Açıköğretim Ders Notları

Türk İslam Edebiyatı Dersi 3. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türk İslam Edebiyatı Dersi 3. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Türk-İslam Edebiyatında Nazım Şekilleri

Giriş

Şairlerin, şiirlerini divan denen kitaplarda toplamalarından dolayı “Divan Edebiyatı” adını alan bu edebiyat, Türkler’in İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkmış, Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Anadolu’da en erken Türk devirlerinden itibaren Farsça ve Arapça yazı dili olmuştur. Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Farsça’nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlı Türkçesi, Divan Edebiyatı’nda kullanılan ana dildir.

Divan Edebiyatı’nda Nazım Birimi

Sözlük anlamıyla “sıra”, “düzen”, ”sıraya koyma” demek olan nazım, Divan Edebiyatı’nda vezinli, kafiyeli söz yani şiir anlamındadır. Divan şiirinde nazım birimi genellikle beyit olup şiirler, çeşitli nazım şekilleri içinde kurallarını Arap ve Fars Edebiyatı’ndan alan aruz vezniyle yazılmıştır. Hece ölçüsüyle yazılmış şiirler de vardır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı (Türk aruzunda açıklık kapalılık) temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. Aruz, İslamiyet sonrası İran (Farsça) edebiyatı etkisi altında Türk edebiyatına girmiştir.

Mısra

Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında beyiti oluşturan iki satırlık (nesir yani düz yazı gibi düşünülürse) nazım parçalarından her birine mısra denir. Mısranın türediği “sar’ / sır” kökünün günlük kullanım ve şiirdeki kullanım anlamları vardır. Sözlük anlamı “yıkıp yere devirmek, yere çalmak” ve “kapıyı iki kanatlı yapmak” olan sar/sır kökü şiirde, “şiirin beyitini iki mısralı yani iki kafiyeli, yapmak anlamını ifade eder. Beyt de “ev” manasındadır ve “beyt”in kapısındaki her bir kanada mısra denildiğine işaret edilir. İşte nasıl ki eve kapılardan girilmekte ise şiirlere de mısralarla başlanmaktadır. Bu açıklamalardan hareketle gerçek anlamı “ev, çadır, oda, mesken, konak” olan beyit, bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde iki mısradan meydana gelen nazım birimini ifade etmekte olup mısra da terim olarak beyti meydana getiren iki parçadan biri için kullanılır.

Divan edebiyatında kaside, gazel, mesnevi, terkib-bend ve tercî-bendde nazım birimi beyittir. Divan edebiyatında bir anlamı en kapsamlı şekilde ifade edebilecek, âhengiyle ve derin manalarıyla zihinlerde yer alacak kadar dikkat çekici bir ustalık ve güzelliğe sahip mısralar vardır. Bu mısralar aynı zamanda, zaman zaman atasözü gibi kullanılmaya başlar. İşte bu mısralar “mısra-ı berceste” (son derece latif ve sağlam) veya “şah mısra” adıyla anılmışlardır.

Beyit

Arapça “ev” anlamına gelen beyit iki mısradan oluşan nâzım parçasıdır. Divan edebiyatında nâzım birimi sayılan beyit, anlam bütünlüğüne sahiptir. Beyit, kafiyeli iki mısradan meydana gelirse “beyt-i musarra”, bir gazelin en seçme beyti olursa “beytü’l gazel” bir kasidenin en güzel beyti olursa “beytü’l kaside”, içinde şairin adının ya da mahlasının bulunduğu beyitse “tac beyit” bir kasidenin ya da gazelin ilk beyti ise “matla” son beyti ise “makta” adını alır.

Kafiyeli bir beyite “beyt-i musarra”, kafiyesiz olanlara “ferd” ya da “müfred” denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Kafiyeli beyitlerin olduğu bölüme de “metâli’ ” denir.

Bend

Bend, sözlük anlamıyla “bağ, bağlanan şey, kuşak; fıkra ve makale gibi yazıların kısımları” demektir. Nazım terimi olarak da Bend, birbirine vezin ve kafiyeyle bağlanmış ikiden çok mısra topluluğudur. Bendler 3-10 mısra olabilir. Bunlara parça anlamında kıt’a dendiği de olmuştur. Bendlerden meydana gelen nazım şekilleri tek ya da birden çok bendliler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Tek bendli nazım şekilleri rubâ’î, tuyuğ, çoğu zaman kıta; çok bendli nazım şekilleri ise murabba ve bunun değişik türleri olan terbî’ ve şarkı; muhammes ve tahmis, taştîr, tardiyye; müseddes ve tesdîs; müsebba’, müsemmen, mütessa’, muaşşer, terkîb-bend ve tercî’-bend’dir.

Kaside

Arap, Fars ve Türk şiirinde en çok kullanılan eski ve uzunca bir nazım şekli olan kaside, Anadolu’da XIV. yüzyılda oluşmaya başlayan divan edebiyatı Arap ve İran edebiyatlarının nazım şekilleriyle birlikte Türk edebiyatına girmiştir. Türkler’in Müslüman olmadan önceki ozanlarının, hakanları yahut beyleri övmek için kopuz eşliğinde söyledikleri koşuklarla kaside arasında muhteva yönünden fazla fark yoktur. Türk edebiyatında ilk örnekleri XIV. yüzyılda yazılmaya başlanan kasidelerin, XV. yüzyılda sultanlar ve devlet büyükleri için yazılmaya başlanması koşuk geleneğinin bir devamı olarak görülebilir.

Kasidede ilk beyte doğuş yeri manasına matla ’, son beyte kesiş yeri manasına makta’ denir. Şairin mahlasını söylediği beyte taç beyit , en güzel beytine de beytü’lkasîd denilmektedir. Kasidede ilk beyt kendi arasında daha sonraki beyitlerin ikinci mısraları ilk beyitle kafiyelidir. Buna göre kafiye örgüsü “aa/ ba/ ca…” şeklindedir. Türk şairleri kasidenin altı bölümden oluşmasını benimsemiş ve buna uymaya özen göstermişlerdir.

