Tarih Felsefesi 2 Dersi 2. Ünite Özet
Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Tarih Felsefesi 2 Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
19. Yüzyıl Alman İdealizmi Ve Tarih Metafiziği-1: Fichte Ve Schelling
Alman İdealizminin Tarih Tasarımı ve Akıl Anlayışı
Alman idealizmi olarak bilinen ve 19. yüzyılda ortaya çıkan düşünce sistemi akıl, ilerleme, gelişme gibi kimi kavramlara vurgu yaparak bu kavramları, tarihsel oluşu açıklamak için kullanır. Alman idealizmi düşünürleri olarak Fichte, Schelling ve Hegel, tarihi ilerleme ve akıl kavramlarıyla ilişki içinde düşünmüşler ve tarihsel oluşu açıklamak için metafizik sistemler kurmuşlardır. Tarihin “metafizik aıklaması” ile kastedilen, tarihsel oluş ve değişmenin, tarihin her türlü deviniminin tek bir ilke ya da az sayıda ilke ile açıklanmasıdır. 19. yüzyılda yeni bir ilerleme anlayışı ortaya çıkar. İlerleme terimi özellikle 19.yüzyılda belirli bir hedefe, bir ereğe doğru yaklaşma anlamında ele alınmıştır. Bu anlamıyla ilerlemeden genel olana doğru ya da mutlak olana doğru yükselme anlaşılır. Genel bir kavram olarak ilerleme’nin 19. yüzyılda belirginleşmesi çeşitli aşamalardan sonra olanaklı olmuştur. 18. yüzyılın somut dayanağ› olan tek tek ilerlemeler genel olan bir ilerlemeye yerini bırakmıştır. Alman idealizmi’nin bütün çabası ilerlemeye duyulan inancı akıl temeline oturtmak ve ilerlemenin ilkesini, yasasını ortaya koymaktır. Bu ilkelerin kendisi de mutlak olmalıdır. Alman idealizmi’nde mutlak olan ile kastedilen koşullardan bağımsız olarak kendi başına varolan ve varolanların varlığının kendisine bağlı olduğu şey anlamına gelir. Bu anlamda tarihte ortaya çıkan her şey mutlak olanın bir görünüşüdür.
Alman idealist düşüncesinde gerçekliği akıldan türetmek ya da gerçekliği akla indirgemek çabası görülür. Bu anlayış tarihi açıklamak söz konusu olduğunda da geçerlidir. Alman idealizmi aklı mutlaklaştırarak değişmenin ve devinimin belirleyici ilkesi kılmıştır ama aklın kendisi de mantıksal bir devinim içindedir. Öyle ki her akıl kavramının başka bir akıl kavramından mantıksal türetilişi söz konusudur. Bu da kavramların devinimi demektir. Kavramlar birbirlerinden mantıksal, diyalektik olarak türetilebildiklerinden, bütün bir gerçekliğin devinimi ve oluşu da diyalektik olarak açıklanabilir. Böylece Alman idealizmi tarihi diyalektik olarak gelişen bir süreç olarak tasarlamıştır.
Fichte’nin Tarih Tasarımı
Fichte, Kant felsefesini devam ettirmek istemiştir. Fichte’nin akıl tasarımına göre bilimler tek bir ilkeye dayalı bir sistem hâlinde kurulmalıdır. Bu akıl anlayışına göre bütün bilgi tek bir ilkeden türetilir ve bütün gerçeklik de tek bir ilkeye indirgenebilir. Bu akıl anlayışı Fichte’nin tarih tasarımını da belirler. Fichte’ye göre önermeler sisteminin kesinliği sistemin başlangıcına konulan temel önermenin kesinliğinden gelir. Fichte’ye göre bir bilim sisteminde kavramın üçlü mantıksal yapısı kendisini gösterir. Bu üçlü mantıksal yapı tez-antitez-sentez üçlüsüdür. Alman idealizmi’nin mantıktan anladığı, kavramlar arası ilişkileri ele alan diyalektik mantıktır. Fichte’ye göre tarihsel dönemleri art ardalığı kavramların mantıksal art ardalığına, birbirlerinden diyalektik olarak türetilişine dayanır. Fichte’ye göre tarih a priori olarak kurulmalıdır, çünkü tarihin dönemleri birbirinden zorunlu olarak çıkmaktadır ve bu ardardalık ilişkisinin felsefi serimlemesi ancak a priori olabilir.
