Açıköğretim Ders Notları

Tefsir Tarihi ve Usulü Dersi 6. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Tefsir Tarihi ve Usulü Dersi 6. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Tefsir Ekolleri

Giriş

Ekol kavramı, bir bilim ve sanat dalında ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem ve akım anlamına gelmektedir. Tefsîr alanıyla ilgili olarak tefsîr ekolleri kavramı, tefsîr ilmi içerisinde müstakil niteliklere ve özelliklere sahip; kendi içinde yöntem ve prensipleri bulunan; ayrıca belli temsilcileri ve literatürü olan akım ve okullara verilen isimdir. Bu ekollerin ortaya çıkıp gelişmesinde birçok etken vardır. Ancak bunlar arasında en önemli etken, temsilcilerinin interdisipliner (değişik ilimlerde ihtisas sahibi) şahıslar olmasıdır. Söz konusu tefsîr ekollerini, klasik ve çağdaş şeklinde iki kısma ayırıyoruz. Klasik dönem, 19. yüzyıl öncesini; çağdaş dönem ise sonrasını içine almaktadır. Klasik tefsîr ekolleri, üç temel başlıkta incelenmektedir: Mezhebî Tefsîr Ekolleri (Mutezilî, Şîî, Hâricî ekoller), Fıkhî tefsîr ekolü ve İşârî Tefsîr ekolü. Çağdaş tefsîr ekolleri ise konulu tefsîr ekolü, bilimsel tefsîr ekolü ve ictimâî tefsîr ekolü olarak üç kısımda ele alınmaktadır.

Klasik Tefsir Ekolleri

Çağdaş döneme kadar gelişen bu akımlar, klasik tefsîr ekolleri olarak adlandırılır. Bu ekoller, mezhebî (kelâmî) tefsîr ekolleri, işârî tefsîr ekolü ve fıkhî tefsîr ekolüdür.

Mezhebî (Kelâmî) Tefsîr Ekolleri

İslâm terminolojisinde mezhep, dinin itikâdî ve amelî hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip olan düşünce sistemine verilen isimdir. İtikâdî mezhepler, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i bidat olarak iki kısma ayrılmaktadır. Ehl-i Sünnet mezhebi, İslâm ümmetinin çoğunluğunun tabi olduğu hak mezheptir. Bunun dışında kalan mezhepler de Ehl-i bidat mezhepleri olarak kabul edilmiştir. Her bir mezhep, kendi doktrinlerinin ve görüşlerinin doğruluğunu ispat etmek için Kur’ân’a ve Sünnete başvuruyorlardı. Mezhepler ve Kelâm tarihinde itikâdî mezheplerin sayısı çok fazla olmakla birlikte, biz burada Kur’ân tefsîrinde önem arzeden Mutezile, Şîa ve Hâricîyye ekolleri hakkında kısaca bilgi vereceğiz.