  1. Nesîb (teşbîb). Kasidenin giriş bölümüdür. Genelde bir gazel gibi âşıkane duygulardan bahseder. Bu şekilde olan girişler nesîb, aşk dışında tasvir vb. herhangi bir konu işlenmişse teşbîb adını alır. Kaside bazan burada işlediği konuya göre de özel bir adla da anılır. Nesîb veya teşbîb ortalama on-on beş beyit uzunluğunda olur.
  2. Girizgâh (giriz / güriz). Bu bölüm şairin methiyeye geçtiğini bildiren bir ya da iki beyitten ibaret olup kasidenin en kısa bölümüdür. Burada konuya uygun bir nükte taşımasına ve nesîble methiye arasında anlam ilişkisi kurulmasına dikkat edilir
  3. Methiye. Kasidenin en uzun bölümü denilebilir. Kasidenin maksadına uygun olarak övülen kişi veya şeyden bahseden asıl bölümüdür. Kasidenin en sanatkârane bölümü olup uzunluğu konuya ve şaire göre değişir.
  4. Tegazzül. Kaside içinde tecdidi matla’ ile başlayan bir gazel olup beş-on beyit arasında değişir. Bir kasidenin ilk bölümünden sonra da yer alabilir. Bunun yanısıra başında yahut sonunda yer alabildiği gibi tegazzül bölümü olmayan kasideler de vardır.
  5. Fahriyye. Şairin kendisini övdüğü ve bazan da dileğini bildirdiği bölümdür. Beyit sayısı şairlere göre değişebildiği gibi fahriyye bölümü konulmamış kasideler de mevcuttur. Türk kasideciliğinin üstadı sayılan Nef’î’nin fahriyyeleri sanatlı bir üslûpla yazılmış olup beyit sayısı hayli kabarıktır.
  6. Dua. Övgüsü yapılan kişi veya şey ile şairin kendisi ve bazan da şiiri okuyan hakkında dua edilip iyi dileklerde bulunulan son birkaç beyitten ibarettir.

Gazel

Eski şiirin en çok kullanılan ve sevilen nazım şeklidir. Gazel kelimesi sözlükte “sevgi üzerine konuşmak, söyleşmek” anlamına gelir. Arap edebiyatında gazel bir nazım şekli olmayıp kasidelerin başında aşktan, sevgiliden söz eden bölümlere verilen addır ve “nesîb” karşılığında kullanılmıştır. Daha sonraları şairin aşk, sevgili, şarap, bahar gibi coşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan şiirlere uzun yahut kısa olsun gazel denilmiştir.

Müstezad

Divan edebiyatında her mısra veya beytin sonunda aynı veznin bir cüzüyle yazılmış birer kısa mısra bulunan manzumelerdir. Arapça’da “artmış, ziyadeleşmiş” anlamına gelen müstezâd kelimesi edebiyat terimi olarak uzunlu kısalı (bir uzun, bir kısa) mısralar halinde yazılan nazım şeklini ifade eder. Divan edebiyatında en çok gazel tarzında görülür.

Müstezadların asıl vezni “mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıdır. Bu vezinde ziyade mısralar “mef’ûlü feûlün” cüzüyle yazılır. Türk edebiyatında tesbit edilen ilk müstezad örnekleri XIV. yüzyıl şairi Nesîmî’ye aittir. Daha sonra gelen belli başlı müstezad şairleri Şeyhî, Ali Şîr Nevâî, Necâtî, Rûhî-i Bağdâdî, Nâilî, Nâbî, Nedîm, Şeyh Galib, Enderunlu Fâzıl’dır.

Mesnevi

Arapça’da ikişerli anlamına gelmekte olup Fars, Türk ve Urdu edebiyatlarında, beyitlerdeki mısraların kendi arasında kafiyeli olmasından dolayı meydana gelmiş bir nazım şeklidir. Türk edebiyatına daha çok Fars edebiyatından geçmiş olan mesneviler ile bizzat kendi içinde teşekkül etmiş olanlar arasında tertip, konu ve muhteva bakımından büyük ölçüde benzerlikler görülmektedir. Bu durum, mesnevi nazım şeklinin önce Fars edebiyatında ortaya çıkması ve Türk edebiyatındaki ilk örneklerin bundan etkilenmesinin tabii bir neticesidir. Türk şairleri, Fars edebiyatındaki daha çok tasavvufî konulu eserlerle İslâm âlemindeki ortak konuları işleyen bazı mesnevilerden tesirlenmişlerdir. Buna karşılık bazı ortak yönleri olmakla beraber bazı hadis çeviri ve şerhleri, menâkıbnâmeler, gazavatnâmeler, fetihnâmeler, zafernâmeler, şehrengizler, sûrnâmeler, sergüzeşt, hasbihal vb. eserler bilhassa işlenişleri açısından Fars edebiyatı etkisi dışında kalmıştır; mevlid, mi’râciyye ve hilye gibi dinî türler ise daha çok Türk edebiyatına ait orijinal mesnevilerdir.

Kıt’a

İran ve bilhassa Türk edebiyatında kullanılan bir nazım şeklidir. Sözlükte “parça, kısım” anlamına gelen kıt’a, Arap şiirinde mâna bütünlüğü taşıyan aynı vezin ve kafiyedeki beyitler topluluğu için kullanılmaktadır. Eski Arap şairlerinden intikal eden bazı kısa manzumeler arasında uzun şiirlerden kalmış parçalar kadar kıta şeklinde söylenmiş kısa şiirler de vardır.

Daha sonraki dönemlerde aşka dair konularla dinî, hikemî konuların işlendiği kıtaların çıkış noktası bu şiirler olmuştur.