Fichte’nin akıl ile ilerleme arasında kurduğu ilişki insan soyunun bütün ilerlemelerinin bilimlerin ilerlemesine bağlı olduğudur; bu yüzden de Fichte önderlik görevini bilim adamlar›na yükler. Fichte’ye göre bilim adamlarının sorumluluğu insan neslinin ilerleyişini ve bu ilerleyişin sürekliliğini sağlamaktır. Fichte’nin her çağın a priorisi ile kastettiği her çağın bir ideası olduğu ve her çağın kendi ideası tarafından belirlendiğidir. Fichte’ye göre tarihte aklın ereği insan türünün özgürlüğüdür. Bu özgürlük bireylerde değil, türde kendini gösterecektir.
Fichte ancak aklın amacının anlaşılmasıyla tarihin biçimlenişinin anlam kazanacağını düşünür ve tarihin çağlara bölünüşünü bu bağlamda düşünür. Böylece tarihin çağlara ayrılışını insanlığın aklın amacına uygun olarak dönemlere ayrılmasından hareketle açıklar. Fichte’ye göre tarih farklı çağlardan oluşmuş bir bütünse onu bütün yapan tarihin aklun belirli bir amacuna göre deviniyor olmasıdır.
Fichte insanlığın içgüdünün egemenliğindeki masumiyetten kurtularak kendi hümanitesini inşa etmek üzere, kendini inşa etmek üzere, hatta kendi tarihini, hümanitenin tarihini ya da kısaca tarihi inşa etmek üzere aşama aşama ilerlediğini öne sürer. Fichte’ye göre tarih zorunlu olarak ilerler, bu zorunluluk tarihe aklın kendisinden gelir. Fichte’nin bu anlay›fl›na göre tarihin dönemlerinin zamansal ardıllığı mantıksal ya da ussal içermeye karşılık gelir. Buna göre her tarih dönemi kendi çağını temsil eden bir kavramın mantıksal olarak içerdiği başka bir kavramın karflılık geldiği ve temsil ettiği tarih dönemini zaman içinde içerir, ya da bu tarih döneminin nedeni olur. Zamansal olan ve mantıksal olan bir uyum içindedir. İlerlemenin dayandığı akıl temeli de budur.
Schelling’in Tarih Tasarımı
Schelling iki ilke ortaya koymuştur. Bu ilkeler varolanın tamamen bilinebilir olduğu, yani mantıksal, ussal olduğu ya da Mutlak olanın bir görünümü olduğu ilkesi ile karşıt olanların özdeşliği ilkesidir.
Schelling kendisini tekrarlayan şeyin tarihe ait olamayacağını ileri sürerek tarihi ilerleyen bir süreç olarak düşünür. Tarihin ileri doğru yol alan bir şey olduğunu ve ilerlemeyen şeyin tarihin nesnesi olmayacağını ifade eder. Schelling’in ilerleme tasarımına göre mekanik devinimler de ilerleyen devinimler gibi ardı ardına gelseler de ilerleyen bir devinim değildirler çünkü mekanik devinimler bir döngü içinde olan devinimlerdir, hep tekrarlanırlar. Schelling’e göre mekanizm ile tarih açıklanamaz. Bir şeyin tarihinin olması için o şeyin tekrarlamaması, döngüsellik içinde devinmemesi, yani ilerlemesi gerekir. Bu yüzden de Schelling’e göre doğa olaylarının tarihi olmaz.
Schelling’e göre tarih kavramından “ne mutlak olarak yasalardan bağımsız ne de mutlak olarak yasalara bağlı bir olaylar zincirine tarih adı verilebileceği” çıkarılabilir. Buradan her tarih içinde varsayılan ilerlemenin, özgür edimleri kısıtlayan bir yasallığa izin vermeyeceği ve belli bir mekanizmaya göre meydana gelen ya da teorisi a priori olan hiçbir şeyin kesinlikle tarihin nesnesi olamayacağı sonuçları çıkar Çünkü teori ve tarih birbirine karşıttır. “Ne yapacağı hiçbir teoriyle önceden hesaplanamadığı için insan tarihe sahiptir.