  • Mutezilî Tefsîr Ekolü: Mutezile, Emevîler zamanında, hicri ikinci asırda Hişam b. Abdülmelik zamanında yaşayan Vâsıl b. Ata’nın kurmuş olduğu mezheptir. Mutezile, düşünce sistemini “usûl-i hamse” (beş temel prensip) üzerine kurmuştur. Bu beş prensip, tevhid (Allah’ın zatında, sıfatlarında ve eylemlerinde tek olduğu inancı), adalet (Allah’ ın hayrı yapması, şerrin meydana gelmesinde etkisinin olmaması), va’d-vaid (Allah’ın sözüne sadık kalması), menzile beynel menzileteyn (büyük günah işleyenin ne kâfir ne de mümin olacağı yani, fasık olduğu) ve emr-i bil ma’ruf ve nehyi ani’lmünkerdir (iyiliği emretmek, kötülüklere engel olmaktır). Mutezile’nin Ehl-i Sünnet tarafından kabul edilmeyen temel görüşleri şunlardır: Kaderi inkâr ederler. İnsanın mutlak iradeye sahip olduğunu; kendi eylemlerini yarattığını benimserler. Allah’ın hayrı yarattığına; şerri yaratmadığına inanırlar. Allah’ın bazı kadim sıfatlarını ona nispet etmezler. Tövbe etmeden ölenlerin bağışlanmayacağını ve fasığın ebedi olarak cehennemde kalacağını savunurlar. Mutezile âlimleri, tefsîr yöntemi açısından, âyetleri öncelikle dilbilgisi ve belağat ilmi açısından açıklamışlardır. Ancak zâhir anlam konusunda -doktrinlerine ters düşen- bir problemle karşılaştıklarında mecaza başvurarak te’vîl yoluna gitmişlerdir. Önemlileri şunlardır: Ebû Müslim el-Isfahânî, Câmiü’t-Te’vîl li Muhkemi’t-Tenzîl; Kâdî Abdulcebbâr, Tenzîhu’lKur’ân ani’l-Metâ’in; Şerif Murtezâ, Ğureru’lFevâid ve Dureru’l-Kalâid; Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl.
  • Şiî Tefsîr Ekolü: Şîa, kelime olarak “taraftar” anlamına gelip terim olarak ise Hz. Peygamber (sav)’in vefatından sonra Hz. Ali ve Ehl-i beytini halifeliğe layık gören ve halifelerin Hz. Ali soyundan gelmesi gerektiğine inanan topluluğun genel adıdır. Bu mezhebin temel görüşleri şunlardır: Onlar, imâmların günahtan korunduklarına (masum), 12. imâmın ahir zamanda ortaya çıkacağına ve Şîîleri kurtaracağına (mehdî muntazar); mehdînin ortaya çıkışından sonra Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali, Hasan, Hüseyin (ra) ve hatta tüm imâmların tekrar dünyaya döneceğine (ricat); mehdînin dönüşüne kadar düşmanlarından korunmak için kendilerini gizleyip, olduklarından farklı görünmeleri gerektiğine (takiyye) inanırlar. İmâmiye Şîasının tefsîr anlayışı, başta imâmet olmak üzere yukarıdaki temel inançlarıyla doğrudan ilgilidir. Onlara göre, imâmet, vahiy kurumunun devamı niteliğindedir. İmâmiye Şîasının en önemli tefsîrleri şunlardır: El-Kummî, Tefsîru’l-Kummî; Ebû Cafer et-Tûsî, et-Tibyân fi Tefsîri’l-Kur’ân; Tabressi, Mecmeu’l-Beyan fi Tefsîri’l-Kur’ân; Tabatabai, el-Mizan fi Tefsîri’lKur’ân.
  • Haricî Tefsîr Ekolü: Üçüncü halife Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra yeni halifenin seçimi konusunda sahabe arasında ihtilaf baş göstermiş, bir kısmı Hz. Ali’nin; bir kısmı da Hz. Muaviye’nin halife olmasını istemiştir. Tartışmalar büyümüş, sonra iki grup Sıffin savaşını yapmıştır. Yenilmek üzere olan Hz. Muaviye’nin hilesiyle bilirkişinin hakemliğine başvurulması önerilmiş, bu nedenle Amr b. As ve Ebû Musa el-Eşari hakem tayin edilmiştir. Bu olaya tarihte “tahkim olayı” denmektedir. Tahkim olayını Hz. Ali’nin kabul etmesinden dolayı Hz. Ali taraftarları (Şîa) arasından hilafetin zaten Hz. Ali’ye ait olduğunu; onun bu tahkim olayını kabulüyle hata ettiğini ileri süren ve Şîa’dan ayrılan yeni bir fırka oluşmuştur. “Hüküm, Allah’ındır” sloganıyla ayrılan fırka, Hz. Ali’den ayrılmasına nispetle de Hâriciyye olarak isimlendirilmiştir. Esasen itikâdî ve siyasi bir mezhep olan Hâricîler, temelde Şîa’nın fikirlerini benimsemekle birlikte kendilerine özgü düşünceleri de vardır. Onlara göre Kur’ân, lafzıyla kesin bir kanun olup te’vîl veya tefsîre ihtiyaç göstermeksizin lafzi hüviyetiyle değişmez bir şekilde hem itikâdî hem de amelî hayat için yegane bir nizamdır. . Hâricîlere ait birkaç tefsîr yazıldığı kaynaklarda geçmesine rağmen bunlar günümüze kadar ulaşamamışlardır. Günümüze gelen tefsîr sadece, İbaziye koluna mensup olan Muhammed b. Yusuf Itfiyyiş’in Himyanü’z-Zad ila Dari’l-Mead isimli 13 ciltten oluşan matbû tefsîrdir.

İşârî Tefsîr Ekolü

Bir nesneyi gösterme, bir anlamı üstü kapalı bir şekilde ifade etme, dolaylı ve kinayeli bir sözle anlatma” gibi anlamlara gelen işaret kavramı. Tasavvufun temel açıklama biçimi olan “işaret” kavramından hareketle tefsîr alanında bir akım olarak gelişen işârî tefsîr ise, keşf, ilham ve sezgi yoluyla elde edilen bâtıni/ledünni bilgiyle Kur’ân âyetlerinin bir kısmını veya tamamını yorumlama yönteminin ismi olmuştur. İşârî tefsîr yöntemi, Kur’ân’ı mutasavvıfların (sufilerin) yorumlama tarzıdır.

İşârî tefsîr akımı, tasavvufun gelişimiyle paralellik arzetmektedir. Tasavvuf tarihi, üç dönem olarak telakki edilmektedir. Zühd ve takva dönemi olarak adlandırılan birinci dönem, basit düzeyde zâhidin ahlak ve takvasını geliştirme üzerine yoğunlaşmaktadır. İkinci dönem ise tasavvufun sistemleştiği ve kurumsallaştığı dönemdir. Bu dönemde tasavvuf kendi literatürü içerisinde gelişirken diğer taraftan da işârî tefsîre yönelik müstakil eserler ortaya çıkmaya başlamış ve zamanla gelişmiştir. Tasavvufun son dönemi ise onun felsefileşmesi ve nazarî bir sistem haline gelmesidir. Sufilere göre Kur’ân’ın kelime, lafız ve cümlelerinin ilk bakışta akla gelen zâhirî anlamlarından başka sûfinin tasavvuftaki bilgi (marifet) derecesine göre halka halka genişleyen bâtınî manaları da vardır.