Rubâî

Dört mısralı nazım şeklidir. Rubâî nazım şekli Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. Eski Türk şiirinde nazım biriminin dörtlük olması rubâînin Türk şairleri tarafından kolayca benimsenmesini sağlamıştır. M. Fuad Köprülü’nün Türk şairlerinin XII. yüzyıldan itibaren rubâî veznini kullandıklarını belirtmesinin bununla alâkası vardır ve aynı zamanda İran’da rubâînin ortaya çıkışında da İslâmiyet öncesi Türk şiirinin etkisi büyüktür. Divan edebiyatı şairlerinin çoğu bu nazım şeklini bir millî şiir gibi kabul ettiğinden her biri birkaç rubâî yazmıştır. Hikemî ve felsefî düşüncelerin yer aldığı rubâîleriyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu nazım biçiminin Anadolu’da fikir öncüsü olmuş, Dîvân-ı Kebîr’de yer alan rubâîleri pek çok Türk şairini etkilemiştir. Rubâî, modern Türk edebiyatı şairleri tarafından da kullanılmış, Cumhuriyet döneminde rubâî yazan önemli şairler ortaya çıkmıştır. Bunların başında; Yahya Kemal Beyatlı gelir. Arif Nihat Asya, Rıfkı Melûl Meriç, Bekir Sıtkı Erdoğan, Fuat Bayramoğlu, Bedri Gürsoy, Talat Sait Halman ve Yılmaz Karakoyunlu gibi isimler gelir.

Rubâîyi oluşturan mısralardan üçüncüsü serbest diğerleri birbirleriyle kafiyelidir. Diğer bir ifadeyle rubâînin kafiye düzeni a a x a şeklindedir; ancak sonraları kafiyelenişi x a x a şeklinde olan veya bütün mısraları birbiriyle kafiyeli rubâîler de ortaya çıkmıştır. Bunlara rubâî-i musarraa denilmektedir. Türk şairleri daha çok ahreb kalıplarını tercih etmiş, ahremin yalnız ilk iki kalıbıyla rubâî yazmıştır. Türkçe rubâîlerde kullanılan sekiz kalıp şunlardır:

  1. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlün/ fâ’.
  2. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûl.
  3. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün / fâ’.
  4. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün / feûl.
  5. Mef’ûlü / mefâîlün / mef’ûlün / fâ’.
  6. Mef’ûlü / mefâîlün / mef’ûlü / feûl. Ahrem.
  7. Mef’ûlün / fâilün /mefâîlün / fâ’.
  8. Mef’ûlün / fâilün / mefâîlü / feûl.

Koşma

Şekil, konu ve ezgi özellikleri bulunan ve Türk halk edebiyatında en çok kullanılan nazım şeklidir.

Türkçe koşma kelimesi koşmak (eklemek, katmak) fiilinden türemiş olup “güfteye beste ilâvesi” demektir. Tarihî metinlerin raks ile beraber söylenen “koşuk”una çok benzeyen koşma “saz eşliğinde okunmak için hece ölçüsüyle yazılmış, ilk parçanın birinci, ikinci ve dördüncü mısralarıyla öteki parçaların dördüncü mısraları birbiriyle, diğer mısralar kendi aralarında kafiyeli, konuları sevgi ve tabiat olan halk şiiri türü” olarak tanımlanmaktadır. Türkler’in İslâmiyet’in etkisi altında meydana getirdikleri ilk manzum eserlerden Kutadgu Bilig’in asıl metninde koşmaya rastlanmamakta, ancak esere daha sonra ilâve edilmiş bir manzum parçada koşuğ kelimesi geçmektedir. Koşuğa göre daha yeni bir kelime olan koşma, küçük farklarla günümüzdeki çeşitli Türk lehçelerinde de mevcuttur. Türk edebiyatında hece vezniyle yazılmış ilk şiirlerin koşmalar olduğu söylenebilir.

Türk edebiyatında hece vezninin kullanıldığı şiirler içinde ilk sırada yer alan koşmanın kafiye şeması birinci dörtlük abab (veya aaab ve bbab), diğer dörtlükler ise cccb/dddb… şeklinde düzenlenir. Baştan sona kadar devam eden ana kafiye (b) şekil birliğini sağlar. Ana kafiyenin bulunduğu mısralara “bağlama mısraı” denir. Koşmanın diğer özellikleri değişse bile bağlama mısraı ve kafiyesi değişmez. Buradaki bağlama mısraı bazan nakarat da olabilir.

Hece vezninin genellikle 4 + 4 + 3 = 11’li veya 6 + 5 = 11’li kalıbıyla yazılan koşmanın değişik hece kalıplarıyla olan örnekleri de vardır. Şekil özellikleri bakımından koşmalar şu adları alır:

  1. Düz (âdi) koşma. Âşık edebiyatında en çok rastlanan ve her mısraı on bir heceli olan koşmadır.
  2. Yedekli koşma. Doğu Anadolu ve Âzerî sahasındaki saz şairlerinin kullandıkları bir şekildir. İki çeşidi vardır: Birincisi koşma-mâni karışımıdır. İkincisi yedekli beşli koşmadır. Hece ölçüsü sekizdir. Her bentte ilki beş, ikinci ve yedek sayılan kıta dört mısralıdır. Birinci bent aaabb + cncn, ikinci bent dddee + cncn, üçüncü bent fffgg + cncn … şeklinde kafiyelenir. Her bendin ikinci kıtasında ikinci ve dördüncü mısralar nakarattır.
  3. Musammat koşma. Her mısraı iki bölümden oluşan ve bu bölümleri aynı kafiyeyi taşıyan koşmadır. 6 + 5 durakla yazılan musammat koşmalarda iç kafiye genellikle altıncı hecenin üzerinde olur.
  4. Ayaklı koşma. İlk dörtlüğü oluşturan iki beyitle diğer dörtlüklerin sonuna “ziyade” adı verilen beş heceli mısraların eklenmesinden oluşur.
  5. Zincirleme koşma. Her dörtlüğün son mısraında kafiyenin bulunduğu kelimenin sonraki dörtlüğün ilk mısraının başında tekrar edilmesiyle oluşur.