Schelling’e göre varolan her şey bilince bağlı olarak var olduğundan tüm geçmiş tarih de bilince bağlı olarak var olabilir. Bunun nedeni, tarihin, yalnızca geçmişin üzerinde etki yaptığı kişi için var olmasıdır. Ayrıca her bir kişinin bilincini oluşturmak için tüm geçmişin zorunlu olduğu görülür. Tarihin nasıl olanaklı olduğu sorusunun yanıtı özgürlük ve zorunluluğun birlik içinde olmasıdır. İnsan eylemlerinde özgürlük ve yasalılık bir birlik içindedir. Schelling’e göre genel hukuk düzeni özgürlüğün koşuludur ama aynı zamanda özgürlük aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu da genel olanın oluşmasının rastlantya bırakılması demeye gelir ki Schelling’e göre bu da bir çelişkidir. Bu çelişki de ancak “özgürlüğün kendisinde de bir zorunluluk varsa çözülebilir ve bu transcendental felsefenin en büyük çözülmemifl sorunudur. Transcendental felsefe Kant’ta deneyim ve bilginin olanağının koşullarını ortaya koyan felsefe anlamına geliyordu. Schelling’de ise karşıtların özdeşliğinin olanağının koşulunu ortaya koyan felsefe anlamına gelir. Schelling’e göre tarihe eylemleriyle yön veren tek tek insan bireyleri değil, insan türüdür. Tarihte bireysellik ile genel olanın birliği bu şekilde olanaklıdır. Schelling’e göre her eylemde nesnel olan şey türün üyeleri içinde paylaşılan bir şeydir, aksi hâlde bu nesnel olan kavranılamaz olarak kalırdı. Schelling’in tarih tasarımında, tarihin nesne olarak biçimlenmesi tarihte zorunluluğa karşılık gelirken tarihin özne olarak biçimlenmesi özgürlüğe karşılık gelir. Bu yüzden tarihsel ilerlemenin devamlı oluşu ya da tarih sürecinin kendisi, aklın kendisini hem özgür hem de yasa tarafından belirlenmiş olarak kavramasının gerçekleşmesidir. Schelling’e göre tarihi belirleyen mutlak olandır. Mutlak olan da insan türünün eyleminde nesnel ve genel olan öğedir. Schelling’e göre tarihteki bütün eylemleri belirleyen ve bütün eylemlerde ortak olan kendi başına akıl mutlak olan aklın kendisidir.
Schelling’in “dünya Tin’inin bu büyük aynası” dediği tarih akla uygun olarak gelişmektedir. Tarihteki ilerleme aklın, yani kavramdaki devinimin kendisidir. Schelling’e göre Mutlak olan›n açığa vurumunun üç dönemi olduğu için tarihin de üç dönemi olmalıdır. Buna göre tarihin ilk dönemi “egemen şeyin” yazgı olarak kör bir güç olarak ortaya çıktığı ve insanlığın en yüce yaratılarını yok ettiği dönemdir. Eski ve büyük uygarlıkların yıkılışı bu döneme aittir. Tarihin ikinci dönemi, ilk dönemde yazgı, kör bir güç olarak ortaya çıkan şeyin doğa olarak ortaya çıktığı dönemdir. İlk döneme egemen olan “karanlık yasa” bu dönemde keyfiliği bir doğa planına hizmet etmeye zorlayarak tarihte mekanik bir yasallığa neden olan bir doğa yasasına dönüşür. Büyük Roma Cumhuriyeti’nin yayılmasıyla başlayan dönem bu dönemdir. Bu dönemde doğa yasası tek tek halkları ve devletleri kendi isteklerinin tersine genel bir milletler birliği ve evrensel bir devlet oluşturması gereken bir doğa planına hizmet etmeye zorlar. “Roma İmparatorluğu’nun batışının ne trajik ne de ahlaki bir yönü vardır, aksine doğa yasalarına göre zorunludur ve aslında sadece, doğaya ödenmiş bir bedeldir”. Schelling’e göre tarihteki üçüncü dönem ilk iki dönemin sentezi olarak gelişecek dönemdir. Tarihte her şey kavramsal olan Mutlak’ın üçlü adımlarla gelişmesi şeklinde diyalektik olarak belirlenir.