Buna göre işârî tefsîr de ikiye ayrılır: İşârî sufi tefsîr ve nazarî sufi tefsîr. Birincisi âyetlerin, mutasavvıfların ilham ve keşf yoluyla elde ettikleri ve zâhirî manaya ters düşmeyen bâtınî bilgiyle tefsîr edilmesidir. İkincisi ise felsefîleşmiş nazarî tasavvuf ehlinin nazariyelerini desteklemek için âyetlere getirdikleri bâtınî şahsî yorumlardır. İşârî tefsîrin kabul görmesi için müfessirler, şu şartları ileri sürmüşlerdir: Bâtınî anlamın, zâhirî anlama ters düşmemesi, Bâtınî anlamın doğruluğunu teyid eden aklî veya naklî bir delilin bulunması. Bâtınî manaya aykırı dini veya akli bir delilin bulunmaması. Zâhirî mana olmaksızın sadece bâtınî mananın kastedildiğinin iddia edilmemesi gerekmektedir.

En önemli işârî tefsîrler şunlardır: Sehl b. Abdullah etTüsterî, Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azîm; Abdurrahman esSülemî, Hakâikü’t-Tefsîr; Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât; Necmüddin ed-Dâye, Bahru’l-Hâkaik ve’l-Me’ânî; Nimetullah Nahcivânî, el-Fevâtihu’l-İlâhiyye; İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l- Beyân.

Fıkhî Tefsîr Ekolü

Kur’ân’da itikâdî, ahlakî, iktisadî, kevnî vb. alanlarla ilgili âyetler bulunduğu gibi, ibadet ve hukukla ilgili âyetler de mevcuttur. Söz konusu âyetlere “ahkâm âyetleri” ismi verilmektedir. İbâdât, muamelat (hukuk) ve ukubat (cezalar) ile ilgili olan bu âyetler, esasen Fıkıh (İslâm Hukuku) ilminin konusudur. Bu ilim, Hz. Peygamber (sav) döneminden başlayarak gelişmiş, zamanla mezhepler oluşmuş; bunlar içerisinde Hanefi, Şâfiî, Maliki ve Hanbeli mezhepleri sistemleşerek günümüze kadar gelmişlerdir.

Fakihler, tefsîr alanında sadece Kur’ân’daki ahkâm âyetlerini tefsîr etme mantık ve mantalitesiyle yorum yapan bir akım geliştirmişlerdir. Bu akım, “fıkhî tefsîr ekolü”; literatürü de “Ahkâmü’l-Kur’ân” adıyla anılmaktadır.

Fıkhî tefsîrler, yapısı itibariyle iki kısma ayrılmaktadır. Bir kısmı, Kur’ân’ ın bütününü tefsîr etmekle beraber ahkâm âyetlerine ağırlık vermişlerdir. Diğer bir kısmı ise sadece ahkâm âyetleriyle kendini sınırlayıp bu âyetlerin tefsîrini yapanlardır. Meşhur olan bazı ahkâm tefsîrleri ve yazarları şunlardır: İmâm Şâfiî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Tahavî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân; İl-Kiyâ elHerrâsî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Ebubekir İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân; Sâbûnî, Muhammed Ali, Revaiü’l-Beyan fi Tefsîri Ahkâmi’l-Kur’ân.

Çağdaş Tefsir Ekolleri

19. yüzyıl sonrası gelişen bu akımlara, çağdaş tefsîr ekolleri denmektedir ki bunlar, konulu tefsîr ekolü, ictimâî tefsîr ekolü ve bilimsel tefsîr ekolüdür.

Konulu Tefsîr Ekolü

Arap tefsîr literatüründe “et-tefsîru’l-mevzûî” olarak geçen “konulu tefsîr”, Kur’ândaki bir konuyu, Kur’ân’ın temel hedef ve ilkelerine uygun bir şekilde belli usûller çerçevesinde bütüncül olarak araştırıp ortaya koyma yöntemine verilen isimdir. Konulu tefsîr çalışması, gerek Arap dünyasında ve gerekse ülkemizde en fazla önemsenen yöntemlerden birisidir. Hem ilgili ekolün yöntem ve tarihi; hem de bu yöntemle yapılan pratik yüzlerce çalışma mevcuttur. İlahiyat alanının tefsîr yüksek lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük düzeyindeki çalışmalarının da en önemli kısımlarından birini teşkil etmektedir.

Konulu tefsîr yöntemi, temelde üç kısma ayrılmaktadır:

  1. Kur’ân merkezli konulu tefsîr: Bu da kendi içinde şu kısımlara ayrılmaktadır:
    • Konu tefsîri: Bu, kavram tefsîrinden daha kapsamlı ve geniş çerçevelidir.
    • Kavram tefsîri: Bu ise konu tefsîrinden daha dar çerçevelidir.
  2. Sûre merkezli konulu tefsîr: Sûre merkezli konulu tefsîr, iki kısma ayrılır:
    • Sûredeki tek konunun tefsîri.
    • Sûrenin tüm konularının tefsîri.
  3. Âyet merkezli konulu tefsîr: Kur’ân’daki bir âyet merkeze alınarak onunla ilgili diğer âyetlerden; ayrıca sünnet, sahabe ve tabiun sözleri, başka müfessirlerin görüşleri ve sair referanslardan hareketle âyeti bütün yönleriyle inceleme şeklinde gerçekleştirilir.