Tuyuğ

Tuyuğ, Türkler’in oluşturup Divan şiirine kazandırdığı nazım şeklidir. Maninin divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Klasik Türk Edebiyatı’nda aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan dört mısralık milli bir nazım biçimidir. Tek dörtlükten oluşur. Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: aaxa. Genellikle lirik tarzda olan ve aaaa şeklinde kafiyelenen tuyuğlara “Musarra Tuyuğ” denir. Manide olduğu gibi, cinaslı kafiye kullanılır. Halk şiirinde 11’li kalıpla söylenen mani biçimindeki şiirlere de tuyuğ denir. Rubâîde işlenen konular tuyuğda da işlenir. XIV. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucusu sayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimî ve XV. yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevâî bu türde çokça ürün vermişlerdir.

Musammat

Bendlerden kurulu nazım şekillerinin genel adıdır. Bunlara nazım birimi bend olan nazım şekilleri de denilebilir. Sözlükte “inci dizilen iplik, gerdanlık” anlamındaki sımt kökünden türeyen musammat “inci dizisi” demektir. Arap edebiyatında daha çok müveşşah adıyla ele alınan musammat, bünyesinde kafiyedaş kelimeler ve söz ve mana bütünlüğü taşıyan beyitleri tarif etmek için de kullanılmıştır.

Mâni

Divan edebiyatındaki tuyuğun karşılığı olan mâni, başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım şeklidir. Çoğunlukla 7 heceli dört mısralık bir kıtadan meydana gelir. Mısraları 4-5-8-10-14 heceli kalıplarla söylenmiş mâniler de vardır. Birinci, ikinci dördüncü mısralar birbirleriyle kafiyeli, üçüncüsü serbesttir. Şematik olarak kafiye dizilişi aaxa şeklindedir. İlk iki mısra hazırlık için olup son iki mısra ile anlam bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen husus son iki mısrada verilir. Mâniler çok çeşitlidir. En çok kullanılanları düz ya da tam mâni, kesik mâni, cinaslı mâni, yedekli mâni, artık mâni’dir.

Ağıt

Ağıt, genellikle bir ölüm’ün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türkü’südür. Doğal afet’ler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Ağıt söylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir. Halk edebiyatındaki ağıtın, divan edebiyatındaki adı mersiyedir.

Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçede 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Gösteri bölümüyle tiyatroyu andıran ağıtlar, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler.

Varsağı

Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türkleri’nin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir şekildir. Dörtlük sayısı ve kafiye düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. 4+4 şeklinde 8’li ölçüyle söylenen bu dörtlüklerde üslup “bre” “hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan”dır.

Semai

Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine has bir namesi vardır ve bu şekilde okunur. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda Semâilerde daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir.

Destan

Dört mısralı bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün on birli kalıbıyla yazılır. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda.

Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi gibi gruplandırabiliriz.

Türkü

Çeşitli namelerle söylenen anonim halk şiiri nazım şeklidir. Söyleyeni belli Türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir. Türkü iki bölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir. İkinci bölüm ise bentlerin sonunda tekrarlanan nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir. Türküler, genellikle yedili, sekizli, on birli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır.

Kafiye

Şiirlerin mısra sonlarındaki yazılış ve okunuşları aynı olan ses benzerliğine denir. Kafiye, manzumenin dış yapı özelliklerinden olup âhengi temin eden en önemli unsurdur. Kafiye bir ses, bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. Cumhuriyet döneminde kafiye genellikle halk şiirine göre incelenmiş, yapı ve şekil bakımından ayrı tasniflere tâbi tutulmuştur.

  1. Yapı Bakımından Kafiye: Kafiyeyi meydana getiren seslerin azlığı veya çokluğuna göre kafiye yarım, tam, zengin ve cinaslı olabilir. Yarım kafiye, mısra sonlarında yalnızca bir sessiz harfin benzeşmesiyle olur.
  2. Şekil Bakımından Kafiye: Kafiye mısra sonlarındaki dizilişine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabilir.

Vezin (Ölçü)

Türk Edebiyatında başlangıcından günümüze kadar üç çeşit vezin kullanılmıştır.

Bunlar Hece, Aruz ve Serbest vezindir:

Aruz

Aruz, Arap Edebiyatı’nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini konu alan ilmin adı olup Arapça bir kelimedir ve “Çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü” demektir. Hecelerin uzunluk ve kısalıkları (Türk aruzunda kapalı-açık) dikkate alınarak belli kalıplara göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap’lardan İranlılar’a, onlardan da bize geçmiştir.

Hece Vezni

Türkçe’de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı değerdedir; yani uzun hece bulunmamaktadır. Bu yapısal özellik şiirde hece vezninin kolayca kullanılmasına imkân verir. İlk yazılı Türk edebiyatının ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları’nda şiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler taşıyan ve hece veznine uyan bölümler vardır. Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânü Lugati’t-Türk eserindeki şiirler de hece vezniyle yazılmışlardır. Türkler’in İslâmiyet’i kabulünden sonra divan edebiyatı ve aruz vezninin yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekke ve âşık edebiyatına has bir ölçü olmasına yol açmıştır.

Serbest Vezin

Serbest vezin, hece, aruz gibi herhangi bir ölçüye bağlı kalınmayan bir vezindir. Hecelerin açık veya kapalı olmasına ya da sayılarına bakmaksızın şairin tamamen kendi üslup ve tarzına göre yazmasıdır. Serbest vezin, Türk şiirinde 1940’lardan sonra Orhan Veli Kanık ile yaygınlaşmaya başlamıştır. Günümüzde yazılan şiirlerin çoğu serbest vezinde yazılmaktadır. Herhangi bir ölçü veya şekille kayıtlı değildir. Bundan dolayı da buna serbest vezin yerine serbest şiir demek de uygun düşmektedir. Adeta bir nazım şekli denilebilecek bir durum arzetmektedir. Bu nazım şeklinde uzun, kısa, çok kısa dizeler bazen düzenli, bazen de düzensiz olarak tekrarlanırlar. Kısa mısraların ölçüsü, şiirin ölçüsünün bir parçasıdır. Bu şiirde kafiye düzeni belirli bir kurala bağlı değildir. Bu nazım biçiminde düşünceler mısradan mısraya atlayarak devam eder. Nazım, giderek nesre yaklaşmış olur.