Tarih Tin’in kendisini bilmesinin süreci olarak aşama aşama gelişen bir zaman sürecidir. Tarih Mutlak olanın kendisini gerçekleştirmesidir. Mutlak ise “burada hem bilinebilir akıl hem de bilen akıl demektir. Schelling’e göre tarih aslında kendisini açan Mutlak olandan başkası değildir. Mutlak olanın ilerlemesidir tarih süreci. Bir anlamda bütün tarih Mutlak olan kavramın kendini gerçekleştirmesi olarak tasarlanır. Mutlak olan kavram tarihteki dinamik öğe olan ilerlemenin kendisi olduğundan ve bu kavramın kendisini gerçekleştirmesi ilerleme demek olduğundan, Mutlak olan da hem bilinebilir olan hem de bilen akıl demek olduğundan, ilerleme bilinebilir aklın ve bilen aklın kendisini tarihte görünür kılmasından başka bir şey değildir. Schelling’e göre tarih Mutlak olanın kendi bilincine doğru ilerlemesidir. İlerleme amaçsız değildir, belirli bir hedefe yönelik bir ilerlemedir ve bu hedef de Mutlak olanın kendi bilincidir.
Tarihteki ilerlemenin kendisi Mutlağın bu içkin deviniminden başka bir şey değildir. Fichte’nin görüşünde akıl ilerlemenin temeliyken Schelling’de ilerlemenin kendisi olur. Böylece Schelling Hegel’in tarih görüşünde akıl ile gerçekliğin özdeşliği olarak ortaya konulacak olan düşünceyi Hegel’den önce öne sürmüştür denilebilir. Genel olarak Alman idealizmi’nin temel savı akla dayalı süreçlerin temelinde Mutlak, ide ya da Tin gibi bir kavramın olması gerektiğidir. Ancak bu yolla tarih nesnel olarak kavranabilir bir biçimde tasarımlanabilir.
Alman İdealizminin Tarih Tasarımı ve Akıl Anlayışı
Alman idealizmi olarak bilinen ve 19. yüzyılda ortaya çıkan düşünce sistemi akıl, ilerleme, gelişme gibi kimi kavramlara vurgu yaparak bu kavramları, tarihsel oluşu açıklamak için kullanır. Alman idealizmi düşünürleri olarak Fichte, Schelling ve Hegel, tarihi ilerleme ve akıl kavramlarıyla ilişki içinde düşünmüşler ve tarihsel oluşu açıklamak için metafizik sistemler kurmuşlardır. Tarihin “metafizik aıklaması” ile kastedilen, tarihsel oluş ve değişmenin, tarihin her türlü deviniminin tek bir ilke ya da az sayıda ilke ile açıklanmasıdır. 19. yüzyılda yeni bir ilerleme anlayışı ortaya çıkar. İlerleme terimi özellikle 19.yüzyılda belirli bir hedefe, bir ereğe doğru yaklaşma anlamında ele alınmıştır. Bu anlamıyla ilerlemeden genel olana doğru ya da mutlak olana doğru yükselme anlaşılır. Genel bir kavram olarak ilerleme’nin 19. yüzyılda belirginleşmesi çeşitli aşamalardan sonra olanaklı olmuştur. 18. yüzyılın somut dayanağ› olan tek tek ilerlemeler genel olan bir ilerlemeye yerini bırakmıştır. Alman idealizmi’nin bütün çabası ilerlemeye duyulan inancı akıl temeline oturtmak ve ilerlemenin ilkesini, yasasını ortaya koymaktır. Bu ilkelerin kendisi de mutlak olmalıdır. Alman idealizmi’nde mutlak olan ile kastedilen koşullardan bağımsız olarak kendi başına varolan ve varolanların varlığının kendisine bağlı olduğu şey anlamına gelir. Bu anlamda tarihte ortaya çıkan her şey mutlak olanın bir görünüşüdür.