Pratik çalışmalar çok fazla olduğu için sadece konulu tefsîri yöntem olarak inceleyen çalışmalardan bazılarını kaydedelim: Müslim, Mustafa, Mebâhis fi Tefsîri’lMevzûî; Fuda, Mahmud Besyuni, et-Tefsîru’l-Mevzûî ve Menhecü’l-Hakk fi Hidâyeti’l-Halk; Hicazi, Muhammed, et-Tefsîru’l- Mevzûiyye fi’l-Kur’âni’l-Kerim; Demirci, Muhsin, Konulu Tefsîre Giriş; Güven, Şahin, Konulu Tefsîr Metodu.

İctimâî Tefsîr Ekolü

İctimâî tefsîr ekolü, Kur’ân’ın bir hidâyet kitabı olduğu düşüncesinden hareketle mesajını doğrudan bütüncül olarak insanlara ulaştırmayı ve toplumdaki sosyal, siyasal ve kültürel sorunlara Kur’ân’dan çözüm üretmeyi amaçlayan akıma verilen isimdir. İctimâî tefsîr ekolünün en belirgin yönü, tefsîrde donukluğu ve durgunluğu aşmak; mesajın ötesindeki faydasız gramatik polemikler ve ileri detaylardan uzaklaşarak doğrudan mesaja yoğunlaşmaktır. Bir diğeri ise yaşanan çağda ortaya çıkan problemlere Kur’ân çerçevesinde çözüm üretmektir. 19. yüzyılın son çeyreğinde pozitivizmin etkisiyle aklın sadece bilim, teknoloji ve pozitif ilimlerle özdeşleştirilmesine bir reaksiyon olarak ortaya çıkan ictimâî tefsîr ekolü, Kur’ân’ın ve İslâm’ın akla önem verdiğini öne çıkarmaya çalışmıştır. Bunlar, hidâyeti ve mesajı ön plana çıkarma bakımından müspet bir yöne sahip olmalarına rağmen fazla akılcılıktan dolayı bazı yanlışlıklara da düşmüşlerdir. Bu ekole göre yazılmış tefsîrlerin en önemlileri şunlardır: Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr; Mustafa Merâğî, Tefsîru’lMerâğî; Kutup, Seyyid, Fi Zilali’l-Kur’ân.

Bilimsel Tefsîr Ekolü

Kur’ân’a göre âyetler iki türlüdür: Birincisi, kavlî (sözlü) ve kitabî (yazılı) âyetlerdir ki bu Kur’ân’dır. İkincisi ise kevnî âyetlerdir; yani Allah’ın yarattığı evren, insan, hayvan ve bitkiler gibi tüm yaratıklardır. Arap dünyasında “et-tefsîru’l-ilmî” ismiyle anılan akım, Türkiye’de “ilmî tefsîr” ve “bilimsel tefsîr” adlarıyla anılmaktadır. Ülkemizde ilim ve bilim kelimesi arasında, kullanım itibariyle ciddi bir ayrım bulunmaktadır. İlim, daha ziyade dini ilimlerle ilişkilendirilirken bilim, pozitivizmin etkisiyle daha çok pozitif ilimlerle ilişkilendirilmektedir.

Bu yüzden “bilimsel tefsîr ekolü” ismi daha çok tercih edilmektedir. : Bilimsel tefsîr, Kur’ân’daki evren, insan ve canlılarla ilgili kevnî âyetlerin, pozitif bilimlerin verileriyle tefsîr edilmesini amaçlayan akım ve ekole verilen isimdir.

Tarihte bilimsel tefsîr konusunda en önemli şahsiyet olarak Gazali gösterilmektedir. O, gerek İhya ve gerekse Cevahiru’l-Kur’ân adlı eserlerinde gelmiş geçmiş tüm ilimlerin Kur’ân’da bulunduğunu; Allah’ ı ve Kur’ân’ ı tanımak için bütün ilimlerin bilinmesinin gerekli olduğunu savunmuştur.

Bilimsel tefsîr yöntemine karşı bazı eleştiriler yapılmıştır. Meselâ Şatibî, bilimsel tefsîre yönelen kişilerin sınırı aştığını; bütün ilimlerin Kur’ân’da yer aldığı iddialarının doğru olmadığını; sadece o dönemin Araplarının bildiği şeylerin var olabileceğini belirtmektedir.

Bilimsel tefsîr ekolünün en önemli temsilcileri ve eserleri şunlardır: Cevherî, Tantâvî, el-Cevâhir fi Tefsîri’l-Kur’ân; Ahmed Muhtar Paşa, Serairu’l-Kur’ân; Muhammed b. Ahmed el-İskendarani, Keşfu’l-Esrari’n-Nuraniyyeti’lKur’âniyye; Seyyid Abdurrahman Kevakibi, Tabâiu’lİstibdâd ve Masariu’l-İsti’bâd.