Giriş

Şairlerin, şiirlerini divan denen kitaplarda toplamalarından dolayı “Divan Edebiyatı” adını alan bu edebiyat, Türkler’in İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkmış, Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Anadolu’da en erken Türk devirlerinden itibaren Farsça ve Arapça yazı dili olmuştur. Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Farsça’nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlı Türkçesi, Divan Edebiyatı’nda kullanılan ana dildir.

Divan Edebiyatı’nda Nazım Birimi

Sözlük anlamıyla “sıra”, “düzen”, ”sıraya koyma” demek olan nazım, Divan Edebiyatı’nda vezinli, kafiyeli söz yani şiir anlamındadır. Divan şiirinde nazım birimi genellikle beyit olup şiirler, çeşitli nazım şekilleri içinde kurallarını Arap ve Fars Edebiyatı’ndan alan aruz vezniyle yazılmıştır. Hece ölçüsüyle yazılmış şiirler de vardır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı (Türk aruzunda açıklık kapalılık) temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. Aruz, İslamiyet sonrası İran (Farsça) edebiyatı etkisi altında Türk edebiyatına girmiştir.

Mısra

Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında beyiti oluşturan iki satırlık (nesir yani düz yazı gibi düşünülürse) nazım parçalarından her birine mısra denir. Mısranın türediği “sar’ / sır” kökünün günlük kullanım ve şiirdeki kullanım anlamları vardır. Sözlük anlamı “yıkıp yere devirmek, yere çalmak” ve “kapıyı iki kanatlı yapmak” olan sar/sır kökü şiirde, “şiirin beyitini iki mısralı yani iki kafiyeli, yapmak anlamını ifade eder. Beyt de “ev” manasındadır ve “beyt”in kapısındaki her bir kanada mısra denildiğine işaret edilir. İşte nasıl ki eve kapılardan girilmekte ise şiirlere de mısralarla başlanmaktadır. Bu açıklamalardan hareketle gerçek anlamı “ev, çadır, oda, mesken, konak” olan beyit, bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde iki mısradan meydana gelen nazım birimini ifade etmekte olup mısra da terim olarak beyti meydana getiren iki parçadan biri için kullanılır.

Divan edebiyatında kaside, gazel, mesnevi, terkib-bend ve tercî-bendde nazım birimi beyittir. Divan edebiyatında bir anlamı en kapsamlı şekilde ifade edebilecek, âhengiyle ve derin manalarıyla zihinlerde yer alacak kadar dikkat çekici bir ustalık ve güzelliğe sahip mısralar vardır. Bu mısralar aynı zamanda, zaman zaman atasözü gibi kullanılmaya başlar. İşte bu mısralar “mısra-ı berceste” (son derece latif ve sağlam) veya “şah mısra” adıyla anılmışlardır.

Beyit

Arapça “ev” anlamına gelen beyit iki mısradan oluşan nâzım parçasıdır. Divan edebiyatında nâzım birimi sayılan beyit, anlam bütünlüğüne sahiptir. Beyit, kafiyeli iki mısradan meydana gelirse “beyt-i musarra”, bir gazelin en seçme beyti olursa “beytü’l gazel” bir kasidenin en güzel beyti olursa “beytü’l kaside”, içinde şairin adının ya da mahlasının bulunduğu beyitse “tac beyit” bir kasidenin ya da gazelin ilk beyti ise “matla” son beyti ise “makta” adını alır.

Kafiyeli bir beyite “beyt-i musarra”, kafiyesiz olanlara “ferd” ya da “müfred” denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Kafiyeli beyitlerin olduğu bölüme de “metâli’ ” denir.

Bend

Bend, sözlük anlamıyla “bağ, bağlanan şey, kuşak; fıkra ve makale gibi yazıların kısımları” demektir. Nazım terimi olarak da Bend, birbirine vezin ve kafiyeyle bağlanmış ikiden çok mısra topluluğudur. Bendler 3-10 mısra olabilir. Bunlara parça anlamında kıt’a dendiği de olmuştur. Bendlerden meydana gelen nazım şekilleri tek ya da birden çok bendliler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Tek bendli nazım şekilleri rubâ’î, tuyuğ, çoğu zaman kıta; çok bendli nazım şekilleri ise murabba ve bunun değişik türleri olan terbî’ ve şarkı; muhammes ve tahmis, taştîr, tardiyye; müseddes ve tesdîs; müsebba’, müsemmen, mütessa’, muaşşer, terkîb-bend ve tercî’-bend’dir.

Kaside

Arap, Fars ve Türk şiirinde en çok kullanılan eski ve uzunca bir nazım şekli olan kaside, Anadolu’da XIV. yüzyılda oluşmaya başlayan divan edebiyatı Arap ve İran edebiyatlarının nazım şekilleriyle birlikte Türk edebiyatına girmiştir. Türkler’in Müslüman olmadan önceki ozanlarının, hakanları yahut beyleri övmek için kopuz eşliğinde söyledikleri koşuklarla kaside arasında muhteva yönünden fazla fark yoktur. Türk edebiyatında ilk örnekleri XIV. yüzyılda yazılmaya başlanan kasidelerin, XV. yüzyılda sultanlar ve devlet büyükleri için yazılmaya başlanması koşuk geleneğinin bir devamı olarak görülebilir.

Kasidede ilk beyte doğuş yeri manasına matla ’, son beyte kesiş yeri manasına makta’ denir. Şairin mahlasını söylediği beyte taç beyit , en güzel beytine de beytü’lkasîd denilmektedir. Kasidede ilk beyt kendi arasında daha sonraki beyitlerin ikinci mısraları ilk beyitle kafiyelidir. Buna göre kafiye örgüsü “aa/ ba/ ca…” şeklindedir. Türk şairleri kasidenin altı bölümden oluşmasını benimsemiş ve buna uymaya özen göstermişlerdir.