Alman idealist düşüncesinde gerçekliği akıldan türetmek ya da gerçekliği akla indirgemek çabası görülür. Bu anlayış tarihi açıklamak söz konusu olduğunda da geçerlidir. Alman idealizmi aklı mutlaklaştırarak değişmenin ve devinimin belirleyici ilkesi kılmıştır ama aklın kendisi de mantıksal bir devinim içindedir. Öyle ki her akıl kavramının başka bir akıl kavramından mantıksal türetilişi söz konusudur. Bu da kavramların devinimi demektir. Kavramlar birbirlerinden mantıksal, diyalektik olarak türetilebildiklerinden, bütün bir gerçekliğin devinimi ve oluşu da diyalektik olarak açıklanabilir. Böylece Alman idealizmi tarihi diyalektik olarak gelişen bir süreç olarak tasarlamıştır.
Fichte’nin Tarih Tasarımı
Fichte, Kant felsefesini devam ettirmek istemiştir. Fichte’nin akıl tasarımına göre bilimler tek bir ilkeye dayalı bir sistem hâlinde kurulmalıdır. Bu akıl anlayışına göre bütün bilgi tek bir ilkeden türetilir ve bütün gerçeklik de tek bir ilkeye indirgenebilir. Bu akıl anlayışı Fichte’nin tarih tasarımını da belirler. Fichte’ye göre önermeler sisteminin kesinliği sistemin başlangıcına konulan temel önermenin kesinliğinden gelir. Fichte’ye göre bir bilim sisteminde kavramın üçlü mantıksal yapısı kendisini gösterir. Bu üçlü mantıksal yapı tez-antitez-sentez üçlüsüdür. Alman idealizmi’nin mantıktan anladığı, kavramlar arası ilişkileri ele alan diyalektik mantıktır. Fichte’ye göre tarihsel dönemleri art ardalığı kavramların mantıksal art ardalığına, birbirlerinden diyalektik olarak türetilişine dayanır. Fichte’ye göre tarih a priori olarak kurulmalıdır, çünkü tarihin dönemleri birbirinden zorunlu olarak çıkmaktadır ve bu ardardalık ilişkisinin felsefi serimlemesi ancak a priori olabilir.
Fichte’nin akıl ile ilerleme arasında kurduğu ilişki insan soyunun bütün ilerlemelerinin bilimlerin ilerlemesine bağlı olduğudur; bu yüzden de Fichte önderlik görevini bilim adamlar›na yükler. Fichte’ye göre bilim adamlarının sorumluluğu insan neslinin ilerleyişini ve bu ilerleyişin sürekliliğini sağlamaktır. Fichte’nin her çağın a priorisi ile kastettiği her çağın bir ideası olduğu ve her çağın kendi ideası tarafından belirlendiğidir. Fichte’ye göre tarihte aklın ereği insan türünün özgürlüğüdür. Bu özgürlük bireylerde değil, türde kendini gösterecektir.
Fichte ancak aklın amacının anlaşılmasıyla tarihin biçimlenişinin anlam kazanacağını düşünür ve tarihin çağlara bölünüşünü bu bağlamda düşünür. Böylece tarihin çağlara ayrılışını insanlığın aklın amacına uygun olarak dönemlere ayrılmasından hareketle açıklar. Fichte’ye göre tarih farklı çağlardan oluşmuş bir bütünse onu bütün yapan tarihin aklun belirli bir amacuna göre deviniyor olmasıdır.
Fichte insanlığın içgüdünün egemenliğindeki masumiyetten kurtularak kendi hümanitesini inşa etmek üzere, kendini inşa etmek üzere, hatta kendi tarihini, hümanitenin tarihini ya da kısaca tarihi inşa etmek üzere aşama aşama ilerlediğini öne sürer. Fichte’ye göre tarih zorunlu olarak ilerler, bu zorunluluk tarihe aklın kendisinden gelir. Fichte’nin bu anlay›fl›na göre tarihin dönemlerinin zamansal ardıllığı mantıksal ya da ussal içermeye karşılık gelir. Buna göre her tarih dönemi kendi çağını temsil eden bir kavramın mantıksal olarak içerdiği başka bir kavramın karflılık geldiği ve temsil ettiği tarih dönemini zaman içinde içerir, ya da bu tarih döneminin nedeni olur. Zamansal olan ve mantıksal olan bir uyum içindedir. İlerlemenin dayandığı akıl temeli de budur.
