışının, bilinmez, ulaşılmaz ve ifade edilmezin şiiriyetini savunur.

Abdülhak Hâmit’in şiiri anlayışı, mazmunlarla örülü kalıplaşmış bir dünyayı anlatan divan şiirine karşı bir başkaldırı niteliğindedir. O, romantiklerin tabiat anlayışlarına sıkı sıkıya bağlı olduğunu yineler ve şiirin tabiat ve hakikate uygun olması gerektiğini sezdirir.

Mukaddime’de şiirin tanımıyla ilgili eleştirilerinden biri de şairin özelliklerine dairdir. Abdülhak Hâmit şiirin akılla yazılacağını düşünen edebiyatçılara karşı çıkar. Ona göre, şiirdeki güzellikleri ilham veren şey, tabiattaki güzelliklerin kendisidir.

Mukaddime’nin eleştiri tarihi açısından bir başka önemi de, Hâmit’in inşa etmek istediği şiirin özelliklerini burada açıkça anlatmasıdır. Recaizâde ve ondan sonra gelen pek çok şair, buradaki şiir anlayışını tekrar etmiştir.

Abdülhak Hâmit, divan şiirinde önemli bir yer tutan vezin ve kafiye konusundaki görüşlerine de bu yazısında yer verir. Kafiyenin şiiri sınırlandırdığını iddia eder.

Nâ-Kâfi (1886)

Bu şiir, Abdülhak Hâmit’in “Makber Mukaddimesi”nde “nâ-kâfi” sözcüğünü kullanmasını eleştirenlere cevabı niteliğindedir. Abdülhak Hâmit bu şiirde de romantik anlayışa bağlı bir poetik tavır benimsediğini açıkça dile getirir. “Nâ-kâfi” redifli bir şiir yazarak kullandığı terkiple ile ilgili eleştirilere cevap verir ve bu şiiri yazma sebebini şiirin altında açıklar.

Abdülhak Hâmit, kendisini eleştirenleri umursamadığını, yazdıklarının gelecek nesiller tarafından anlaşılacağını ve onlara yol göstereceğini vurgular. Tarz-ı kadim (eski tarz) şiiri bozduğunu itiraf eden Abdülhak Hâmit, Tanzimat şairlerinin şiir yazma hususunda önemli hamleler yaptıklarını iddia eder. Geleneksel anlayışa dayalı eski şiirin artık yetersiz kaldığını vurgular ve yeni edebiyatın savunuculuğunu üstlenir.

Abdülhak Hâmit, bu şiirinde hakiki şiirin ne olması gerektiğini dile getirdiği dizelerde, Tanzimat şairlerinin yeniliklerinin sebebini eski şiirin yetersizliğine bağlar. Hâmit’in hemen hemen bütün eserlerinde görülen ihtilalci tavrın en karakteristik örneği “Nâ-kâfi” şiiridir. Zira bu şiirde kuralları hiçe sayan, yaptığı işin doğruluğuna inanan, kendinden emin ve mağrur bir tavır göze çarpar.

Sami Paşazâde Sezai ve Eleştiri Anlayışı

Tanzimat ikinci kuşak sanatçılarından Sami Paşazâde Sezai, Namık Kemal’i üstat olarak tanımasına rağmen, Beşir Fuad’ın tenkitleriyle başlayan realist akımın da tesirinde kalır. Bu bakımdan son devir Türk edebiyatında romantizmden realizme geçişi hazırlayan bir yazar olarak telakki edilebilir. Sezai’nin hemen hemen bütün yazılarında bu iki akımın tesiri açıkça görülür.

Sami Paşazâde, edebiyat ve dil hakkındaki eleştirilerini edebî yazılarında, mektuplarında ve Küçük Şeyler adlı hikâye kitabının ön sözünde dile getirmiştir.

Sezai de Abdühâk Hâmit ve Recaizâde Ekrem gibi tabiatı üstat olarak görmüştür. Ona göre, edebiyattaki değişiklik, sanatçıların duyuş ve düşünüşlerini anlatma tarzlarında ve üsluplarında ortaya çıkar.

Sami Paşazâde, “Küçük Şeyler Mukaddimesi”nde güzel yazılmak şartıyla her şeyin edebiyata konu olabileceğini söyler. Bu onun edebiyatta sıradan olaylara, ayrıntılara ve gözleme verdiği önemi gösterir. Sami Paşazâde, bu fikirleriyle realist ve natüralist anlayışa yaklaşır.

Realizmin savunması niteliğindeki bu ön sözde, Türk edebiyatında ifade olgunluğu denince Arapça ve Farsça kelimelerin yerinde ve doğru kullanılmasının anlaşıldığını, eleştirilerin de bu açıdan yapıldığını ifade eden Sezai, şekilden ziyade içeriğe önem atfeder.