  1. Nesîb (teşbîb). Kasidenin giriş bölümüdür. Genelde bir gazel gibi âşıkane duygulardan bahseder. Bu şekilde olan girişler nesîb, aşk dışında tasvir vb. herhangi bir konu işlenmişse teşbîb adını alır. Kaside bazan burada işlediği konuya göre de özel bir adla da anılır. Nesîb veya teşbîb ortalama on-on beş beyit uzunluğunda olur.
  2. Girizgâh (giriz / güriz). Bu bölüm şairin methiyeye geçtiğini bildiren bir ya da iki beyitten ibaret olup kasidenin en kısa bölümüdür. Burada konuya uygun bir nükte taşımasına ve nesîble methiye arasında anlam ilişkisi kurulmasına dikkat edilir
  3. Methiye. Kasidenin en uzun bölümü denilebilir. Kasidenin maksadına uygun olarak övülen kişi veya şeyden bahseden asıl bölümüdür. Kasidenin en sanatkârane bölümü olup uzunluğu konuya ve şaire göre değişir.
  4. Tegazzül. Kaside içinde tecdidi matla’ ile başlayan bir gazel olup beş-on beyit arasında değişir. Bir kasidenin ilk bölümünden sonra da yer alabilir. Bunun yanısıra başında yahut sonunda yer alabildiği gibi tegazzül bölümü olmayan kasideler de vardır.
  5. Fahriyye. Şairin kendisini övdüğü ve bazan da dileğini bildirdiği bölümdür. Beyit sayısı şairlere göre değişebildiği gibi fahriyye bölümü konulmamış kasideler de mevcuttur. Türk kasideciliğinin üstadı sayılan Nef’î’nin fahriyyeleri sanatlı bir üslûpla yazılmış olup beyit sayısı hayli kabarıktır.
  6. Dua. Övgüsü yapılan kişi veya şey ile şairin kendisi ve bazan da şiiri okuyan hakkında dua edilip iyi dileklerde bulunulan son birkaç beyitten ibarettir.

Gazel

Eski şiirin en çok kullanılan ve sevilen nazım şeklidir. Gazel kelimesi sözlükte “sevgi üzerine konuşmak, söyleşmek” anlamına gelir. Arap edebiyatında gazel bir nazım şekli olmayıp kasidelerin başında aşktan, sevgiliden söz eden bölümlere verilen addır ve “nesîb” karşılığında kullanılmıştır. Daha sonraları şairin aşk, sevgili, şarap, bahar gibi coşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan şiirlere uzun yahut kısa olsun gazel denilmiştir.

Müstezad

Divan edebiyatında her mısra veya beytin sonunda aynı veznin bir cüzüyle yazılmış birer kısa mısra bulunan manzumelerdir. Arapça’da “artmış, ziyadeleşmiş” anlamına gelen müstezâd kelimesi edebiyat terimi olarak uzunlu kısalı (bir uzun, bir kısa) mısralar halinde yazılan nazım şeklini ifade eder. Divan edebiyatında en çok gazel tarzında görülür.

Müstezadların asıl vezni “mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıdır. Bu vezinde ziyade mısralar “mef’ûlü feûlün” cüzüyle yazılır. Türk edebiyatında tesbit edilen ilk müstezad örnekleri XIV. yüzyıl şairi Nesîmî’ye aittir. Daha sonra gelen belli başlı müstezad şairleri Şeyhî, Ali Şîr Nevâî, Necâtî, Rûhî-i Bağdâdî, Nâilî, Nâbî, Nedîm, Şeyh Galib, Enderunlu Fâzıl’dır.

Mesnevi

Arapça’da ikişerli anlamına gelmekte olup Fars, Türk ve Urdu edebiyatlarında, beyitlerdeki mısraların kendi arasında kafiyeli olmasından dolayı meydana gelmiş bir nazım şeklidir. Türk edebiyatına daha çok Fars edebiyatından geçmiş olan mesneviler ile bizzat kendi içinde teşekkül etmiş olanlar arasında tertip, konu ve muhteva bakımından büyük ölçüde benzerlikler görülmektedir. Bu durum, mesnevi nazım şeklinin önce Fars edebiyatında ortaya çıkması ve Türk edebiyatındaki ilk örneklerin bundan etkilenmesinin tabii bir neticesidir. Türk şairleri, Fars edebiyatındaki daha çok tasavvufî konulu eserlerle İslâm âlemindeki ortak konuları işleyen bazı mesnevilerden tesirlenmişlerdir. Buna karşılık bazı ortak yönleri olmakla beraber bazı hadis çeviri ve şerhleri, menâkıbnâmeler, gazavatnâmeler, fetihnâmeler, zafernâmeler, şehrengizler, sûrnâmeler, sergüzeşt, hasbihal vb. eserler bilhassa işlenişleri açısından Fars edebiyatı etkisi dışında kalmıştır; mevlid, mi’râciyye ve hilye gibi dinî türler ise daha çok Türk edebiyatına ait orijinal mesnevilerdir.

Kıt’a

İran ve bilhassa Türk edebiyatında kullanılan bir nazım şeklidir. Sözlükte “parça, kısım” anlamına gelen kıt’a, Arap şiirinde mâna bütünlüğü taşıyan aynı vezin ve kafiyedeki beyitler topluluğu için kullanılmaktadır. Eski Arap şairlerinden intikal eden bazı kısa manzumeler arasında uzun şiirlerden kalmış parçalar kadar kıta şeklinde söylenmiş kısa şiirler de vardır.

Daha sonraki dönemlerde aşka dair konularla dinî, hikemî konuların işlendiği kıtaların çıkış noktası bu şiirler olmuştur.