Giriş

Ekol kavramı, bir bilim ve sanat dalında ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem ve akım anlamına gelmektedir. Tefsîr alanıyla ilgili olarak tefsîr ekolleri kavramı, tefsîr ilmi içerisinde müstakil niteliklere ve özelliklere sahip; kendi içinde yöntem ve prensipleri bulunan; ayrıca belli temsilcileri ve literatürü olan akım ve okullara verilen isimdir. Bu ekollerin ortaya çıkıp gelişmesinde birçok etken vardır. Ancak bunlar arasında en önemli etken, temsilcilerinin interdisipliner (değişik ilimlerde ihtisas sahibi) şahıslar olmasıdır. Söz konusu tefsîr ekollerini, klasik ve çağdaş şeklinde iki kısma ayırıyoruz. Klasik dönem, 19. yüzyıl öncesini; çağdaş dönem ise sonrasını içine almaktadır. Klasik tefsîr ekolleri, üç temel başlıkta incelenmektedir: Mezhebî Tefsîr Ekolleri (Mutezilî, Şîî, Hâricî ekoller), Fıkhî tefsîr ekolü ve İşârî Tefsîr ekolü. Çağdaş tefsîr ekolleri ise konulu tefsîr ekolü, bilimsel tefsîr ekolü ve ictimâî tefsîr ekolü olarak üç kısımda ele alınmaktadır.

Klasik Tefsir Ekolleri

Çağdaş döneme kadar gelişen bu akımlar, klasik tefsîr ekolleri olarak adlandırılır. Bu ekoller, mezhebî (kelâmî) tefsîr ekolleri, işârî tefsîr ekolü ve fıkhî tefsîr ekolüdür.

Mezhebî (Kelâmî) Tefsîr Ekolleri

İslâm terminolojisinde mezhep, dinin itikâdî ve amelî hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip olan düşünce sistemine verilen isimdir. İtikâdî mezhepler, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i bidat olarak iki kısma ayrılmaktadır. Ehl-i Sünnet mezhebi, İslâm ümmetinin çoğunluğunun tabi olduğu hak mezheptir. Bunun dışında kalan mezhepler de Ehl-i bidat mezhepleri olarak kabul edilmiştir. Her bir mezhep, kendi doktrinlerinin ve görüşlerinin doğruluğunu ispat etmek için Kur’ân’a ve Sünnete başvuruyorlardı. Mezhepler ve Kelâm tarihinde itikâdî mezheplerin sayısı çok fazla olmakla birlikte, biz burada Kur’ân tefsîrinde önem arzeden Mutezile, Şîa ve Hâricîyye ekolleri hakkında kısaca bilgi vereceğiz.