Schelling’in Tarih Tasarımı
Schelling iki ilke ortaya koymuştur. Bu ilkeler varolanın tamamen bilinebilir olduğu, yani mantıksal, ussal olduğu ya da Mutlak olanın bir görünümü olduğu ilkesi ile karşıt olanların özdeşliği ilkesidir.
Schelling kendisini tekrarlayan şeyin tarihe ait olamayacağını ileri sürerek tarihi ilerleyen bir süreç olarak düşünür. Tarihin ileri doğru yol alan bir şey olduğunu ve ilerlemeyen şeyin tarihin nesnesi olmayacağını ifade eder. Schelling’in ilerleme tasarımına göre mekanik devinimler de ilerleyen devinimler gibi ardı ardına gelseler de ilerleyen bir devinim değildirler çünkü mekanik devinimler bir döngü içinde olan devinimlerdir, hep tekrarlanırlar. Schelling’e göre mekanizm ile tarih açıklanamaz. Bir şeyin tarihinin olması için o şeyin tekrarlamaması, döngüsellik içinde devinmemesi, yani ilerlemesi gerekir. Bu yüzden de Schelling’e göre doğa olaylarının tarihi olmaz.
Schelling’e göre tarih kavramından “ne mutlak olarak yasalardan bağımsız ne de mutlak olarak yasalara bağlı bir olaylar zincirine tarih adı verilebileceği” çıkarılabilir. Buradan her tarih içinde varsayılan ilerlemenin, özgür edimleri kısıtlayan bir yasallığa izin vermeyeceği ve belli bir mekanizmaya göre meydana gelen ya da teorisi a priori olan hiçbir şeyin kesinlikle tarihin nesnesi olamayacağı sonuçları çıkar Çünkü teori ve tarih birbirine karşıttır. “Ne yapacağı hiçbir teoriyle önceden hesaplanamadığı için insan tarihe sahiptir.
Schelling’e göre varolan her şey bilince bağlı olarak var olduğundan tüm geçmiş tarih de bilince bağlı olarak var olabilir. Bunun nedeni, tarihin, yalnızca geçmişin üzerinde etki yaptığı kişi için var olmasıdır. Ayrıca her bir kişinin bilincini oluşturmak için tüm geçmişin zorunlu olduğu görülür. Tarihin nasıl olanaklı olduğu sorusunun yanıtı özgürlük ve zorunluluğun birlik içinde olmasıdır. İnsan eylemlerinde özgürlük ve yasalılık bir birlik içindedir. Schelling’e göre genel hukuk düzeni özgürlüğün koşuludur ama aynı zamanda özgürlük aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu da genel olanın oluşmasının rastlantya bırakılması demeye gelir ki Schelling’e göre bu da bir çelişkidir. Bu çelişki de ancak “özgürlüğün kendisinde de bir zorunluluk varsa çözülebilir ve bu transcendental felsefenin en büyük çözülmemifl sorunudur. Transcendental felsefe Kant’ta deneyim ve bilginin olanağının koşullarını ortaya koyan felsefe anlamına geliyordu. Schelling’de ise karşıtların özdeşliğinin olanağının koşulunu ortaya koyan felsefe anlamına gelir. Schelling’e göre tarihe eylemleriyle yön veren tek tek insan bireyleri değil, insan türüdür. Tarihte bireysellik ile genel olanın birliği bu şekilde olanaklıdır. Schelling’e göre her eylemde nesnel olan şey türün üyeleri içinde paylaşılan bir şeydir, aksi hâlde bu nesnel olan kavranılamaz olarak kalırdı. Schelling’in tarih tasarımında, tarihin nesne olarak biçimlenmesi tarihte zorunluluğa karşılık gelirken tarihin özne olarak biçimlenmesi özgürlüğe karşılık gelir. Bu yüzden tarihsel ilerlemenin devamlı oluşu ya da tarih sürecinin kendisi, aklın kendisini hem özgür hem de yasa tarafından belirlenmiş olarak kavramasının gerçekleşmesidir. Schelling’e göre tarihi belirleyen mutlak olandır. Mutlak olan da insan türünün eyleminde nesnel ve genel olan öğedir. Schelling’e göre tarihteki bütün eylemleri belirleyen ve bütün eylemlerde ortak olan kendi başına akıl mutlak olan aklın kendisidir.