Rubâî

Dört mısralı nazım şeklidir. Rubâî nazım şekli Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. Eski Türk şiirinde nazım biriminin dörtlük olması rubâînin Türk şairleri tarafından kolayca benimsenmesini sağlamıştır. M. Fuad Köprülü’nün Türk şairlerinin XII. yüzyıldan itibaren rubâî veznini kullandıklarını belirtmesinin bununla alâkası vardır ve aynı zamanda İran’da rubâînin ortaya çıkışında da İslâmiyet öncesi Türk şiirinin etkisi büyüktür. Divan edebiyatı şairlerinin çoğu bu nazım şeklini bir millî şiir gibi kabul ettiğinden her biri birkaç rubâî yazmıştır. Hikemî ve felsefî düşüncelerin yer aldığı rubâîleriyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu nazım biçiminin Anadolu’da fikir öncüsü olmuş, Dîvân-ı Kebîr’de yer alan rubâîleri pek çok Türk şairini etkilemiştir. Rubâî, modern Türk edebiyatı şairleri tarafından da kullanılmış, Cumhuriyet döneminde rubâî yazan önemli şairler ortaya çıkmıştır. Bunların başında; Yahya Kemal Beyatlı gelir. Arif Nihat Asya, Rıfkı Melûl Meriç, Bekir Sıtkı Erdoğan, Fuat Bayramoğlu, Bedri Gürsoy, Talat Sait Halman ve Yılmaz Karakoyunlu gibi isimler gelir.

Rubâîyi oluşturan mısralardan üçüncüsü serbest diğerleri birbirleriyle kafiyelidir. Diğer bir ifadeyle rubâînin kafiye düzeni a a x a şeklindedir; ancak sonraları kafiyelenişi x a x a şeklinde olan veya bütün mısraları birbiriyle kafiyeli rubâîler de ortaya çıkmıştır. Bunlara rubâî-i musarraa denilmektedir. Türk şairleri daha çok ahreb kalıplarını tercih etmiş, ahremin yalnız ilk iki kalıbıyla rubâî yazmıştır. Türkçe rubâîlerde kullanılan sekiz kalıp şunlardır:

  1. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlün/ fâ’.
  2. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûl.
  3. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün / fâ’.
  4. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün / feûl.
  5. Mef’ûlü / mefâîlün / mef’ûlün / fâ’.
  6. Mef’ûlü / mefâîlün / mef’ûlü / feûl. Ahrem.
  7. Mef’ûlün / fâilün /mefâîlün / fâ’.
  8. Mef’ûlün / fâilün / mefâîlü / feûl.

Koşma

Şekil, konu ve ezgi özellikleri bulunan ve Türk halk edebiyatında en çok kullanılan nazım şeklidir.

Türkçe koşma kelimesi koşmak (eklemek, katmak) fiilinden türemiş olup “güfteye beste ilâvesi” demektir. Tarihî metinlerin raks ile beraber söylenen “koşuk”una çok benzeyen koşma “saz eşliğinde okunmak için hece ölçüsüyle yazılmış, ilk parçanın birinci, ikinci ve dördüncü mısralarıyla öteki parçaların dördüncü mısraları birbiriyle, diğer mısralar kendi aralarında kafiyeli, konuları sevgi ve tabiat olan halk şiiri türü” olarak tanımlanmaktadır. Türkler’in İslâmiyet’in etkisi altında meydana getirdikleri ilk manzum eserlerden Kutadgu Bilig’in asıl metninde koşmaya rastlanmamakta, ancak esere daha sonra ilâve edilmiş bir manzum parçada koşuğ kelimesi geçmektedir. Koşuğa göre daha yeni bir kelime olan koşma, küçük farklarla günümüzdeki çeşitli Türk lehçelerinde de mevcuttur. Türk edebiyatında hece vezniyle yazılmış ilk şiirlerin koşmalar olduğu söylenebilir.

Türk edebiyatında hece vezninin kullanıldığı şiirler içinde ilk sırada yer alan koşmanın kafiye şeması birinci dörtlük abab (veya aaab ve bbab), diğer dörtlükler ise cccb/dddb… şeklinde düzenlenir. Baştan sona kadar devam eden ana kafiye (b) şekil birliğini sağlar. Ana kafiyenin bulunduğu mısralara “bağlama mısraı” denir. Koşmanın diğer özellikleri değişse bile bağlama mısraı ve kafiyesi değişmez. Buradaki bağlama mısraı bazan nakarat da olabilir.

Hece vezninin genellikle 4 + 4 + 3 = 11’li veya 6 + 5 = 11’li kalıbıyla yazılan koşmanın değişik hece kalıplarıyla olan örnekleri de vardır. Şekil özellikleri bakımından koşmalar şu adları alır:

  1. Düz (âdi) koşma. Âşık edebiyatında en çok rastlanan ve her mısraı on bir heceli olan koşmadır.
  2. Yedekli koşma. Doğu Anadolu ve Âzerî sahasındaki saz şairlerinin kullandıkları bir şekildir. İki çeşidi vardır: Birincisi koşma-mâni karışımıdır. İkincisi yedekli beşli koşmadır. Hece ölçüsü sekizdir. Her bentte ilki beş, ikinci ve yedek sayılan kıta dört mısralıdır. Birinci bent aaabb + cncn, ikinci bent dddee + cncn, üçüncü bent fffgg + cncn … şeklinde kafiyelenir. Her bendin ikinci kıtasında ikinci ve dördüncü mısralar nakarattır.
  3. Musammat koşma. Her mısraı iki bölümden oluşan ve bu bölümleri aynı kafiyeyi taşıyan koşmadır. 6 + 5 durakla yazılan musammat koşmalarda iç kafiye genellikle altıncı hecenin üzerinde olur.
  4. Ayaklı koşma. İlk dörtlüğü oluşturan iki beyitle diğer dörtlüklerin sonuna “ziyade” adı verilen beş heceli mısraların eklenmesinden oluşur.
  5. Zincirleme koşma. Her dörtlüğün son mısraında kafiyenin bulunduğu kelimenin sonraki dörtlüğün ilk mısraının başında tekrar edilmesiyle oluşur.

Tuyuğ

Tuyuğ, Türkler’in oluşturup Divan şiirine kazandırdığı nazım şeklidir. Maninin divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Klasik Türk Edebiyatı’nda aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan dört mısralık milli bir nazım biçimidir. Tek dörtlükten oluşur. Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: aaxa. Genellikle lirik tarzda olan ve aaaa şeklinde kafiyelenen tuyuğlara “Musarra Tuyuğ” denir. Manide olduğu gibi, cinaslı kafiye kullanılır. Halk şiirinde 11’li kalıpla söylenen mani biçimindeki şiirlere de tuyuğ denir. Rubâîde işlenen konular tuyuğda da işlenir. XIV. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucusu sayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimî ve XV. yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevâî bu türde çokça ürün vermişlerdir.