  • Mutezilî Tefsîr Ekolü: Mutezile, Emevîler zamanında, hicri ikinci asırda Hişam b. Abdülmelik zamanında yaşayan Vâsıl b. Ata’nın kurmuş olduğu mezheptir. Mutezile, düşünce sistemini “usûl-i hamse” (beş temel prensip) üzerine kurmuştur. Bu beş prensip, tevhid (Allah’ın zatında, sıfatlarında ve eylemlerinde tek olduğu inancı), adalet (Allah’ ın hayrı yapması, şerrin meydana gelmesinde etkisinin olmaması), va’d-vaid (Allah’ın sözüne sadık kalması), menzile beynel menzileteyn (büyük günah işleyenin ne kâfir ne de mümin olacağı yani, fasık olduğu) ve emr-i bil ma’ruf ve nehyi ani’lmünkerdir (iyiliği emretmek, kötülüklere engel olmaktır). Mutezile’nin Ehl-i Sünnet tarafından kabul edilmeyen temel görüşleri şunlardır: Kaderi inkâr ederler. İnsanın mutlak iradeye sahip olduğunu; kendi eylemlerini yarattığını benimserler. Allah’ın hayrı yarattığına; şerri yaratmadığına inanırlar. Allah’ın bazı kadim sıfatlarını ona nispet etmezler. Tövbe etmeden ölenlerin bağışlanmayacağını ve fasığın ebedi olarak cehennemde kalacağını savunurlar. Mutezile âlimleri, tefsîr yöntemi açısından, âyetleri öncelikle dilbilgisi ve belağat ilmi açısından açıklamışlardır. Ancak zâhir anlam konusunda -doktrinlerine ters düşen- bir problemle karşılaştıklarında mecaza başvurarak te’vîl yoluna gitmişlerdir. Önemlileri şunlardır: Ebû Müslim el-Isfahânî, Câmiü’t-Te’vîl li Muhkemi’t-Tenzîl; Kâdî Abdulcebbâr, Tenzîhu’lKur’ân ani’l-Metâ’in; Şerif Murtezâ, Ğureru’lFevâid ve Dureru’l-Kalâid; Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl.
  • Şiî Tefsîr Ekolü: Şîa, kelime olarak “taraftar” anlamına gelip terim olarak ise Hz. Peygamber (sav)’in vefatından sonra Hz. Ali ve Ehl-i beytini halifeliğe layık gören ve halifelerin Hz. Ali soyundan gelmesi gerektiğine inanan topluluğun genel adıdır. Bu mezhebin temel görüşleri şunlardır: Onlar, imâmların günahtan korunduklarına (masum), 12. imâmın ahir zamanda ortaya çıkacağına ve Şîîleri kurtaracağına (mehdî muntazar); mehdînin ortaya çıkışından sonra Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali, Hasan, Hüseyin (ra) ve hatta tüm imâmların tekrar dünyaya döneceğine (ricat); mehdînin dönüşüne kadar düşmanlarından korunmak için kendilerini gizleyip, olduklarından farklı görünmeleri gerektiğine (takiyye) inanırlar. İmâmiye Şîasının tefsîr anlayışı, başta imâmet olmak üzere yukarıdaki temel inançlarıyla doğrudan ilgilidir. Onlara göre, imâmet, vahiy kurumunun devamı niteliğindedir. İmâmiye Şîasının en önemli tefsîrleri şunlardır: El-Kummî, Tefsîru’l-Kummî; Ebû Cafer et-Tûsî, et-Tibyân fi Tefsîri’l-Kur’ân; Tabressi, Mecmeu’l-Beyan fi Tefsîri’l-Kur’ân; Tabatabai, el-Mizan fi Tefsîri’lKur’ân.
  • Haricî Tefsîr Ekolü: Üçüncü halife Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra yeni halifenin seçimi konusunda sahabe arasında ihtilaf baş göstermiş, bir kısmı Hz. Ali’nin; bir kısmı da Hz. Muaviye’nin halife olmasını istemiştir. Tartışmalar büyümüş, sonra iki grup Sıffin savaşını yapmıştır. Yenilmek üzere olan Hz. Muaviye’nin hilesiyle bilirkişinin hakemliğine başvurulması önerilmiş, bu nedenle Amr b. As ve Ebû Musa el-Eşari hakem tayin edilmiştir. Bu olaya tarihte “tahkim olayı” denmektedir. Tahkim olayını Hz. Ali’nin kabul etmesinden dolayı Hz. Ali taraftarları (Şîa) arasından hilafetin zaten Hz. Ali’ye ait olduğunu; onun bu tahkim olayını kabulüyle hata ettiğini ileri süren ve Şîa’dan ayrılan yeni bir fırka oluşmuştur. “Hüküm, Allah’ındır” sloganıyla ayrılan fırka, Hz. Ali’den ayrılmasına nispetle de Hâriciyye olarak isimlendirilmiştir. Esasen itikâdî ve siyasi bir mezhep olan Hâricîler, temelde Şîa’nın fikirlerini benimsemekle birlikte kendilerine özgü düşünceleri de vardır. Onlara göre Kur’ân, lafzıyla kesin bir kanun olup te’vîl veya tefsîre ihtiyaç göstermeksizin lafzi hüviyetiyle değişmez bir şekilde hem itikâdî hem de amelî hayat için yegane bir nizamdır. . Hâricîlere ait birkaç tefsîr yazıldığı kaynaklarda geçmesine rağmen bunlar günümüze kadar ulaşamamışlardır. Günümüze gelen tefsîr sadece, İbaziye koluna mensup olan Muhammed b. Yusuf Itfiyyiş’in Himyanü’z-Zad ila Dari’l-Mead isimli 13 ciltten oluşan matbû tefsîrdir.

İşârî Tefsîr Ekolü

Bir nesneyi gösterme, bir anlamı üstü kapalı bir şekilde ifade etme, dolaylı ve kinayeli bir sözle anlatma” gibi anlamlara gelen işaret kavramı. Tasavvufun temel açıklama biçimi olan “işaret” kavramından hareketle tefsîr alanında bir akım olarak gelişen işârî tefsîr ise, keşf, ilham ve sezgi yoluyla elde edilen bâtıni/ledünni bilgiyle Kur’ân âyetlerinin bir kısmını veya tamamını yorumlama yönteminin ismi olmuştur. İşârî tefsîr yöntemi, Kur’ân’ı mutasavvıfların (sufilerin) yorumlama tarzıdır.

İşârî tefsîr akımı, tasavvufun gelişimiyle paralellik arzetmektedir. Tasavvuf tarihi, üç dönem olarak telakki edilmektedir. Zühd ve takva dönemi olarak adlandırılan birinci dönem, basit düzeyde zâhidin ahlak ve takvasını geliştirme üzerine yoğunlaşmaktadır. İkinci dönem ise tasavvufun sistemleştiği ve kurumsallaştığı dönemdir. Bu dönemde tasavvuf kendi literatürü içerisinde gelişirken diğer taraftan da işârî tefsîre yönelik müstakil eserler ortaya çıkmaya başlamış ve zamanla gelişmiştir. Tasavvufun son dönemi ise onun felsefileşmesi ve nazarî bir sistem haline gelmesidir. Sufilere göre Kur’ân’ın kelime, lafız ve cümlelerinin ilk bakışta akla gelen zâhirî anlamlarından başka sûfinin tasavvuftaki bilgi (marifet) derecesine göre halka halka genişleyen bâtınî manaları da vardır.