Sami Paşazâde’nin eleştirilerinden birisi de “Zemzeme Hakkında” başlıklı yazısıdır. Sezai, bu yazısında nesnel bir eleştiriden ziyade Recaizâde, Namık Kemal ve Abdülhak Hâmit’le ilgili öznel ve hissî değerlendirmelerine yer verir. Bu üç şairin edebiyatımızdaki yerlini övgü ve takdirle tayin eder.

Sami Paşazâde, Recaizâde’nin sanatının gücünü överken aynı zamanda Abdülhak Hâmit ve Namık Kemal’i de ayrıcalıklı kılar. Başka Türk şairlerinin böyle kendisine özgü bir yoldan gitmediği iddiasında bulunan Sezai’nin bu iddiasında divan edebiyatının mazmunlarına ilişkin bir eleştiri sezilmektedir.

Sami Paşazâde’ye göre edebiyat çıkarcı ve şahsi olmamalı, bir eserde yazar kendi varlığını hissettirmelidir. Edebiyatımızda “samimiyet ve vuzuh” olmadığını dile getiren Sezai, edebî eserde bu unsurlarla birlikte herkesin bakıp da göremediği güzellikleri arar ve edebiyatın beğendirme, sevdirme gibi görevlerinin olduğunu söyler.

“Musahabe” başlıklı yazısında bir şairin veya edibin insan yaratılışını ve eşyanın tabiatını samimi ve açık bir şekilde anlatması gerektiğini ifade eden Sami Paşazâde de diğer Tanzimat sanatçıları gibi Arap ve Acem edebiyatlarının taklit edilip benimsenmesini eleştirir.

Sami Paşazâde’nin eleştirilerinin önemli bir kısmı dil meselesi hakkındadır. Bu konuda Tanzimat’ın birinci kuşak sanatçılarının görüşlerini devam ettiren Sezai, dilin her şeyden önce halkla anlaşma ve halkı eğitme aracı olduğunu vurgular. Sezai önceleri sanat ve halk dili arasında bir ayrım yapar ve sanat dilini üstün olarak nitelendirir. 1888’de ise gramer ve sentaks endişesinden dolayı bazı kelimelerin atılarak dilin kısırlaştırılmasına itiraz eder. Türkçülük akımının ortaya çıkmaya başladığı süreçte ise Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılmasına sıcak bakmamaktadır. Türkçenin sadeleştirilmesini isterken yazı ve konuşma dilleri arasındaki farkın azaltılmasını, Türkçe kelimelerin kullanılmasını ve yabancı dil bilgisi kurallarına yer verilmemesini ister.

Sami Paşazâde, Şura-yı Ümmet gazetesinde yayımlanan “Lisan” başlıklı makalesinde şiir hakkındaki görüşlerini beyan ederken yine Türkçeyle ilgili düşüncelerini dile getirir. Türk diline giren Arapça ve Farsça kelimeleri sorgular. Üsluplarındaki ahengin fevkaladeliğine rağmen divan şairlerinin kalbe dokunmadığını iddia eder. Bu hüküm, divan şiirinin halktan kopuk olmasına ilişkin bir yargıyı içerir. Bu yargının temelinde ise divan şairlerinin İran’ı taklit etmelerinin bir etkisi vardır. Sami Paşazâde Batı edebiyatının taklit edilmesini de millî ruha aykırı bulur. Divan şiirini eleştirmekle birlikte millî veznin daha doğal olduğunu iddia eder.

Sami Paşazâde, Londra’dan Abdülhak Hâmit’e yazdığı mektuplarında da Fransız ve İngiliz edebiyatı hakkındaki görüşlerini dile getirir. Ta’lîm-i Edebiyat’ ın yol açtığı tartışmalarda Recaizâde’nin yanında yer alır ve Ekrem’in eseri aracılığıyla yeni edebiyatı savunur.

Sami Paşazâde, “Hatırat-ı Edebiye”den başlıklı yazısında üç dile (Arapça, Farsça, Türkçe) birden hâkim olan, gerçeğe uygun olmayan hayallerle uğraşan divan şairlerinin kendilerini kuşatan tabiata ve gerçeğin cazibelerine gözlerini kapattıklarını iddia eder. Ancak bu görüşlerine rağmen Sezai, divan şairlerini reddetmez. Nitekim ona göre, tabiatı hayallerine göre yorumlayan bu şairlerin eserleri kalp ve ruhlarına dokunmamasına rağmen bu durum onların şair sayılmasına engel değildir.

Muallim Naci’nin kendisine gönderilen şiirleri değerlendirdiği bu köşesi, döneminde âdeta edebî eleştiri sahası olmuştur. Muallim kitabı da eleştiri tarihimizde önemli bir yere sahiptir.