Schelling’in “dünya Tin’inin bu büyük aynası” dediği tarih akla uygun olarak gelişmektedir. Tarihteki ilerleme aklın, yani kavramdaki devinimin kendisidir. Schelling’e göre Mutlak olan›n açığa vurumunun üç dönemi olduğu için tarihin de üç dönemi olmalıdır. Buna göre tarihin ilk dönemi “egemen şeyin” yazgı olarak kör bir güç olarak ortaya çıktığı ve insanlığın en yüce yaratılarını yok ettiği dönemdir. Eski ve büyük uygarlıkların yıkılışı bu döneme aittir. Tarihin ikinci dönemi, ilk dönemde yazgı, kör bir güç olarak ortaya çıkan şeyin doğa olarak ortaya çıktığı dönemdir. İlk döneme egemen olan “karanlık yasa” bu dönemde keyfiliği bir doğa planına hizmet etmeye zorlayarak tarihte mekanik bir yasallığa neden olan bir doğa yasasına dönüşür. Büyük Roma Cumhuriyeti’nin yayılmasıyla başlayan dönem bu dönemdir. Bu dönemde doğa yasası tek tek halkları ve devletleri kendi isteklerinin tersine genel bir milletler birliği ve evrensel bir devlet oluşturması gereken bir doğa planına hizmet etmeye zorlar. “Roma İmparatorluğu’nun batışının ne trajik ne de ahlaki bir yönü vardır, aksine doğa yasalarına göre zorunludur ve aslında sadece, doğaya ödenmiş bir bedeldir”. Schelling’e göre tarihteki üçüncü dönem ilk iki dönemin sentezi olarak gelişecek dönemdir. Tarihte her şey kavramsal olan Mutlak’ın üçlü adımlarla gelişmesi şeklinde diyalektik olarak belirlenir.
Tarih Tin’in kendisini bilmesinin süreci olarak aşama aşama gelişen bir zaman sürecidir. Tarih Mutlak olanın kendisini gerçekleştirmesidir. Mutlak ise “burada hem bilinebilir akıl hem de bilen akıl demektir. Schelling’e göre tarih aslında kendisini açan Mutlak olandan başkası değildir. Mutlak olanın ilerlemesidir tarih süreci. Bir anlamda bütün tarih Mutlak olan kavramın kendini gerçekleştirmesi olarak tasarlanır. Mutlak olan kavram tarihteki dinamik öğe olan ilerlemenin kendisi olduğundan ve bu kavramın kendisini gerçekleştirmesi ilerleme demek olduğundan, Mutlak olan da hem bilinebilir olan hem de bilen akıl demek olduğundan, ilerleme bilinebilir aklın ve bilen aklın kendisini tarihte görünür kılmasından başka bir şey değildir. Schelling’e göre tarih Mutlak olanın kendi bilincine doğru ilerlemesidir. İlerleme amaçsız değildir, belirli bir hedefe yönelik bir ilerlemedir ve bu hedef de Mutlak olanın kendi bilincidir.
Tarihteki ilerlemenin kendisi Mutlağın bu içkin deviniminden başka bir şey değildir. Fichte’nin görüşünde akıl ilerlemenin temeliyken Schelling’de ilerlemenin kendisi olur. Böylece Schelling Hegel’in tarih görüşünde akıl ile gerçekliğin özdeşliği olarak ortaya konulacak olan düşünceyi Hegel’den önce öne sürmüştür denilebilir. Genel olarak Alman idealizmi’nin temel savı akla dayalı süreçlerin temelinde Mutlak, ide ya da Tin gibi bir kavramın olması gerektiğidir. Ancak bu yolla tarih nesnel olarak kavranabilir bir biçimde tasarımlanabilir.