Buna göre işârî tefsîr de ikiye ayrılır: İşârî sufi tefsîr ve nazarî sufi tefsîr. Birincisi âyetlerin, mutasavvıfların ilham ve keşf yoluyla elde ettikleri ve zâhirî manaya ters düşmeyen bâtınî bilgiyle tefsîr edilmesidir. İkincisi ise felsefîleşmiş nazarî tasavvuf ehlinin nazariyelerini desteklemek için âyetlere getirdikleri bâtınî şahsî yorumlardır. İşârî tefsîrin kabul görmesi için müfessirler, şu şartları ileri sürmüşlerdir: Bâtınî anlamın, zâhirî anlama ters düşmemesi, Bâtınî anlamın doğruluğunu teyid eden aklî veya naklî bir delilin bulunması. Bâtınî manaya aykırı dini veya akli bir delilin bulunmaması. Zâhirî mana olmaksızın sadece bâtınî mananın kastedildiğinin iddia edilmemesi gerekmektedir.

En önemli işârî tefsîrler şunlardır: Sehl b. Abdullah etTüsterî, Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azîm; Abdurrahman esSülemî, Hakâikü’t-Tefsîr; Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât; Necmüddin ed-Dâye, Bahru’l-Hâkaik ve’l-Me’ânî; Nimetullah Nahcivânî, el-Fevâtihu’l-İlâhiyye; İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l- Beyân.

Fıkhî Tefsîr Ekolü

Kur’ân’da itikâdî, ahlakî, iktisadî, kevnî vb. alanlarla ilgili âyetler bulunduğu gibi, ibadet ve hukukla ilgili âyetler de mevcuttur. Söz konusu âyetlere “ahkâm âyetleri” ismi verilmektedir. İbâdât, muamelat (hukuk) ve ukubat (cezalar) ile ilgili olan bu âyetler, esasen Fıkıh (İslâm Hukuku) ilminin konusudur. Bu ilim, Hz. Peygamber (sav) döneminden başlayarak gelişmiş, zamanla mezhepler oluşmuş; bunlar içerisinde Hanefi, Şâfiî, Maliki ve Hanbeli mezhepleri sistemleşerek günümüze kadar gelmişlerdir.

Fakihler, tefsîr alanında sadece Kur’ân’daki ahkâm âyetlerini tefsîr etme mantık ve mantalitesiyle yorum yapan bir akım geliştirmişlerdir. Bu akım, “fıkhî tefsîr ekolü”; literatürü de “Ahkâmü’l-Kur’ân” adıyla anılmaktadır.

Fıkhî tefsîrler, yapısı itibariyle iki kısma ayrılmaktadır. Bir kısmı, Kur’ân’ ın bütününü tefsîr etmekle beraber ahkâm âyetlerine ağırlık vermişlerdir. Diğer bir kısmı ise sadece ahkâm âyetleriyle kendini sınırlayıp bu âyetlerin tefsîrini yapanlardır. Meşhur olan bazı ahkâm tefsîrleri ve yazarları şunlardır: İmâm Şâfiî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Tahavî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân; İl-Kiyâ elHerrâsî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Ebubekir İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân; Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân; Sâbûnî, Muhammed Ali, Revaiü’l-Beyan fi Tefsîri Ahkâmi’l-Kur’ân.

Çağdaş Tefsir Ekolleri

19. yüzyıl sonrası gelişen bu akımlara, çağdaş tefsîr ekolleri denmektedir ki bunlar, konulu tefsîr ekolü, ictimâî tefsîr ekolü ve bilimsel tefsîr ekolüdür.

Konulu Tefsîr Ekolü

Arap tefsîr literatüründe “et-tefsîru’l-mevzûî” olarak geçen “konulu tefsîr”, Kur’ândaki bir konuyu, Kur’ân’ın temel hedef ve ilkelerine uygun bir şekilde belli usûller çerçevesinde bütüncül olarak araştırıp ortaya koyma yöntemine verilen isimdir. Konulu tefsîr çalışması, gerek Arap dünyasında ve gerekse ülkemizde en fazla önemsenen yöntemlerden birisidir. Hem ilgili ekolün yöntem ve tarihi; hem de bu yöntemle yapılan pratik yüzlerce çalışma mevcuttur. İlahiyat alanının tefsîr yüksek lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük düzeyindeki çalışmalarının da en önemli kısımlarından birini teşkil etmektedir.

Konulu tefsîr yöntemi, temelde üç kısma ayrılmaktadır:

  1. Kur’ân merkezli konulu tefsîr: Bu da kendi içinde şu kısımlara ayrılmaktadır:
    • Konu tefsîri: Bu, kavram tefsîrinden daha kapsamlı ve geniş çerçevelidir.
    • Kavram tefsîri: Bu ise konu tefsîrinden daha dar çerçevelidir.
  2. Sûre merkezli konulu tefsîr: Sûre merkezli konulu tefsîr, iki kısma ayrılır:
    • Sûredeki tek konunun tefsîri.
    • Sûrenin tüm konularının tefsîri.
  3. Âyet merkezli konulu tefsîr: Kur’ân’daki bir âyet merkeze alınarak onunla ilgili diğer âyetlerden; ayrıca sünnet, sahabe ve tabiun sözleri, başka müfessirlerin görüşleri ve sair referanslardan hareketle âyeti bütün yönleriyle inceleme şeklinde gerçekleştirilir.