Muallim Naci ve Eleştirileri

Tanzimat Dönemi tenkit tarihinde önemli isimlerinden birisi de Muallim Naci’dir. Özellikle Recaizâde ile olan edebî tartışmaları geniş çevrelere yayılan Muallim Naci’nin dil ve edebiyat meselelerini ele aldığı eleştiri türündeki eserleri şunlardır:

Muallim

Muallim Naci, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde genç şairlerin yayımlanması için gönderdiği şiirleri dil ve üslup yönünden değerlendirir. Muallim Naci, gelen şiirleri dil ve ifade, vezin ve kafiye, anlam, edebî sanatlar, fikir, hayal ve üslup bakımından eleştirir. Eleştirilerinde söz ve anlam arasındaki uygunluk, kelimelerin gramer bakımından doğru kullanılması gibi hususlara dikkat eder. Muallim Naci’nin bu köşesi, döneminde âdeta edebî eleştiri sahası olmuştur.

Muhaberât ve Muheverât

Muallim Naci ve Ahmet Midhat Efendi’nin birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşmaktadır. Bu mektuplarında sade yazılardan hoşlandığını ve hüzün veren şiirleri sevdiğini ifade eden Muallim Naci’ye göre, şiirin güzeli söz ve anlam itibariyle güzel olanıdır. Muallim Naci, nazım ile anlatılan bir fikrin nesir ile anlatılandan daha etkili olduğunu iddia eder.

Mektuplarım

Kime yazıldığı bilinmeyen mektuplardan oluşmaktadır. Muallim Naci mektup tarzındaki bu yazılarında Arap ve Fars edebiyatından aldığı metinleri değerlendirir, bazı yerlerde muhatabını kullandığı ifadelerden dolayı suçlar ve sade yazılmasından yana bir tavır sergiler. Bazı şiirleri ve eserleri farklı açılardan değerlendirir.

Demdeme

Saadet gazetesinde yayımlanan yazılardan oluşan Demdeme, Recaizâde’nin eleştirilerine karşı cevap niteliğindedir. Muallim Naci, Demdeme’ de Recaizâde’yi sert ve alaycı bir üslupla eleştirir. Recaizâde’nin gençlik şiirlerinden örneklere yer verip onun şairliğini ve şiir dilini küçümser.

Recaizâde’nin Nağme-i Seher adlı şiir kitabındaki bazı beyitlerini ele alan Muallim Naci, bu beyitleri ahlaka aykırı, uygunsuz, çirkin ve değersiz olarak nitelendirir.

İntikad

Muallim Naci ile Beşir Fuad’ın birbirlerine gönderdikleri ve edebiyat konularını (dil, eleştiri, şiir, vezin vb.) tartıştıkları yedi mektuptan oluşur. Bunlardan dördünü Muallim Naci, üçünü ise Beşir Fuad kaleme almıştır.

Mektuplarında edebiyat hakkındaki görüşlerini dile getiren Muallim Naci Osmanlı edebiyatından örnek verir. Eski edebiyatta şimdiki çağın fikirlerine göre çirkin sayılacak şeyler yanında güzel unsurların da olduğunu dile getirir.

Muallim Naci de tıpkı Recaizâde gibi şiirde güzelliğe önem verir. Ona göre, nesir ve nazım olarak ikiye bölünen “söz” ya güzel olur ya da çirkin. Güzel olan söz, nesir de olsa nazım da olsa edebiyattan sayılır. Çirkin olan söz nesir de olsa nazım da olsa edebiyattan sayılmaz.

Muallim Naci’ye göre, şiirin eskiden beri vezinli ve kafiyeli söz olarak tarif edilmesi, insanın manzum sözü mensur söze, kafiyeli nazmı kafiyesiz nazma tercih etmesiyle ilgilidir. Yoksa şiirin mutlaka manzum ve kafiyeli olması gerekmez.

Muallim Naci’nin İntikad’ da ele aldığı konulardan biri de dildir. Ona göre, dildeki kullanım kurallara değil, kurallar kullanıma tabi olmalıdır. Bu kullanımların tespit edilmesi ve kaidelerin belirlenmesi için bir cemiyet kurulmalıdır.

Istılâhât-ı Edebiyye

Muallim Naci, 1890’da yayımlanan bu kitabında edebiyat terimlerini örneklerle açıklar ve değerlendirir.

Muallim Naci’nin eleştirel bir tarzda anlattığı konular şunlardır: Edebî sanatlar, vezin, kafiye, nazım, nesir, belağat, nazım şekilleri. Muallim Naci, İntikad’ da olduğu gibi bu kitabında da şiirin mutlaka vezinli ve kafiyeli olmasının gerekmediğini dile getirir.

Muallim Naci, Istılâhât-ı Edebiyye’de, açıkladığı terimlerle ilgili örnek şiirler, beyitler alır. Kitaptaki dikkat çekici hususlardan biri, Recaizâde’nin şiirlerinden de örnekler almasıdır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.