Musammat

Bendlerden kurulu nazım şekillerinin genel adıdır. Bunlara nazım birimi bend olan nazım şekilleri de denilebilir. Sözlükte “inci dizilen iplik, gerdanlık” anlamındaki sımt kökünden türeyen musammat “inci dizisi” demektir. Arap edebiyatında daha çok müveşşah adıyla ele alınan musammat, bünyesinde kafiyedaş kelimeler ve söz ve mana bütünlüğü taşıyan beyitleri tarif etmek için de kullanılmıştır.

Mâni

Divan edebiyatındaki tuyuğun karşılığı olan mâni, başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım şeklidir. Çoğunlukla 7 heceli dört mısralık bir kıtadan meydana gelir. Mısraları 4-5-8-10-14 heceli kalıplarla söylenmiş mâniler de vardır. Birinci, ikinci dördüncü mısralar birbirleriyle kafiyeli, üçüncüsü serbesttir. Şematik olarak kafiye dizilişi aaxa şeklindedir. İlk iki mısra hazırlık için olup son iki mısra ile anlam bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen husus son iki mısrada verilir. Mâniler çok çeşitlidir. En çok kullanılanları düz ya da tam mâni, kesik mâni, cinaslı mâni, yedekli mâni, artık mâni’dir.

Ağıt

Ağıt, genellikle bir ölüm’ün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türkü’südür. Doğal afet’ler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Ağıt söylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir. Halk edebiyatındaki ağıtın, divan edebiyatındaki adı mersiyedir.

Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçede 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Gösteri bölümüyle tiyatroyu andıran ağıtlar, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler.

Varsağı

Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türkleri’nin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir şekildir. Dörtlük sayısı ve kafiye düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. 4+4 şeklinde 8’li ölçüyle söylenen bu dörtlüklerde üslup “bre” “hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan”dır.

Semai

Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine has bir namesi vardır ve bu şekilde okunur. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda Semâilerde daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir.

Destan

Dört mısralı bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün on birli kalıbıyla yazılır. Kafiye düzeni koşma gibidir: baba “ ccca “ ddda.

Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi gibi gruplandırabiliriz.

Türkü

Çeşitli namelerle söylenen anonim halk şiiri nazım şeklidir. Söyleyeni belli Türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir. Türkü iki bölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir. İkinci bölüm ise bentlerin sonunda tekrarlanan nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir. Türküler, genellikle yedili, sekizli, on birli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır.

Kafiye

Şiirlerin mısra sonlarındaki yazılış ve okunuşları aynı olan ses benzerliğine denir. Kafiye, manzumenin dış yapı özelliklerinden olup âhengi temin eden en önemli unsurdur. Kafiye bir ses, bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. Cumhuriyet döneminde kafiye genellikle halk şiirine göre incelenmiş, yapı ve şekil bakımından ayrı tasniflere tâbi tutulmuştur.

  1. Yapı Bakımından Kafiye: Kafiyeyi meydana getiren seslerin azlığı veya çokluğuna göre kafiye yarım, tam, zengin ve cinaslı olabilir. Yarım kafiye, mısra sonlarında yalnızca bir sessiz harfin benzeşmesiyle olur.
  2. Şekil Bakımından Kafiye: Kafiye mısra sonlarındaki dizilişine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabilir.

Vezin (Ölçü)

Türk Edebiyatında başlangıcından günümüze kadar üç çeşit vezin kullanılmıştır.

Bunlar Hece, Aruz ve Serbest vezindir:

Aruz

Aruz, Arap Edebiyatı’nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini konu alan ilmin adı olup Arapça bir kelimedir ve “Çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü” demektir. Hecelerin uzunluk ve kısalıkları (Türk aruzunda kapalı-açık) dikkate alınarak belli kalıplara göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap’lardan İranlılar’a, onlardan da bize geçmiştir.

Hece Vezni

Türkçe’de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı değerdedir; yani uzun hece bulunmamaktadır. Bu yapısal özellik şiirde hece vezninin kolayca kullanılmasına imkân verir. İlk yazılı Türk edebiyatının ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları’nda şiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler taşıyan ve hece veznine uyan bölümler vardır. Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânü Lugati’t-Türk eserindeki şiirler de hece vezniyle yazılmışlardır. Türkler’in İslâmiyet’i kabulünden sonra divan edebiyatı ve aruz vezninin yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekke ve âşık edebiyatına has bir ölçü olmasına yol açmıştır.

Serbest Vezin

Serbest vezin, hece, aruz gibi herhangi bir ölçüye bağlı kalınmayan bir vezindir. Hecelerin açık veya kapalı olmasına ya da sayılarına bakmaksızın şairin tamamen kendi üslup ve tarzına göre yazmasıdır. Serbest vezin, Türk şiirinde 1940’lardan sonra Orhan Veli Kanık ile yaygınlaşmaya başlamıştır. Günümüzde yazılan şiirlerin çoğu serbest vezinde yazılmaktadır. Herhangi bir ölçü veya şekille kayıtlı değildir. Bundan dolayı da buna serbest vezin yerine serbest şiir demek de uygun düşmektedir. Adeta bir nazım şekli denilebilecek bir durum arzetmektedir. Bu nazım şeklinde uzun, kısa, çok kısa dizeler bazen düzenli, bazen de düzensiz olarak tekrarlanırlar. Kısa mısraların ölçüsü, şiirin ölçüsünün bir parçasıdır. Bu şiirde kafiye düzeni belirli bir kurala bağlı değildir. Bu nazım biçiminde düşünceler mısradan mısraya atlayarak devam eder. Nazım, giderek nesre yaklaşmış olur.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.