Pratik çalışmalar çok fazla olduğu için sadece konulu tefsîri yöntem olarak inceleyen çalışmalardan bazılarını kaydedelim: Müslim, Mustafa, Mebâhis fi Tefsîri’lMevzûî; Fuda, Mahmud Besyuni, et-Tefsîru’l-Mevzûî ve Menhecü’l-Hakk fi Hidâyeti’l-Halk; Hicazi, Muhammed, et-Tefsîru’l- Mevzûiyye fi’l-Kur’âni’l-Kerim; Demirci, Muhsin, Konulu Tefsîre Giriş; Güven, Şahin, Konulu Tefsîr Metodu.

İctimâî Tefsîr Ekolü

İctimâî tefsîr ekolü, Kur’ân’ın bir hidâyet kitabı olduğu düşüncesinden hareketle mesajını doğrudan bütüncül olarak insanlara ulaştırmayı ve toplumdaki sosyal, siyasal ve kültürel sorunlara Kur’ân’dan çözüm üretmeyi amaçlayan akıma verilen isimdir. İctimâî tefsîr ekolünün en belirgin yönü, tefsîrde donukluğu ve durgunluğu aşmak; mesajın ötesindeki faydasız gramatik polemikler ve ileri detaylardan uzaklaşarak doğrudan mesaja yoğunlaşmaktır. Bir diğeri ise yaşanan çağda ortaya çıkan problemlere Kur’ân çerçevesinde çözüm üretmektir. 19. yüzyılın son çeyreğinde pozitivizmin etkisiyle aklın sadece bilim, teknoloji ve pozitif ilimlerle özdeşleştirilmesine bir reaksiyon olarak ortaya çıkan ictimâî tefsîr ekolü, Kur’ân’ın ve İslâm’ın akla önem verdiğini öne çıkarmaya çalışmıştır. Bunlar, hidâyeti ve mesajı ön plana çıkarma bakımından müspet bir yöne sahip olmalarına rağmen fazla akılcılıktan dolayı bazı yanlışlıklara da düşmüşlerdir. Bu ekole göre yazılmış tefsîrlerin en önemlileri şunlardır: Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr; Mustafa Merâğî, Tefsîru’lMerâğî; Kutup, Seyyid, Fi Zilali’l-Kur’ân.

Bilimsel Tefsîr Ekolü

Kur’ân’a göre âyetler iki türlüdür: Birincisi, kavlî (sözlü) ve kitabî (yazılı) âyetlerdir ki bu Kur’ân’dır. İkincisi ise kevnî âyetlerdir; yani Allah’ın yarattığı evren, insan, hayvan ve bitkiler gibi tüm yaratıklardır. Arap dünyasında “et-tefsîru’l-ilmî” ismiyle anılan akım, Türkiye’de “ilmî tefsîr” ve “bilimsel tefsîr” adlarıyla anılmaktadır. Ülkemizde ilim ve bilim kelimesi arasında, kullanım itibariyle ciddi bir ayrım bulunmaktadır. İlim, daha ziyade dini ilimlerle ilişkilendirilirken bilim, pozitivizmin etkisiyle daha çok pozitif ilimlerle ilişkilendirilmektedir.

Bu yüzden “bilimsel tefsîr ekolü” ismi daha çok tercih edilmektedir. : Bilimsel tefsîr, Kur’ân’daki evren, insan ve canlılarla ilgili kevnî âyetlerin, pozitif bilimlerin verileriyle tefsîr edilmesini amaçlayan akım ve ekole verilen isimdir.

Tarihte bilimsel tefsîr konusunda en önemli şahsiyet olarak Gazali gösterilmektedir. O, gerek İhya ve gerekse Cevahiru’l-Kur’ân adlı eserlerinde gelmiş geçmiş tüm ilimlerin Kur’ân’da bulunduğunu; Allah’ ı ve Kur’ân’ ı tanımak için bütün ilimlerin bilinmesinin gerekli olduğunu savunmuştur.

Bilimsel tefsîr yöntemine karşı bazı eleştiriler yapılmıştır. Meselâ Şatibî, bilimsel tefsîre yönelen kişilerin sınırı aştığını; bütün ilimlerin Kur’ân’da yer aldığı iddialarının doğru olmadığını; sadece o dönemin Araplarının bildiği şeylerin var olabileceğini belirtmektedir.

Bilimsel tefsîr ekolünün en önemli temsilcileri ve eserleri şunlardır: Cevherî, Tantâvî, el-Cevâhir fi Tefsîri’l-Kur’ân; Ahmed Muhtar Paşa, Serairu’l-Kur’ân; Muhammed b. Ahmed el-İskendarani, Keşfu’l-Esrari’n-Nuraniyyeti’lKur’âniyye; Seyyid Abdurrahman Kevakibi, Tabâiu’lİstibdâd ve Masariu’l-İsti’bâd.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.